Günümüzde Türkiye’de de “Ne Yapmalı?” sorusuna verilecek yanıt, Rusya’daki modelin bir kopyasının yaratılmasından değil, Lenin’in düşüncesinin temelinde yatan unsurların doğru bir biçimde algılanarak Türkiye ölçeğinde mevcut tarihsel duruma yanıt verecek biçimde yeniden üretilmesinden geçiyor.

Devrim Dergisi’nin yola çıkışındaki temel iddialardan biri sosyalist harekette giderek soyut bir iddia olarak görülmeye başlanan devrim hedefi ile günümüz arasında bir ilişki kurmak, bugünden devrime giden bir stratejinin tartışılmasının platformu olmaktı. İlk sayıda bu arayışı şu biçimde tarif etmiştik:

“Devrim stratejisi her şeyden önce bir ülke ölçeğinde sınıflar mücadelesindeki mevcut denge ile sosyalizm hedefi arasındaki boşluğa oturmaktadır. Bu anlamıyla belirli bir tarihsel döneme, bu tarihsel dönem içerisinde emperyalist – kapitalist sistemin sahip olduğu yapıya, bu yapının çelişkilerine ve işçi sınıfı ve sınıfa öncülük iddiasında bulunan siyasal hareketin belirli bir ulusal ölçekte bu çelişkiler içerisinde kapladığı alana referansta bulunarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda devrimcilik de ancak ve ancak bahsedilen boşluğa yanıt üretebilen siyasal, ideolojik, teorik ve ideolojik konumlanışlar bütünü olarak tanımlanabilir.”1Devrim Çetinocak, “Devrimi Aramak: Strateji Tartışmalarına Giriş”, Devrim, Sayı: 1, Ocak 2020 Kaynak: https://dsosyal.com/devrim/sayi-1/devrimi-aramak-strateji-tartismalarina-giris/

Bahsedilen boşluğu çağımızda en açık biçimde saptayan ve bu boşluğa yerleşen yenilikçi bir siyasi-örgütsel modeli inşa eden Lenin’in düşünsel ve siyasi mirasının böylesi bir tartışmada merkezi bir noktada durması kaçınılmaz.

Devrimin Güncelliği

Lukacs’ın Ekim Devrimi’nin hemen ardından kaleme aldığı çalışmasında isabetli bir biçimde altını çizdiği gibi Lenin’in düşüncesinin, siyasal ve örgütsel stratejisinin merkezinde yer alan varsayım, devrim olgusunun güncelliği idi.2György Lukacs, Lenin’in Düşüncesi: Devrimin Güncelliği, çev. Mehmet R. Zaralı, İstanbul: Belge Yayınları, 1979, s. 27

Devrimi güncel bir olgu olarak görmenin temel sonucu, mevcut ile güncel görülen hedef arasında ilişki kurmaya çalışan bir stratejik yaklaşımı inşa çabasıydı.

Bu anlamda, Lenin’i ayırt edici kılan temel nokta mevcut durum ile devrim hedefi arasında sürekli olarak böylesi bir stratejik ilişki kurabilme yeteneğiydi. Bu ilişkinin kurulamadığı her örnek ise Lenin’i öfkelendiriyor ve belki de Lenin’in metinlerinde en çok rastlayacağımız iki eleştiriyi siyasi hasımlarına yöneltmesine yol açıyordu: Kendiliğindenliğe boyun eğme ve dar kafalılık. Lenin’in yaklaşımına göre, kendiliğindenlikle devrim hedefi arasındaki ilişkiyi kuramamak dar kafalı bir bakış açısını tanımlıyordu ve bu kendiliğindenliğe boyun eğişi beraberinde getiriyordu.

Bu stratejik yaklaşımın Lenin’in ilk yazılarında dahi geçerli olduğunu Lenin’in 1894 tarihli “Halkın Dostları Kimlerdir?” adlı eserini sonlandırırken kullandığı ifadeler açıkça gösteriyor:

“(…)sosyal-demokratlar tüm faaliyetlerini ve tüm dikkatlerini işçi sınıfı üzerinde yoğunlaştırırlar. Onun ileri temsilcileri, bilimsel sosyalizm fikirlerini, Rus işçisinin tarihsel rolü fikrini iyice kavradıkları zaman, bu fikirler yaygınlaştığı zaman, ve işçilerin bugünkü dağınık ekonomik savaşımını sınıf savaşımına dönüştürmek üzere işçiler arasında sağlam örgütler kurulduğu zaman – RUS İŞÇİSİ tüm demokratik öğelerin başını çekerek mutlakıyeti devirecek ve RUSYA PROLETARYASINI (BÜTÜN ÜLKELERİN proletaryası ile yan yana) açık siyasal savaşımın düz yolundan KOMÜNİST DEVRİMİN ZAFERİNE götürecektir.”3V.I. Lenin, “Halkın Dostları Kimlerdir? Ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?”, çev. Vahap S. Erdoğdu, Ankara: Sol Yayınları, Dördüncü Baskı, s. 178

