Direnişin güncele etkileri hak ettiği değeri görürse hem direniş “Ne günlerdi ama”nın ötesine taşınarak güncel bir başlığa dönüşür hem de kolektif hafızamızın değerli bir parçası haline gelir.
Üzerinden 7 yıl geçti. Gezi Parkı’nın savunulması ile başlayan Haziran Direnişi bugün hem çok yakın hem de çok uzak. Bu derginin yazarlarının da aktif olarak içinde yer alması nedeni ile anılarımız hala taze, ancak konumuz okurlarımızın özellikle yaşça en küçük olanları için olsa olsa uzaktan takip ettikleri ve anlamaya çalıştıkları bir toplumsal olaydan ibaret görülebilir. Bu nedenle direnişin aktif birer parçası olanların dikkat ettiği, aklında yer eden ya da kafasına takılan olgularla direnişi dışarıdan takip etmiş ya da sonradan duymuş birisinin gözünde canlananlar arasında dikkate değer bir fark olacaktır.
Bu fark, direnişin güncele etkilerine odaklanarak giderilmezse gelecekte farklı yaş gruplarının birbirlerine yönelik “Gezi deneyiminden yoksun olmak” ve “geçmişe takılıp kalmak” gibi eleştirilerine ve suçlamalarına da kapı açabilir. Daha da fenası, bu eleştiriler muhtemelen haklı olacaktır. Tersine, direnişin güncele etkileri hak ettiği değeri görürse hem direniş “Ne günlerdi ama”nın ötesine taşınarak güncel bir başlığa dönüşür hem de kolektif hafızamızın değerli bir parçası haline gelir. Bu yazının hedefi; yurtseverlik, özgürlük ve halkın kendi kaderini eline alması gibi Gezi’de öne çıkan üç temel başlığın güncele etkileri üzerinden bahsettiğimiz ihtiyaca bir katkı sunmak olacak.
Devrimci Mücadele, Türkiye ve Yurtseverlik
Dünyayı kökünden sarsma, her şeyi en temelinden başlayarak değiştirme uğraşı olarak devrimcilik, ülke ölçeğinden başlayarak yol almak zorunda oldu hep. Bu zorunluluk, işçi sınıfı devrimcilerinin kendi ülkelerinin temel problemlerine vereceği yanıtların önemini artırırken; verilecek tarihsel yanıtlar üzerinden sınıfın iktidarına uzanması gibi bir yol haritasına da işaret etti. Dolayısıyla, tarihsel çıkarları evrensel olan “Proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi, içerik açısından olmasa bile biçim açısından, öncelikle ulusal bir mücadeledir.”1K. Marx, F. Engels, Komünist Parti Manifestosu, İleri Kitaplığı, 2017, s. 23. “Proletarya öncelikle siyasal egemenliği ele geçirmek, kendisini ulusal sınıf konumuna yükseltmek, kendisini ulus olarak kurmak zorunda olduğu sürece, hiçbir şekilde burjuva anlamıyla olmamakla birlikte, henüz kendisi de ulusaldır.”2K. Marx, F. Engels, A.g.e., s. 32.
Türkiye’de devrimci mücadelenin tarihi de istisna değil. Milli Mücadele’den itibaren Türkiye’de devrimciler ülkenin bağımsızlığı için mücadele verirken sosyalizmin toplumsallaştığı 60’lı yıllarda da Türkiye’nin bağımsızlığı ve kalkınması solun mücadele başlıkları oluyordu. Gezi’ye giden süreçte ise mücadeledeki merkezi unsurlardan biri olması gereken yurtseverlik, sosyalistler açısından bir iç tartışma başlığı durumuna gerilemişti. Öyle ki, esasında kendi ulusal burjuvazisini ya da aynı anlama gelmek üzere ulusal burjuva iktidarlarını desteklemek anlamına gelen ulusalcılık eleştirisi sola yöneltiliyor, bu eleştirinin “enternasyonalist” sahipleri ise AKP ile zaman zaman iş birliği yapmaktan çekinmiyordu.
İşler sol açısından bu anlamda hiç de parlak değilken ay-yıldızlı bayraklarla bu memleketin ve onun değerlerinin sahibi olma iddiasını da içeren bir isyanın patlak vermesi bu anlamda tartışmaları (en azından bir süreliğine) bitirmiş oldu. Bugün Gezi’yi ve Haziran Direnişi’ni yeniden değerlendirirken; ülkenin geleceğini kurma, ülkeyi ileri taşıma, bağımsızlık iddiasını gerçek kılma gibi devrimcilere ait görevlerin toplumsal karşılıklarının ne denli güçlü olabileceğini göstermesi açısından sahip olduğu değer de özellikle vurgulanmalı. Bahsettiğimiz karşılık ve potansiyel hala yerinde duruyor. Şimdilik eksik olan ise bu iddiaları gerçekleştirebileceğini gerçekçi olarak gösterebilecek bir örgütlülük ve özne.
