Sedat Peker Türkiye’nin gündemini belirlemeye devam ediyor.

Ekonominin durumu, topluma zarar verecek şekilde yönetilen salgının yakın zamanda sona erip ermeyeceği, Marmara Denizi’nin yok edilmesi gibi çok ama çok önemli konular elbette konuşuluyor, tartışılıyor. Ancak tamamı Peker’in ifşaatlarının bir adım gerisinde kalıyor.

Hayır, gerçek gündemler saydıklarımızdı, Peker suni gündem çıkarıyor demeyeceğiz. Son yıllarda girişilen türlü kirli işlerin bizzat parçası olmuş birinin iktidara cephe almış olması ve olanı biteni anlatıyor olması doğaldır ki her gün karşılaştığımız başlıkları gölgede bırakacak. Hele ki iktidar blokunun parçalı yapısı ve iç gerilimleri bu kadar gün yüzüne çıkmışken…

Ancak ortada bir sorun var. Bahsettiğimiz gölgede bırakma hali sürdükçe yaşadıklarımız ile ortaya çıkanlar arasındaki ilişki silikleşiyor. Açıklananlar birilerinin sırf kötü olduğu için ya da sırf devletin doğasından kaynaklanan nedenlerle işlediği suçlar olarak aktarılmaya, sermaye düzeninin hepimize yaşattıkları ile onun ülkemizde varlığını sürdürebilmesi için gerekenler sanki alakasız iki farklı şeymiş gibi algılanmaya başlıyor. Peker’in arkası yarın ifşaatları konuyu magazinleştirmekle kalmıyor, yaşananların diğer her şeyden kopuk, kendine ait bir kronolojiye indirgenmesine olanak tanıyor. Daha önce karartılmış olan gerçekler ortaya çıkarken, zaten gözümüzün önünde olanlar sanki yok oluveriyor. Bu durumda topluma yalnızca izleyici olmak kalıyor. Bir sonraki hafta ne anlatılacağı, Peker’in el altından kimlerle anlaştığı ya da yaşamasına izin verilip verilmeyeceği üzerine bahisler arkadaş sohbetlerinin merkezinde yer alıyor.

Peker bu durumun farkında ve önüne gelmiş olan fırsatı sonuna kadar kullanıyor. Kendi deyimiyle “parça parça” işini görürken hem ilgiyi üzerinde tutuyor hem de iktidar içerisindeki farklı odakları sessiz kalmak zorunda bırakıyor. Videoların ya da artık tweet’lerin alıcıları ise hesap sormaya kararlı yurttaşlardan ziyade yalnızlaşmış seyircilere dönüştürüldüğü için bir çeşit “influencer” gibi davranmayı da ihmal etmiyor. Öyle ki AKP’nin ülkede yarattığı gerici dönüşümden rahatsız olan milyonlarca insan, bu dönüşüm için kan dökmüş, insanları sindirmek için tehditler savurmuş bir mafya artığından kitap ya da oyun tavsiyesi alabiliyor. Peker, kendisinin kurtarıcı olmadığını vurguluyor. Kendisini çok kızdırdığını iddia ettiği pislik ifadesini de sürekli kendisi için kullanıyor. Önden günah çıkartmış olması sayesinde can kulağı ile kendisini dinleyenlere bu açından bir vicdan rahatlığı sunmayı da ihmal etmiyor yani.

Zaten kamuoyunun bildiği birçok suçu bir de diğer taraftan aktarmasının dışında bizzat kendisinin fail olduğu olayları da anlatıyor Peker. Fethullahçıların 17-25 Aralık’ta giriştiği operasyondan farklı olarak AKP’ye bayrak açan tarafın kendisini aklama iddiası taşımadığı ve bu nedenle Peker’in AKP tabanında da ilgi gördüğü iddia ediliyor. Elbette bu söylenen dahil Fethullahçı çeteden farklı olarak Peker’in ülkenin geleceğine ilişkin (anlamsız Turan sloganlarını saymıyoruz elbette) somut bir iddiasının olmaması da farklar arasına yazılabilir. Ancak bunların tek başına AKP tabanında etki yarattığı iddiası fazlaca zorlama kaçıyor. Özellikle taban denen şeyin ne olduğu, AKP’nin toplumsal örgütlenmesinin hangi katmanlar aracılığıyla ve hangi ilişkilerle gerçekleştiği gibi konuları denklem dışında bıraktığı için… Bize göre Peker çıkışının daha önceki çıkışlardan en büyük farkı zaten ülkeyi yönetmekte zorlanan, bir süredir başarısızlığa mahkûm ve iç ilişkileri oldukça gergin bir iktidar blokunun varlığıdır. Böyle bir dönemde karşıt çıkışların içeride de ilgi görmesi ve beklentileri karşılanmayan ya da gelecekte sahip olacakları konumları konusunda endişeli kimi kesimlerin desteğini alması çok daha doğaldır. Tersine, daha fazla teveccüh görmesinin önünde engel olarak ifşaatı yapan aktörün maskesinin çoktan düşmüş ve herhangi bir iktidar iddiası taşımıyor olmasını yazmak daha doğru olacaktır.