Yukarıdaki ifadeler Lenin’in daha siyasi hayatının başlarında birbirini izleyen ve birbirine bağlı üç hedefe odaklandığı görülmektedir: Ekonomik savaşımı siyasal karakterde bir sınıf savaşımına çevirecek sosyal-demokrat bir işçi partisinin inşası, mutlakıyetin devrilmesi ve komünizmin zaferi.4Benzer bir dönemlendirme için: Lars T. Lih, Lenin: Farklı Bir Yol, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Bu noktada, Lenin’in Ne Yapmalı’da Rusya’daki sosyal-demokrat hareketin gelişimine ilişkin yaptığı dönemlendirme ile bir karşılaştırma yapmak, bize, bu hedeflerin hangi tarihsel süreçlere tekabül ettiğini anlamak için de fikir verecektir.

“Ne Yapmalı”dan Önce

Lenin 1902 tarihli bu çalışmasında, Rus sosyal-demokrat hareketinin gelişimini üç ayrı döneme ayırarak değerlendiriyordu. Bu dönemlerin ilki, 1884-1894 arasını kapsıyor ve henüz işçi sınıfı hareketinin sahneye çıkmadığı ve parti olarak gelişimin rüşeym aşamasında olduğu bir süreci ifade ediyordu. 1894-1898 arasını kapsayan ikinci dönem, sosyal-demokrasinin yalnızca bir siyasi parti olarak değil aynı zamanda halk yığınlarının bir atılımı ve bir toplumsal hareket olarak ortaya çıkmasını ifade ediyordu. Son olarak, eserin ortaya çıktığı yılı da kapsayan üçüncü dönem, bölünme, dağılma ve yalpalama yılları olarak karakterize ediliyor. Bu durumun nedeni olarak ise liderlerin siyasi bilincinin yığınların yükselen kendiliğindenliğinin gerisinde kalması gösteriliyordu.5V.I. Lenin, “Ne Yapmalı?”, çeviren: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, Ankara 2016, s. 193-195

Ne Yapmalı’da birinci ve ikinci dönem olarak tanımlanan 1884 – 1898 arası sürecin sonlanması aynı zamanda Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin 1898 senesindeki kuruluşu ile çakışıyordu. Bu da “Halkın Dostları Kimlerdir?” eserinde yer alan hedeflerin ilkine, ekonomik savaşımı siyasal karakterde sınıf savaşımına çevirebilecek bir partinin inşasına tekabül ediyordu. Lenin yine “Halkın Dostları Kimlerdir?” adlı çalışmasında sosyal-demokrat hareketin durumunu şöyle tarif ediyordu:

“Rusya’nın feodal sistemin içinden büyüyen bir burjuva toplumu olduğu, siyasal biçiminin ise sınıf devleti olduğu ve çalışan halkın sömürülmesini sona erdirmenin tek yolunun proletaryanın sınıf savaşımından geçtiği yolundaki, temel ve baş tez üzerinde koşulsuz anlaşırken, -gerek tartışmaların yöntemlerinde, gerek Rus yaşamındaki şu ya da bu görüngünün ayrıntılı yorumundaki çeşitli özel sorunlarda- birbirlerinden ayrı düşünmeleridir.”6Age, s. 144

1894’te ana hedef ve bu hedefe işçi sınıfının savaşımı üzerinden varılacağı üzerinde uzlaşılmış, ancak yöntemsel arka plan ve savaşımın nasıl yürütüleceğine ilişkin ayrıntılar üzerinde bir uzlaşma sağlanamamıştır. Yığınların kendiliğindenliğinin büyümesi bu ayrıntıları önemli hale getirmiş ve sosyal-demokrat hareket içinde bugün ile gelecek arasında ilişki kuramayan unsurların bu kendiliğindenliğe boyun eğmesi sonucunu doğurmuştur. Ve kitle kuyrukçuluğu kendiliğindenliğe boyun eğmenin yegane biçimi değildir, aksine kimi zaman iradeci görünen hamleler de mevcut durum ile gelecek arasında bir ilişki kuramamanın görüngüleri olarak kendilerini dışa vurmuştur.

