Author

Ercan Bölükbaşı

Browsing

Sedat Peker Türkiye’nin gündemini belirlemeye devam ediyor. Ekonominin durumu, topluma zarar verecek şekilde yönetilen salgının yakın zamanda sona erip ermeyeceği, Marmara Denizi’nin yok edilmesi gibi çok ama çok önemli konular elbette konuşuluyor, tartışılıyor. Ancak tamamı Peker’in ifşaatlarının bir adım gerisinde kalıyor. Hayır, gerçek gündemler saydıklarımızdı, Peker suni gündem çıkarıyor demeyeceğiz. Son yıllarda girişilen türlü kirli işlerin bizzat parçası olmuş birinin iktidara cephe almış olması ve olanı biteni anlatıyor olması doğaldır ki her gün karşılaştığımız başlıkları…

“Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm!Paranın padişahlığını,karanlığını yobazınve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm!” Nazım Yarın 1 Mayıs. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününde emekçilerin kendi günlerini kutlaması bir yana şöyle bir nefes almak için dışarı çıkması dahi yasak. 1 Mayıs veya önceki ya da bir sonraki gün fark etmez. Hepsi aynı. İşçilerin, o da halen çalışacak bir işleri var ise tabi, çalışmaları yani patronlar için işe gitmeleri serbest. Açık havada kendileri ve aileleri için…

İlk ve en bilinen örneği Bitcoin olan kripto paralar 12 yıldır varlığını sürdürüyor. Yeni ve özgür para çeşitleri olma iddialarının epey uzağında kaldıklarını ise şimdiden kanıtladılar. Alışverişlerin kripto para ile yapılacağına, maaşların bunlar üzerinden ödeneceğine, bildiğimiz para birimlerinin ortadan kalkacağına yönelik kehanetler tutmasa da kripto paralar hâlâ oldukça popüler. Yalnızca yasa dışı transferlerde (kaçakçılık, şantaj, fidye talebi vs.) “Para” olarak kullanım alanına sahip olmalarına karşın çok yüksek değerlere sahipler. Bu yazı yazıldığı sırada bir Bitcoin…

18 yılı aşkın süredir Türkiye’yi yöneten iktidar partisinin kendisi açısından birçok zorluğu atlattığı bu uzun dönemde kimi hamleleri alışkanlık haline getirdiğini, belirli alanlarda düzenli olarak tekrarladığı davranış kalıpları ürettiğini ve bunlar üzerinden belirli başarılar da elde edebildiğini söyleyebiliriz. Bunlardan üç tanesi geçtiğimiz haftalarda farklı görünümlere sahip olsa da özünü koruyarak yeniden gündeme alındı: Anayasa tartışmaları, uzay programı ve Gara operasyonu. Önceki dönemlerden farklı olan ise bu sefer öne çıkan başlıkların geçmişteki etkilerini yaratmaktan uzak oluşu…

Birçok konuda tartışıyoruz. Kuralları, yasaları konuşuyoruz. Politikalar, hedefler öneriyoruz. Taleplerde bulunuyoruz. Ancak işin sonunda varacağı yer yönetenin kim olacağı oluyor. Çünkü o yasaları da yargıyı yönetenler yorumluyor. Politikaları hükümetler uyguluyor. Talepleri yönetenler hayata geçiriyor ya da bazen reddetme gereği bile duymadan hayata geçirmiş gibi yapıyor. Sonuç olarak gerçekten kaçamıyoruz: Kimin yönettiği önemlidir. Boğaziçi Üniversitesi için de durum bu. Öğrencilerin ve akademisyenlerin haklı talepleri rektörün üniversite bileşenlerince seçilmesi yönünde. Bir önceki rektörlük atamasında da Boğaziçi’nde yine…

Toplumun çoğunluğu için hayat oldukça yorucu. Uzun, yıpratıcı mesai saatlerinin ardından birçok insan zihnini boşaltacak aktivitelere yöneliyor. Son yıllarda ise bu aktiviteler arasında bir tanesi oldukça öne çıktı. Hem alternatiflerine göre ucuz olan, hem gerçeklikten belli ölçüde kaçma olanağı sunan, hem de ev sınırları içerisinde icra edilebilmesine karşın zihnin aktif olabildiği ve istenirse sosyal boyutu da olabilen bir uğraş: Video oyunları, bilgisayar oyunları ya da dijital oyunlar. Hayatın bu kadar yıpratıcı olmaması gerektiğine ve kaçış…

Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi süreçte her gelişmede farklı taraflar kendi bulunduğu konumu temellendirmek için belirli kavramlara başvuruyor. Son dönemde bu kavramlardan en çok rastladıklarımız ise bağımsızlık ve demokrasi. Yalnızca bize sunulanla yetinirsek ortada bir bağımsızlık cephesi bir de demokrasi cephesi olduğuna inanmamız çok olası. Oysa biraz eşelediğimizde, belirli gelişmeleri hatırladığımızda durumun pek de öyle olmadığını görmek zor değil. Hafta başında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararı ele alalım örneğin. HDP’nin eski lideri Selahattin Demirtaş’ın siyasi…

Siyasette devrimcilik derken bu düzeninin ötesine uzanan bir siyaseti, devrimin ve sosyalizmin siyasetini kastediyoruz. Devrim Hareketi’nin kuruluşu Türkiye siyasetine devrimci bir müdahale anlamına geliyor. Yani ülkenin sorunlarının ve bu sorunların kaynaklarının tespit edildiği; bu tespitlerin üzerine bina edilen ve mücadele içerisinde her gün yeniden üretilecek bir siyasal çizgiden bahsediyoruz. Ya da Devrim’in siyasetinden… Siyaset tarzımız, söylediklerimiz ya da söylemediklerimiz, yaptıklarımız ve yapamadıklarımız elbette zamanla kendisini gösterecek ve hem öznenin hem de ülke nesnelliğinin durumuna göre…

“Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.” Bu söz Fransız Devrimi sırasında Fransa Kraliçesi olan Marie Antoinette’e ithaf edilir. Bu sözü gerçekten söyleyip söylemediği meçhuldür. Ancak gerçek şu ki, dönemin Fransız halkının sefalete mahkûm edilmesi konusunda tüm kraliyet ailesi gibi suçludur. Günümüze, Türkiye’ye gelelim. Bizi 250 yıl öncesini hatırlatmaya iten de Pazartesi günü mecliste yaşanan bir tartışmanın tutanağı aslında. Muhalefet vekillerinin halkın aç olduğunu ve kuru ekmeğe muhtaç olduğunu aynı anda söylemesini fırsat bilen AKP’li Şahin Tin bir…

Biz tercihimizi “kaba” olandan yana gerçekleştirecek, ille de örgüt ve hatta ille de öncü örgüt diyeceğiz. Sosyalistlerle biraz olsun ilişki kurmuş herkes örgütlenme çağrılarına ve örgütlülüğün değerine ilişkin tartışmalara aşinadır. Hatta bu çağrılar kimi zaman aşırı, gereksiz veya kaba olarak da değerlendirilir: Ne yani, birey kendi başına doğruyu bulacak akıldan ve yetenekten yoksun mudur? Ya da devrim mücadelesinin bir aracını bu kadar vurgulamak, onu amaç haline getirme tehlikesini taşımıyor mu? Nihayetinde bireyi güçsüz, örgütü ise…