Cumhuriyet, ülkenin geçirdiği iki modernleşme süreci ile süreklilik sağlasa da burada biriken krizlere radikal bir yanıt veren kopuşu temsil etti.
Ülkemizde, Cumhuriyet söz konusu olduğunda özellikle liberal ve gerici tarih anlatımı köksüzlük üzerinde ortaklaşır. Gericiler açısından Cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğu’nu ortadan kaldıran ve bu ülkenin haşmetli tarihi ile ilişkisi olmayan ‘kısa reklam arası’ iken, liberallere göre de her kötülüğün kaynağı, bir avuç asker-bürokratın tepeden dayattığı dolayısıyla toplumsal zemini ve kökü olmayan yönetim biçimidir. Ancak bu kesimler bütün köksüzlük iddialarına rağmen Cumhuriyet düşmanlığını 1923 ile ortaya çıkan tarihsel kesitten değil Tanzimat’tan başlatırlar1Yalçın Küçük bu durumu: “Türk gericiliği, Türk ilericiliğinin başlangıcına hücum etmiştir.” Şeklinde yorumlar. Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler 2, Tekin Yayınevi, İstanbul, s.589. Kendi tezleri için tutarsızlık göstergesi olan bu durum bizim açımızdan bir doğruya işaret eder. Cumhuriyet; Tanzimat, Anayasacılık ve Meşrutiyet gibi süreçlerle kendisini gösteren modernleşme tarihimizin iktidar deneyimi yaşamış son halkasıdır2Fikir Kulüpleri Federasyonu, “Gelecek Günler İçin Gençliğin Sözü: 29 Ekim’de 29 Madde, 29 Ekim 2018, s. 6, Madde: 3 Kaynak: https://fkf.org.tr/gelecek-gunler-icin-gencligin-sozu-29-ekimde-29-madde/.
Yukarıda anlatılanlara ek olarak Türkiye sosyalist hareketinin ülke modernleşmesine bakışı AKP’nin yarattığı tahribatın da etkisi ile belli anlamlarda olumlu bir noktaya ulaştı. Ancak solun, Cumhuriyet ile kurduğu ilişki; laiklik-cumhuriyetçilik temalarıyla salt ideolojik olarak ilişkilenme gibi yanlış bir alanda dururken sol kendi tarihsel gelişimini, 200 yıllık modernleşme sürecinin dışında tanımlama gibi pek de Marksist olmayan bir yerden kurmaya devam ediyor3Devrim Çetinocak,”Sosyalist Hareket Köksüz Mü?” Yeni Yazılar, Sayı:14, Mayıs-Haziran 2019 s. 24. Türkiye modernleşmesi ile sosyalist hareketin dinamiklerinin çakıştığını ve bir sürekliliğe işaret ettiğini daha önce çeşitli vesilelerle söylemiş olduk. Bunu bir kez daha not ederek, Osmanlı’nın son 200 yılına damgasını vuran ve en nihayetinde Cumhuriyet’in kuruluşu ile taçlanan modernleşme sürecine yakından bakalım.
İlk Deneme: Tanzimat
Osmanlı, dünyada yaşanan gelişmelere ayak uyduramadı ve devletin o güne kadar alışagelmiş yapıları çürüyerek yıkılmaya mahkûm hale geldi. Tanzimat, tam da bu zamanda; devletin bütün yapılarının işlevsiz hale geldiği, ekonomik ve sosyal olarak çöktüğü anda, devleti kurtarmak isteyenler tarafından bir reformlar bütünü olarak sunuldu. Kimileri tarafından sadece yabancı devletlere sunulan imtiyazlar olarak tanımlanmaya çalışılan bu dönem, 18. yüzyıl itibari ile ortaya çıkmaya başlayan yeni toplumsal sınıfların ve merkezi bürokrasinin Osmanlı içerisinde hâkim ittifak haline dönüşmesinin bir sonucu olarak algılanmalı.