Lenin’in Düşüncesiyle Türkiye’ye Bakmak

Yukarıda anlatılan durum, okurlarımıza tanıdık gelmiş olabilir. AKP’li yıllarda halk hareketindeki yükselişin7Yığınların kendiliğindenliğindeki yükseliş açısından benzerlikler taşıdığını söylediğimiz iki ayrı tarihsel süreç, bir yandan da bu kendiliğinden hareketlerin içerisindeki işçi sınıfı hareketi ağırlığının düzeyi bağlamında ciddi farklılıklar taşıyordu. Burada yazımızın odağını oluşturmayan bu konuyu sonraki sayılarımızda daha ayrıntılı bir şekilde ele alacağız. Türkiye sosyalist hareketi üzerindeki etkisi de bir dağılma, kafa karışıklığı ve yalpalama olmuştu. Kendisini en yoğun biçimde Haziran Direnişi’nde kendiliğindenliğe rota çizme becerisi gösterememenin sonrasında dışa vuran bu durum 2013 Haziran’ının çok ötesine giden bir süreçteki yetersizliklerin yansımasıydı. Ve bu yetersizlik adlı adınca kitle hareketine öncülük edebilecek bir siyasal-örgütsel-stratejik düzlem geliştirememe, bu anlamıyla mevcut durum ile devrim hedefi arasında bağlantı kuramama sorununa işaret ediyordu. Bu durum, kendinliğindenlik karşısındaki bir çaresizliği tarif ediyordu ve kendisini pragmatizm ve apolitizm şeklinde iki ayrı kanaldan dışa vuruyordu.

Türkiye’de bu tablodan çıkışın becerilememesi ise arasında ilişki kurulamayan güncellik ve devrim arasında zaten silikleşmiş olan bağların yok olmasına ve bu yok olan bağların devrim hedefinin genellikle devrimciliğin biçimsel yönlerine yapılan bir vurguyla zaman zaman söylemsel düzeyde dile getirilen versiyonu dışında tümüyle ortadan kalkmasına yol açtı.

Çizdiğimiz tablo, Türkiye’de sosyalist hareketin yeniden kuruluşu olarak tanımladığımız ve mevcut örgütsel birikime yaslanarak yapılamayacağını zaman olarak maliyetli olan bir deneyimle gördüğümüz bir görevi bizim sırtımıza yüklemektedir. Devrimin tekrar gerçek bir hedef olarak sosyalistlerin gündemine girmesi ancak ve ancak bugün ile devrim arasındaki stratejik bağlantıları kurabilen bir siyasal, örgütsel, teorik ve ideolojik bütünlüğün kurulması ile gerçekleşecektir.

Lenin’in Yanıtı: Ne Yapmalı?

Böylesi bir görevle yüz yüzeyken biraz olsun yardım almanın epey faydalı olacağını herkes kabul edecektir. Lenin’in benzer bir kafa karışıklığı sürecine karşı geliştirdiği devrimci yanıt olan Ne Yapmalı’da devrim hedefi ile güncellik arasındaki boşluğu doldurmaya yönelik olarak ortaya konulan güçlü çerçeveyi hatırlamak bu anlamda faydalı olacaktır.

Ne Yapmalı’da Lenin, partinin siyasal savaşımdaki öncü rolü ve dışarıdan bilinç taşıma gibi iki temel noktaya yaslanıyordu. Yine aynı eserde Lenin, devrimciler örgütünün rolüne, devrimci teoriye ve ideolojik savaşıma da özel bir ağırlık tanıyordu.

Partinin öncü rolünü açıklarken Lenin sosyal-demokrasinin yalnızca belirli bir işveren grubuyla ilişkilerinde değil, modern toplumun bütün sınıflarıyla ve örgütlenmiş bir siyasal güç olarak devletle de ilişkilerde işçi sınıfını temsil edeceğinin8Age, s. 66 altını çiziyordu. Bununla beraber Lenin, partinin öncülük rolünü sadece işçi sınıfı hareketi ile sınırlamayarak genel olarak halk hareketine öncülük etme görevini de öne çıkarıyor ve halkın tüm kesimlerinin savaşıma ve partiye destek verebilmesi için yine partinin önderliği altında çok yönlü bir siyasal savaşım örgütlenmesi görevini9Age, s. 96 vurguluyordu. İşçi sınıfı ancak partinin bu faaliyeti dolayımıyla bütün bir halk hareketinin öncüsü konumuna gelebilecekti.