Öte yandan iktidar kanadı da bugün yaşananlar üzerinden Fethullahçılarla giriştikleri iktidar kavgasını hatırlatıyor. Bu hatırlatmanın ya da eş tutmanın topluma “dış operasyonlara direnen AKP” görüntüsünü vermek olduğu kadar içeride başka arayışlara girenlere verilen bir mesaj olduğu da açık. Peker’in ilk günden itibaren susmayan telefonları, Soylu’nun kapının eşiğine geldiğini fark ettiğinde savurduğu tehditler ve Özışık biraderler de dahil olmak üzere ismi geçen herkesin bir şeyler açıklama iddiası taşıması bu sürecin yönetilebilmesi için böyle bir sopanın zorunlu olduğunu ortaya koyuyor. Bu sopanın ne kadar yeterli olacağı ise ayrı bir tartışmanın konusu.

Anlatılanların ardından AKP destekçilerinin birden uyanacağını ve iktidar blokundan vazgeçeceğini düşünen kalmamıştır herhalde. Peker videolarından kendisinin “vatan” ve “millet” adına suçlar işler ve işletirken aslında kişisel çıkarları için bunları yaptığının bilince olduğunu görüyoruz. Ortalama bir AKP’linin işlenen suçların aslında farkında olmadığına, bunların duyulmasının ve görülmesinin çok şeyi değiştireceğine yönelik beklentilerin temelsizliğini anlatmak için daha güzel bir örnek olamazdı. İfşalar birtakım suçların ortaya dökülmesinin sonucunda artık buralardan sağlanan para akşından mahrum kalınmasına yol açabilir. Ya da yeni yollar bulmak için masraf çıkarabilir. Zaten birbirleri ile gerilim içinde olan iktidar odaklarının yaşananları kendi rakiplerini saf dışı bırakmak için kullanması gibi sonuçlar da yaratabilir. Bu beklentilerin tamamı doğaldır. Ancak beklentinin abartılması, yani AKP’yi destekleyen toplumsal kesimlerin kendi kendine bu destekten vazgeçmesi sonucunda birtakım olumlu gelişmeler yaşanmasını beklemek yanlış olacaktır.

Gerçek eksiklik sanılanın aksine AKP’nin suçlarının bilinmiyor oluşu değil. Bu suçların hatırlatılması, sürekli olarak iktidarın ve destekçilerinin yüzlerine vurulması elbette oldukça önemli. Ancak gerçekten eksik olan, AKP’nin oluşturduğu düzlemin bir bütün olarak parçalanabilmesi için Peker videoları da dahil olmak üzere toplumu edilgenleştiren siyaset iklimini bir bütün olarak karşıya alabilecek toplumsal kuvvet. Halkı yalnızca seçmene indirgeyen, ittifaklar ve matematik hesabının toplumsal dönüşüm ve ilerleme ihtiyacının yerini aldığı bu düzlem parçalanmadığı sürece ortaya saçılan bilgiler ya geçiştirilir ya da düzenin kendisini yenileme ihtiyacının gerekliliğini gösteren işaretler olarak değerlendirilir.

Susurluk’tan sonra tam da bahsettiğimiz yaşandı. Eskimiş, artık iş göremez hale gelmiş mekanizma yenilendi. Ağarların, Çakıcıların ve benzerlerinin yerini Fethullaçılar aldı. 15 Temmuz’dan sonra da aynısı oldu. Geçmişte yedeğe alınanlar yeniden göreve çağrıldı. Bugün de bu düzlemin bir bütün olarak reddedilmediği koşulda farklı sonuçlar ortaya çıkmasını beklemek gerçekçi değil. Yaşananlar tek başına, ya da yalnızca bu alana odaklanarak olumlu sonuçlar doğuramazlar. Hatta tam tersine çok kullanılan bir ifade ile AKP’nin işine yararlar. Birebir AKP kadrolarının ya da onların tamamının çıkarına olmasa bile AKP’nin ortaya koyduğu düzlemin kendisini yenileyerek devam etmesine…

Bizim tarafa geri dönelim. İhtiyaç duyduğumuz hangi meşruiyet düzlemine yaslanarak hesap soracağımızın belirlenmesi, hangi hedef için güç biriktirileceği konusunda kararlı olunmasıdır. Kendisine sunulanla yetinen seyircilere değil; yoksullaştırılmaya, ölüme itilmeye ve ülkenin doğal kaynaklarının talan edilmesine karşı mücadele eden bir halka ihtiyaç var. Oy hesapları sayesinde AKP’nin yarattığı ortamın aynı ya da başka biçimlerde devam etmesini sağlayacak seçmen değil her konuda hakkını sonuna kadar arayan yurttaş gerekli. Eski pisliklerin yerine yenilerin doldurulduğu cilalanmış bir sermaye düzeninin sürekliliğine tav olan değil, devrimin gerçekçi tek çözüm olduğu konusunda hiçbir kuşkusu olmayan bir örgütlenme zorunlu olan.