Tanzimat, ülkenin içerisinde bulunduğu durumun sebebi olarak mevcut rejimi gördü ve ülkeyi kurtarma reçetesini modernleşmede buldu. Bu sebeple Tanzimat’ı sadece ve sadece çöken devletin kurumlarının iyileştirilmesi çabası veya dışsal bir müdahale olarak kabul etmek; değişen dünya düzenini, toplumsal dinamikleri ve ülkenin, bundan sonra gireceği yolu görmemize engel olur4Fikret Tanyeli,”Kökümüzde Tanzimat Var ”Yeni Yazılar, Sayı: 14, Mayıs-Haziran 2019 s. 28. Tanzimat, yani modernleşme tarihimiz ilk dönemi, ülkeyi kurtarma isteğinin ilk adımı olarak görülmelidir. Türkiye ilericileri, modernleşme çabalarından itibaren kendisini ülkeye karşı sorumlu hissetti ve yıkma misyonundan daha fazla kurma-kurtarma görevini taşıdı. Bu durum, Yalçın Küçük’ün anlatımında “Avrupa ve Rusya’da yıkmak için işe başlayan aydın Türkiye’de kurmak için doğdu”5Yalçın Küçük, a.g.e. s. 560 şeklinde ifade edilir. Ancak Tanzimat reformları söz konusu olduğunda, bütünlüklü bir siyasi iradeden daha fazla ülkenin içinde bulunduğu iç ve dış siyasal krizlere çözüm üretmeye çalışan kanunlaştırma dalgalarından söz edebiliriz. Zaten bu dönemin ürünü olarak ortaya çıkan Yeni Osmanlılar, disiplinli bir örgütten çok temel siyasal-ideolojik noktalarda ortaklaşmış ancak aralarında önemli farklılıklar bulunan gevşek bir hareket olarak kaldı6Gökhan Atılgan, Cenk Saraçoğlu, Ateş Uslu (Yay. Haz.) Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat, Yordam Yayınları, 2015 içinde Atilla Aytekin, “Kapitalistleşme ve Merkezileşme Kavşağında” s. 69. Bu durum kimi reform denemeleri ve yönetimsel değişikliklere rağmen iktidarın tesis edilememesinin de sebeplerinden biri oldu. Tanzimat, bütün reformlar silsilesi ve Anayasa’nın ilanına rağmen gericilerin tam iktidarı yani Abdülhamit dönemi ile son buldu.
Genel değerlendirmenin ardından Tanzimat reformlarına ve getirdiklerine göz atalım. Öncelikle bir dönem tarifi yapacak olursak; Tanzimat, 1839 yılında okunan ferman ile başlayan ve Kanun-i Esasi’nin ilanına kadar olan süreyi kapsar. Bu süre boyunca yapılan bütün düzenlemeler ve siyasal gelişmelerin temelde dört hedefi vardır; devlet mekanizmalarının demokratikleşmesi, kanunlaştırma dalgası, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve sekülerleşme7Atilla Aytekin, a.g.e. s. 62.