Yine Lenin, siyasal savaşıma öncülük etme görevini öne çıkarırken herhangi bir siyasetten değil, partinin öncülüğü ve yönlendiriciliğindeki bir siyasal savaşım olarak tanımlanabilecek özel bir biçimden bahsediyordu. Ekonomistlerin de bir siyasal savaşım modeli olduğunun altını çizen Lenin, bu modelde işçi sınıfının ekonomik mücadelesi ve Marksist aydınların liberallerle el ele yürüttüğü bir siyasal savaşımın iki ayrı kanal olarak tariflendiğini10Age, s. 25 vurguluyordu. Bunun karşısına ise partinin öncülüğünde yürütülen bütünlüklü ve sosyalist karakterde bir siyasal savaşımı koyuyordu.

Ne Yapmalı’nın bir diğer ana vurgusu işçilere siyasal sınıf bilincinin dışarıdan taşınmasının gerekliliğiydi. Lenin’in yaklaşımına göre, işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesi ancak sendikal bilinci üretebilirdi, bu nedenle sosyal-demokrat siyasal bilinç ancak işçilerle işveren arasındaki ilişki alanının dışından, bütün sınıf ve katmanların devletle ve hükümetle ilişki kurduğu bütün sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiler alanından edinilebilirdi.11Age, s. 90

Lenin’in bilinç taşıma sürecine ilişkin yaklaşımı, genel anlamıyla bir entelektüel düzey yükseltimini değil, özel olarak sosyal-demokrat siyasal bilincin işçi kitleleri içerisinde örgütlenmesini öngörüyordu. Bu nedenle, işçilerin bilinçlendirmesi sorununda işçilerin genel bilgi düzeyi olarak aydınlarla aynı düzeye gelmesini savunan pedagojik yaklaşımı reddederek işçilerin özel olarak parti eylemi bakımından aydınların düzeyine taşınabileceği bir yaklaşımı öne çıkarıyordu. 12Age, s. 142 Lenin’in bilincin dışarıdan taşınması ve öncünün bu süreçteki rolüne ilişkin değerlendirmeleri, düzenin işçi sınıfı üzerindeki ideolojik etkilerini de doğru bir biçimde saptıyor ve sosyalist ideolojinin işçi sınıfı kitleleri içerisindeki etkisini artıracak bir ideolojik savaşımın önemini vurguluyordu.13Bu noktada, Lenin’in modelinin ideolojik mücadelenin kazanımlarıyla, siyasal ve örgütsel düzlemler arasında kurduğu bütünlüğün altını çizmemiz gerekiyor. Bu parçalardan herhangi birini modelden çekmemiz durumunda elimizde kalacak olan bir Leninizm yorumu değil Leninist olmayan bir model olacaktır. İdeolojik mücadele ile örgüt ve siyaset düzlemleri arasındaki ilişkiye ilişkin daha ayrıntılı bir değerlendirme için dergimizin daha önceki sayılarında yer alan bir değerlendirmeye bakılabilir: Devrim Çetinocak, İdeoloji Üzerine, Devrim Sayı 3, https://dsosyal.com/devrim/sayi-3/ideoloji-uzerine/

Son olarak Lenin, tüm bu görevleri yerine getirebilecek bir devrimci teoriyle donanmış bir devrimciler örgütünü tüm bu sürecin merkezine yerleştiriyordu. Kendiliğindenlik güçlendikçe böylesi bir örgüte ve örgütün daha da sağlam biçimde kurulmasına olan ihtiyacın artacağını14Age, s.136 saptayan Lenin, bu örgütü hareketin sürekliliği ve istikrarının güvencesi olarak görüyordu. Partiye kılavuzluk edecek bir devrimci teorinin önemini arttıran temel olgular ise kapitalizmin toplumların gelişimi ile siyasal, ideolojik ve örgütsel görevlerin karmaşıklaşması, böylesi bir karmaşık tabloya ancak güçlü bir devrimci teoriye ve siyasal deneyime yaslanarak yanıt verilebilecek oluşuydu.

Bugün Türkiye’de Ne Yapmalı?

Günümüzde Türkiye’de de “Ne Yapmalı?” sorusuna verilecek yanıt, Rusya’daki modelin bir kopyasının yaratılmasından değil, Lenin’in düşüncesinin temelinde yatan unsurların doğru bir biçimde algılanarak Türkiye ölçeğinde mevcut tarihsel duruma yanıt verecek biçimde yeniden üretilmesinden geçiyor.