Tanzimat Fermanı’nda yer alan hükümlerle birlikte Osmanlı içerisinde yaşayan unsurların hukuk önünde eşitliğine, vergi ve askerlik uygulamalarına ilişkin adımlar atıldı. Sonraları düzenlenen Ceza Kanunu (1840-1851, 1858) hukuk alanında kısmi sekülerleşme getirdi. Tanzimat dönemine ruhunu veren ana unsur, Osmanlı içerisinde yaşayan uyruklarının hukuk önünde eşitliğine dayanan Osmanlı birliği fikridir. Bu fikir Islahat Fermanı (1856) ile yinelenirken, 1869 yılında çıkarılan Tabiiyet-i Osmanlı Kanunu ile vatandaşlık hakları düzenlendi ve Osmanlı uyruklarını din esasına göre kategorize eden millet sistemine son verildi. Yurttaşlık konusunda atılan bu önemli adımlar ilk anayasaya yansıdı ve 1876 Kanun-i Esasi’de şu şekilde yer aldı: “Devlet-i Osmaniyye tâbiiyetinde bulunan efradın cümlesine her hangi din ve mezhepten olursa olsunlar bilâ istisna Osmanlı tâbir olunur.”8Halil İnalcık, Mehmet Seyitdanlıoğlu (Der.), Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2015 içinde Halil İnalcık “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu” s. 108
Bu döneme damga vuran bir diğer hadise ise karar alma süreçlerinin demokratikleşmesine ilişkin adımlar oldu. Merkezden başlayarak padişah ve sadrazamın yetkilerini kısıtlamak için meclisler oluşturuldu. Bu meclislerden en bilineni, döneminde parlamento olarak algılanan Şura-yı Devlet’tir (1868). Ayrıca eş zamanlı olarak işlevleri ve yöntemleri zaman zaman değişen taşra meclisleri de oluşturuldu, 1864’te kurulan Meclis-i Umum-i Vilayet’in tüm üyeleri seçimle belirlenirken Müslüman olmayan unsurların seçimlere katılımı güvence altına alındı9Halil İnalcık, Mehmet Seyitdanlıoğlu (Der.), Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2015 içinde Mehmet Seyitdanlıoğlu“Divan-ı Hümayundan Meclis-i Mebusan’a Osmanlı İmparatorluğunda Yasama” s. 377. Seçimlerin güvenilirliğinin ve iktidarı kısıtlamanın sınırları da olsa bu dönemde gerçekleşen uygulamalar, kanunlaştırma ve merkezileşme yönünde önemli adımlar oldu.
İki Uğrak Bir Devrim
Ferman ile başlayan kanunlaştırma ve merkezileşme hamlelerini yetersiz bulan ve anayasanın ilanını talep eden Yeni Osmanlılar, 1876’da Abdülaziz’in tahtan indirilmesinde rol alarak I. Meşrutiyet’in ilanında önemli bir yer tuttu. Ancak yukarıda da belirttiğim üzere Yeni Osmanlılar, bir siyasi yapıdan çok ortak noktalarla hareket eden aydın grubudur. Temelde ortaklaştıkları noktalar ise anayasal meşruti düzen ve Osmanlı vatandaşlığıdır. Ülkenin ilk anayasasının ilanında rol oynayan bu ekip, iktidarı sınırlama ve mutlak monarşiyi sonlandırma noktasında başarısız oldu. Kanun-i Esasi; yurttaş hakları, özgürlükler ve hukuk alanında önemli değişiklikler getirmesine rağmen sultana verdiği sınırsız yetkilerle kalıcı bir rejim değişikliği yaratamadı. Nitekim Abdülhamit, anayasanın kendisine verdiği yetkileri kullanarak 93 Harbi bahanesi ile meclisi kapattı.
Meşrutiyet kalıcı bir rejim değişikliğine yol açmadığı için devrim olarak değerlendirilemez. Tanzimat’ın ilanından başlayan ve ilk meşrutiyet deneyimine kadar uzanan süreç, Türkiye modernleşme hareketinin birinci dalgasını oluştururken bu dönem Abdülhamit’in despotlaşacak yönetimi ile sona erer. Yazının başında gericilerin modernleşme tarihine bakışına ilişkin bir açıklamada bulunmuştum. Kuşkusuz ülke kuruluş dinamiklerine düşman olan gericilerin Osmanlı’nın son 100 yılında sahiplenebilecekleri padişahın Abdülhamit olması, eski rejimin modernleşme karşısında kazanan tek sultanı olmasından kaynaklanır.
30 yıl sürecek olan istibdat dönemi, İttihat ve Terakki’nin önderliğinde, 1908 Devrimi ile son buldu. Fransız Devrimi’nin 100. yılına denk gelen tarihte, Tıbbiye öğrencileri tarafından İttihad-ı Osmani adıyla kurulan cemiyet, sonraki yıllarda yaşanan çeşitli birleşmelerle bilindik adını yani, İttihat ve Terakki ismini aldı. Kuruluşunu 1789 ile ilişkilendiren cemiyet, bu anlamada kendisini Fransız Devrimi’nin getirdiği düşünsel birikim ile tanımlarken “birlik ve ilerleme” ismini tercih ederek kendisinden önceki modernleşme hareketinin temel taleplerinin taşıyıcı ve devamcısı olduğunu da belirtti. İttihatçılar, tıpkı önceki dönem Anayasacıları gibi hukukun üstünlüğüne dayanan anayasal bir monarşi ön görürken, ülkenin birliğini Osmanlı üst kimliğinde aradılar10Gökhan Atılgan, Cenk Saraçoğlu, Ateş Uslu (Yay. Haz.) Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat, Yordam Yayınları, 2015 içinde Ateş Uslu, Atilla Aytekin, “Burjuva Devrimi ve Savaşın Belirsiz Sınırlarında” s. 118. Ancak İttihatçılar, Genç Osmanlıların aksine disiplinli ve programlı siyasal yapı oluşturmayı başardılar.
1908 yılına giden süreçte elbette çok farklı yapılar ve hareketler meydana çıktı. Hareketlerin her birini tek tek incelemek imkânsız ve bu yazının sınırlarını aşan bir durum. Mutlakiyet karşıtlığında ortaklaşan, çeşitli siyasi farklılık ve öncelikleri olan hareketlerin en bilinenleri; İttihatçılar, Prens Sabahattin Grubu, Ermeni örgütlenmeler ve Balkan bölgelerinde oluşan milliyetçi-gerilla hareketleridir. 1902’den başlayarak bu hareketleri bir arada tutmaya yönelik çeşitli denemeler olsa da adem-i merkeziyetçi yaklaşımlar, dış devletlerin yardımını alma istekleri gibi bazı ayrımlar sebebiyle birlik çabaları başarıya ulaşamadı. Ancak 1907’de Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile İttihatçıların birleşmesi ardından yapılan kongre ile anayasanın ilanı üzerinde ortaklaşan siyasal ittifak denemeleri 1908’e giden süreçte önemli bir uğrak oldu. Abdülhamit dönemi boyunca çok sayıda birlik denemesi, suikast girişimi ve halk isyanı gerçekleşti. 1907 yılına gelindiğinde mutlakiyet karşıtı muhalefetin üç ana bileşenden oluştuğunu söyleyebiliriz. Vergi düzenlemeleri gibi sebeplerle kendiliğinden dinamiklerle oluşan köylü ya da eşraf isyanları, kentli bürokrat ve subayların oluşturduğu zamanla halk içerisinde de kitleselleşmeye başlayan örgütsel yapılar (özellikle İttihatçılar) ve Balkanlarda yoğunlaşan köylü ve esnafa dayanan milliyetçi yönler de içeren gerilla hareketleri 11Ateş Uslu, Atilla Aytekin, a.g.e. s. 113.
II. Meşrutiyet böyle bir atmosferde Resneli Niyazi’nin dağa çıkması ve ardından Abdülhamit’in anayasayı tekrar yürürlüğe koyması ile gerçekleşti. Halk da bu devrimi meydanları Eşitlik, Kardeşlik, Özgürlük ve Adalet talepleriyle doldurarak karşıladı. Toplumun tarihin öznesi olabileceği fikri bu dönemde yaygınlık kazandı. Feroz Ahmad bu durumu şu sözlerle değerlendirir:
“Halk on yıl boyunca seferber edildi ve yönlendirildi; nerede istenirse orada gösteriler düzenlendi ve kalabalıklar siyasetin önemli bir unsuru haline geldi. Kalabalıklar, boykotlarda, ordu için asker toplanırken, 1913 darbesinden önce hükümete karşı yapılan gösterilerde, kapitülasyonların kaldırılması nedeniyle yapılan kutlamalarda, Kasım 1914’te cihat ya da kutsal savaş kutlamalarında kullanıldı. Aynı kalabalıklar 1918 ateşkesinden sonra da aynı ölçüde faaldirler ve olayların sonucunda önemli bir rol oynadılar.”12Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Kaynak Yayınları,2007, s. 61
Osmanlı’da iki uğrakla gerçekleşen anayasanın kabulü, 1908’de devrim ile tamamlandı. Devrim sonrasında, yeni rejimin hâkim olması o kadar da kolay olmadı. İttihatçıların yönetebilme konusundaki çekincelerinin de etkisi ile yeni oluşan hükümetlerde eski rejimin unsurları yer aldı ve toplumsal alanda gerici örgütlenmeler hız kazandı.