Bunun için öncelikle mevcut durumun gerçekçi bir saptamasının yapılması gerekiyor. Türkiye’de AKP yıllarda yükselen halk hareketi ve özel olarak Haziran Direnişi’nin ortaya koyduğu tablo sosyalist hareketin birkaç ufak değişiklikle kurtarılamayacak derin bir kriz içerisinde olduğunu ortaya koydu. Ülke tarihinin en kitlesel halk ayaklanmasının önüne koyduğu siyasal görevleri yerine getirmemede en somut halini alan bu durum, bugün de bir çaresizlik ve inançsızlık hali olarak kendisini dışa vuruyor. Bu tablonun bir kez saptanması bizleri Türkiye sosyalist hareketinin yeniden kuruluşu görevi ile karşı karşıya getiriyor.

Sorunun kaynağında nesnellik ile devrim hedefi arasında ilişki kuramama ve bunun sonucu olarak hedefin ortadan kalkması olduğu ölçüde, önümüzde ikili bir görev beliriyor. Bunlardan ilki, Türkiye’de sınıflar mücadelesindeki mevcut denge ile sosyalizm hedefi arasındaki boşluğa yerleşen bir devrimci stratejinin ve bunun üzerine inşa edileceği devrimci teorik temelin oluşturulması. İkincisi ise bu stratejik yaklaşımın ürünü olacak siyasal ve ideolojik bütünlüğün işçi sınıfına ve geniş halk kitlelerine öncülük etmesinin güvencesi olacak devrimci örgütün inşası. Bu iki güncel görev, sosyalist hareketin ülke ölçeğinde kendisini gerçek bir siyasal seçenek olarak inşa etmesinin de önkoşullarını oluşturmaktadır.

Notlar:

[1] Devrim Çetinocak, “Devrimi Aramak: Strateji Tartışmalarına Giriş”, Devrim, Sayı: 1, Ocak 2020 Kaynak: https://dsosyal.com/devrim/sayi-1/devrimi-aramak-strateji-tartismalarina-giris/

[2] György Lukacs, Lenin’in Düşüncesi: Devrimin Güncelliği, çev. Mehmet R. Zaralı, İstanbul: Belge Yayınları, 1979, s. 27

[3] V.I. Lenin, “Halkın Dostları Kimlerdir? Ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?”, çev. Vahap S. Erdoğdu, Ankara: Sol Yayınları, Dördüncü Baskı, s. 178

[4] Benzer bir dönemlendirme için: Lars T. Lih, Lenin: Farklı Bir Yol, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

[5] V.I. Lenin, “Ne Yapmalı?”, çeviren: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, Ankara 2016, s. 193-195

[6] Age, s. 144

[7] Yığınların kendiliğindenliğindeki yükseliş açısından benzerlikler taşıdığını söylediğimiz iki ayrı tarihsel süreç, bir yandan da bu kendiliğinden hareketlerin içerisindeki işçi sınıfı hareketi ağırlığının düzeyi bağlamında ciddi farklılıklar taşıyordu. Burada yazımızın odağını oluşturmayan bu konuyu sonraki sayılarımızda daha ayrıntılı bir şekilde ele alacağız.

[8] Age, s. 66

[9] Age, s. 96

[10] Age, s. 25

[11] Age, s. 90

[12] Age, s. 142

[13] Bu noktada, Lenin’in modelinin ideolojik mücadelenin kazanımlarıyla, siyasal ve örgütsel düzlemler arasında kurduğu bütünlüğün altını çizmemiz gerekiyor. Bu parçalardan herhangi birini modelden çekmemiz durumunda elimizde kalacak olan bir Leninizm yorumu değil Leninist olmayan bir model olacaktır. İdeolojik mücadele ile örgüt ve siyaset düzlemleri arasındaki ilişkiye ilişkin daha ayrıntılı bir değerlendirme için dergimizin daha önceki sayılarında yer alan bir değerlendirmeye bakılabilir: Devrim Çetinocak, İdeoloji Üzerine, Devrim Sayı 3, https://dsosyal.com/devrim/sayi-3/ideoloji-uzerine/

[14] Age, s.136

Döviz ile destek olmak için Patreon üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Türk Lirasıyla destek olmak için Kreosus üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Devrim dergisini dijital ya da basılı olarak edinmek, abone olmak için Shopier’daki mağazamıza göz atabilirsiniz.