1908 sonrası siyasal alana; eski rejim savunucuları, İttihat ve Terakki ve yüksek bürokratlar ile yabancı çevreler tarafından desteklenen Prens Sabahattin arasındaki çekişmeler damga vurdu. Tanzimat’tan itibaren devletin modernleşmesi yönündeki ileri adımlarına karşı duran eski rejim unsurları; toplumsal hayat ile askeri alandaki dönüşüme duydukları öfkenin ve İTC karşıtlığının birikmesi sonucu 13 Nisan 1909’da (31 Mart Vakası) yeni rejimi ciddi anlamda tehlikeye sokan büyük bir isyan başlattı. İsyan, ancak başkent dışında oluşturulan gönüllü Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelmesi ile bastırılabildi.
Abdülhamit’in isyanda doğrudan payı olup olmadığı yıllardır süren tartışma konularından, ama bana kalırsa isyanın sebepleri ve sonuçları düşünüldüğünde çok da önemli olmayan başlıklardan biri. İsyanın bastırılması Abdülhamit’in tahtan indirilmesi ile sonuçlanırken, yeni rejimin tehlikede olduğunu düşünen İttihatçılar, birtakım düzenleme ve siyasal hamlelerde bulundu. Bunlardan en önemlisi Kanun-i Esasi’de yapılan köklü değişiklikler oldu. 21 Ağustos 1909 tarihinde Anayasanın 21 maddesinde ‘hakimiyet-i milliye’ adına yapılan; padişahın anayasaya bağlılık yemini etmesi, hükümetin padişaha değil Meclis-i Mebusan’a sorumlu olması ve güvenoyu zorunluluğu, padişahın sahip olduğu hakları Meclis-i Vükelâ aracılığıyla kullanabilme zorunluluğunun getirilmesi, meclislere padişah çağırmadan da toplanabilme hakkının verilmesi ve padişahın sınırsız veto hakkının kaldırılması13TDV İslam Ansiklopedisi, madde: Kanun-i Esasi, Mehmet Âkif Aydın kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/kanun-i-esasi gibi değişiklikler, mutlak monarşiyi hukuken sona erdirerek meşruti monarşinin geri dönülemeyecek şekilde kalıcılaşmasını sağladı. İkili meclis ve temsili demokrasiye dayanan, kısıtlı oy hakkı (mülk sahibi erkeklerin seçme ve seçilme hakkına sahip olması) ile sürdürülen rejim, İmparatorluk yıkılana kadar sürdü.
1909 yılından itibaren ülke siyasi tarihinde çok önemli gelişmeler yaşandı; Trablusgarb Savaşı, Bâb-ı Âli Baskını, Balkan Savaşları ve Büyük Savaş. Bütün ayrıntılarına giremeyeceğimiz bu gelişmeler, Osmanlı modernleşmesinin şekillenmesinde önemli tarihsel anları oluşturdu. İttihat ve Terakki’nin ideolojik olarak yaşadığı dönüşümden, ülke topraklarının homojenleşmesi için atılan adımlara ve katliamlara, ekonomiyi millileştirme girişimlerinden İmparatorluk’un çökmesine kadar bir dizi gelişme bu dönemde yaşandı. İttihatçılar tam iktidar döneminden itibaren kendilerini süreklileşmiş savaş içerisinde buldu, yürütmeye çalıştıkları birçok program ya bu olguya göre şekillendi ya da bu olgu sebebi ile kesintiye uğradı. Türkiye modernleşmesinin ikinci dalgasını oluşturan II. Meşrutiyet, böylesi karışık bir dönemde son bulurken sonrasına; toplumsal, ekonomik ve hukuksal kimi kazanım ve birikimlerle birlikte büyük kriz başlıkları bıraktı.
Kriz Dönemi ve Kopuş
Osmanlı I. Dünya Savaşı’ndan kaybeden olarak çıktı ve 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kaldı. Savaş, bütün dünyada büyük bir yıkımla biterken Anadolu’da 1923 yılına kadar sürecek yeni bir mücadelenin başlamasına neden oldu.
Savaşın kaybedilmesinin ardından İttihat ve Terakki kapandı ve yöneticileri yurtdışına kaçtı. Ancak orta ve alt düzey kadrolar Mondros hükümleri uygulanmaya konduğu andan itibaren çeşitli direniş örgütleri kurdu. Ayrıca işgalin çeşitli bölgelerde hızlanması ile yerel ve bölgesel direniş odakları ortaya çıkmaya başladı. Çoğu zaman eski yönetici kadroları ve yerel eşrafın önderliğinde olan bu hareketlerin her biri ayrı ayrı kurtuluş stratejilerine sahipti. Ülkede gelişmeler bu yönde ilerlerken Osmanlı merkezinde, kurtuluş stratejisi olarak yabancı bir devletin himayesinin kabullenilmesi ya da iyi bir barış anlaşması ile sınırlı bir alanda iktidarın sürdürülmesi öne çıktı. Yakın zamanda 19 Mayıs vesilesi ile gericiler tarafından ortaya atılan “padişahın kurtuluş savaşını yönetmesi için Mustafa Kemal ve kurmaylarını görevlendirdiği” fikri bu strateji içerisinde hiçbir zaman yer almadı. Saltanat, özelikle önde gelen İttihatçıların ülkeden kaçmasını fırsat sayarak eski rejimi tesis edecek ve saltanatı sürdürecek yolları aradı.
Anadolu direniş hareketlerinin merkezileşmesine kadar olan süreç Kongreler dönemi ile geçti. Kendi alanlarında savaşın yarattığı iktidar boşluğunu dolduran kongreler; maliye, istihbarat, sağlık, asker alma gibi konularda kararlar aldı ve bölgelerinde direniş hareketlerini yönetmeye çalıştı14Ateş Uslu, Atilla Aytekin, a.g.e. s. 158. 15 Mayıs 1919 İzmir’in işgali ve ardından Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ile kurtuluş mücadeleleri boyut değiştirmeye başladı. Ülkenin çeşitli yerlerinde kongreler gerçekleşse de özellikle Erzurum ve Sivas’ta yapılan kongreler, Milli Mücadele’nin merkezileşmesinde önemli rol oynadılar. Sivas Kongresi’nde Heyet-i Temsiliye’nin oluşması ve Mustafa Kemal’in başkanlığa seçilmesi, İstanbul’a alternatif bir merkezin ortaya çıkması için atılan önemli adım oldu.
Heyet-i Temsiliye’nin 27 Aralık’ta Ankara’ya taşınması ile mücadele mekânsal olarak da merkezileşmeye başlarken Ocak ayında son Osmanlı Meclisinin Misak-i Milli’yi kabulü ile mücadelenin ölçeği de belirlendi. İstanbul’un işgali ve ardından 23 Nisan 1920’de Ankara’da Meclis’in kurulması ile Türkiye ikili iktidar dönemine girdi. Bir tarafta emperyalist işgal ile mücadelenin temsilcisi haline gelen Ankara bulunurken diğer tarafta işgalci kuvvetlerle anlaşarak iktidarını devam ettirmeye çalışan saltanat yer almaktaydı. Nitekim Ağustos ayına gelindiğinde İstanbul, Sevr Antlaşması’nı imzalayarak iktidarını korumayı hedefledi, ancak Ankara’da kurulan Meclis, bu anlaşmayı kabul etmediğini bildirerek kurtuluş mücadelesini yönetti. Bir parantez açıp Milli Mücadele’nin yürütülmesinde, dünyada değişen dengelerin ve Ekim Devrimi’nin emperyalistler üzerinde yarattığı etki ile Sovyetlerin doğrudan Ankara’ya yaptığı yardımların önemli payı olduğunu belirtelim.
Cumhuriyet, ikili iktidar döneminin yarattığı krizde şekillenmeye başladı. Meclis’in Ankara’da kurulmasından itibaren savaş, yer yer mücadelenin hedefinin sultanı kurtarmak olduğu belirtilse de, fiiliyatta saltanat ve emperyalistlere karşı yürütülen bir noktaya taşındı. Nihayet savaşın kazanılması ve Lozan görüşmelerinin (20 Kasım 1922) başlamasına giden süreçte saltanat 1 Kasım 1922’de kaldırıldı. İngilizlerin, Lozan’a İstanbul’u da davet etmesi15Feroz Ahmad, a.g.e. s. 67, saltanatın kaldırılmasını iktidarın tekleşmesi16Milli Mücadele boyunca Mustafa Kemal iktidarını sağlayabilmek adına padişah dışında da kimi unsurlarla kavgaya girdi. Karakol Cemiyeti’nin tasfiyesi, Çerkes Ethem Olayı, gerici isyanlar ve ülke içindeki sol grupların tasfiyesi bunlara örnek olarak verilebilir. Yazının sınırını aştığı için bu alanlara girilmedi. Bu durum, siyasal tercihten çok biçimsel bir kısıtlılık olarak algılanmalı. için zorunlu hale getirdi.
Ankara, iktidarı bir daha gökyüzüne kaptırmamak adına radikalleşmek zorundaydı. Cumhuriyet her şey bir yana ülkenin içinde bulunduğu işgale ve krize aynı anlama gelmek üzere ülkenin varlık sorununa devrimci bir yanıt olarak ortaya çıktı. Önce ikili iktidar yapısının ortaya çıkması, ardından saltanatın kaldırılması ve Lozan Antlaşması’nın imzalanması ile devletin garanti altına alınması ve sonrasında Cumhuriyet’in ilanı. “Efendiler yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” dendiğinde aslında iktidar hanedandan alınmış, sıra siyasi gücü kalmayan hilafetin kaldırılmasına gelmişti.17Cumhuriyet sonrasında yaşanan toplumsal dönüşüm, siyasal gelişmeler ve Cumhuriyet’in ortadan kaldırılması başka bir yazının konusudur. Bu sebeple, modernleşme tarihimizin üçüncü dalgasını oluşturan bu dönemi siyasal iktidarın alınması ile sonlandırıyorum.
Cumhuriyetçiliğin düşünsel düzeyde Türkiye aydınında yer edindiği bilinen bir gerçek. Ancak hiçbir zaman ülkenin içinde bulunduğu krizlere bütünlüklü bir siyasal program olarak sunulmadı. Bu topraklarda Cumhuriyet, kriz ve savaş yıllarında ülkenin kurtuluş reçetesi olarak ortaya çıktı. Ülkenin modernleşme tarihi boyunca oluşturduğu birikime dayanan kadrolar, savaşın getirdiği yıkım ile Cumhuriyet fikrine ulaştılar. Cumhuriyet, ülkenin geçirdiği iki modernleşme süreci ile süreklilik sağlasa da burada biriken krizlere radikal bir yanıt veren kopuşu temsil etti.
İki gerici çetenin, önce Cumhuriyet birikimlerini ortadan kaldırdığı sonrasında ise iktidar mücadelesinde ülkeyi sürükledikleri uçurumun sonucu olarak ortaya çıkan darbe girişiminin, yıl dönümü vesilesi ile ülkenin modernleşme tarihini inceledik. Bugün sadece ülkemizde değil bütün dünyada sermaye, cumhuriyetlerin tarihsel birikimine saldırı halindeyken yine bütün dünyayı kapsayan bir kriz içerisindeyiz.
Cumhuriyet’in sınıfsal aidiyeti, gericilere verdiği tavizler ve sermayenin saldırganlığı Cumhuriyet’i ortadan kaldırdı. Türkiye modernleşmesi, kendinden önceki dönemlerin krizlerine üretebildiği yanıtlar ölçüsünde ileriye atılabildi. Cumhuriyet’in krizi ise sınıfsal konumundan kaynaklandı. İleri atılmak artık ülkenin krizlerine devrimci yanıtlar üretebilecek olan bizlerin elindedir.
Notlar:
[1] Yalçın Küçük bu durumu: “Türk gericiliği, Türk ilericiliğinin başlangıcına hücum etmiştir.” Şeklinde yorumlar. Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler 2, Tekin Yayınevi, İstanbul, s.589
[2] Fikir Kulüpleri Federasyonu, “Gelecek Günler İçin Gençliğin Sözü: 29 Ekim’de 29 Madde, 29 Ekim 2018, s. 6, Madde: 3 Kaynak: https://fkf.org.tr/gelecek-gunler-icin-gencligin-sozu-29-ekimde-29-madde/
[3] Devrim Çetinocak,”Sosyalist Hareket Köksüz Mü?” Yeni Yazılar, Sayı:14, Mayıs-Haziran 2019 s. 24
[4] Fikret Tanyeli,”Kökümüzde Tanzimat Var ”Yeni Yazılar, Sayı: 14, Mayıs-Haziran 2019 s. 28
[5] Yalçın Küçük, a.g.e. s. 560
[6] Gökhan Atılgan, Cenk Saraçoğlu, Ateş Uslu (Yay. Haz.) Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat, Yordam Yayınları, 2015 içinde Atilla Aytekin, “Kapitalistleşme ve Merkezileşme Kavşağında” s. 69
[7] Atilla Aytekin, a.g.e. s. 62
[8] Halil İnalcık, Mehmet Seyitdanlıoğlu (Der.), Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2015 içinde Halil İnalcık “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu” s. 108
[9] Halil İnalcık, Mehmet Seyitdanlıoğlu (Der.), Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2015 içinde Mehmet Seyitdanlıoğlu“Divan-ı Hümayundan Meclis-i Mebusan’a Osmanlı İmparatorluğunda Yasama” s. 377
[10] Gökhan Atılgan, Cenk Saraçoğlu, Ateş Uslu (Yay. Haz.) Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat, Yordam Yayınları, 2015 içinde Ateş Uslu, Atilla Aytekin, “Burjuva Devrimi ve Savaşın Belirsiz Sınırlarında” s. 118
[11] Ateş Uslu, Atilla Aytekin, a.g.e. s. 113
[12] Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Kaynak Yayınları,2007, s. 61
[13] TDV İslam Ansiklopedisi, madde: Kanun-i Esasi, Mehmet Âkif Aydın kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/kanun-i-esasi
[14] Ateş Uslu, Atilla Aytekin, a.g.e. s. 158
[15] Feroz Ahmad, a.g.e. s. 67
[16] Milli Mücadele boyunca Mustafa Kemal iktidarını sağlayabilmek adına padişah dışında da kimi unsurlarla kavgaya girdi. Karakol Cemiyeti’nin tasfiyesi, Çerkes Ethem Olayı, gerici isyanlar ve ülke içindeki sol grupların tasfiyesi bunlara örnek olarak verilebilir. Yazının sınırını aştığı için bu alanlara girilmedi. Bu durum, siyasal tercihten çok biçimsel bir kısıtlılık olarak algılanmalı.
[17] Cumhuriyet sonrasında yaşanan toplumsal dönüşüm, siyasal gelişmeler ve Cumhuriyet’in ortadan kaldırılması başka bir yazının konusudur. Bu sebeple, modernleşme tarihimizin üçüncü dalgasını oluşturan bu dönemi siyasal iktidarın alınması ile sonlandırıyorum.