Gericiliğe Serbestlik Değil Laikliğe Özgürlük
İnsanlığın ilerleme sürecinin önemli bir bileşeni olan özgürlük kavramı ile serbestlik birbirleriyle sıkça karıştırılır ve birbirinin yerine kullanılır. Kabaca ifade etmek gerekirse özgürlük, insanın ve insanlığın önünde yer alan doğa tarafından ya da insanlığın kendisi tarafından konulmuş engellerin, zincirlerin ve prangaların ortadan kaldırılması iken serbestlik kişinin veya grubun herhangi bir durumda herhangi bir eylemi gerçekleştirme ya da gerçekleştirmeme tercihini yapabilmesi anlamına gelir. Özgürlük, tarihsel ve toplumsal olan ve aynı zamanda ilerleme ile birlikte anılması gereken pozitif bir kavramken; serbestlik herhangi bir duruma uygulanabilecek ve durumuna göre negatif ya da pozitif bir anlam taşıyabilecek nötr bir kavramdır.
Bahsettiğimiz soyut kavramların içinde bulunduğumuz gericilik çağının da etkisiyle tekil tekil kişiler tarafından tam olarak bilinmemesi ve karıştırılması hoş görülebilir elbette. Ancak bu karıştırma halinin merkezi ölçekte yapılması basit bir hatanın ürünü değil siyasal ve ideolojik mücadeledeki mevcut bir durumun yansıması olarak değerlendirilmelidir. Gezi’ye giden süreç, işte bu anlamda ciddi bir dönüm noktası olarak anlam kazandı. Bir yandan serbest piyasanın ve aynı anlama gelmek üzere vahşi kapitalizmin önündeki tüm engellerin kaldırılması gibi ekonomik alandaki “özgürleşme” gerçekleşirken siyasal alanda da türban tartışmaları ile özgürlük kavramı iğdiş ediliyordu. İşte bu süreçte Cumhuriyet’in kazanımlarını ve laikliği savunmak özgürlük düşmanlığı olarak algılanırken, yağmanın önündeki engellerin kaldırılmasını ve kadının esaretini savunmak özgürlükçülük olarak yansıtılabiliyordu. Haziran, durumu tersine çevirdi.
Özgürlük kavramı ve özgürlük mücadelesi yeniden tarihsel anlamına kavuştu. Gericiliğin önündeki engellerin kaldırılması bir yana, tam tersine özgürlüğün en önemli kıstasların birinin de insanı esir eden gericiliğe karşı mücadele, yani laiklik mücadelesi olduğu hatırlandı.3Gezi’ye giden süreçte ODTÜ Ayakta’nın ardından kurulan Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun Haziran Direnişi sonrasında tartışıp kabul ettiği “Gençliğin Mücadele Programı” Gezi sonrasında bu ilişkiyi doğru biçimde ifade eden ilk metinlerden birisi olma özelliğini taşıyor: “Özgürlük ve laiklik bir bütündür. Gericiliğin kol gezdiği, hayatın dini kurallara göre belirlendiği bir ülkede özgürlükten söz edilemez.” (https://fkf.org.tr/gencligin-mucadele-programi/) Gericilerin ve yobazların toplumsal alanı dönüştürme çabalarının vurgulanmasının “laikçi teyzeler”in evhamları değil de bu ülkenin gerçek gündemi olduğu görüldü. İlerlemenin ve özgürleşmenin yolunun gerici dönüşümün karşısında konumlanarak mücadele vermek olduğu kanıtlandı.
“Onu Biz Kendimiz Vaad Ettik Kendimize”
Gezi toplumsallığının önemli bir kısmının ilk gerçek kitlesel eylemliliği, 2007 yılında Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olması ve ardından ortaya çıkan 367 krizi ile birlikte gerçekleşen Cumhuriyet Mitingleri oldu. Bu mitinglerin önemli bir özelliği, mitinglere AKP eliyle gerçekleştirilen dönüşüme ayak direyen “eski düzenin unsurları”nın önderlik ediyor olması idi. Kitleler Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmak için alanları doldururken, onları yönlendirenler kendi konumlarının korumak için AKP kurmayları ile mutabakat peşindelerdi.
Halkın ciddi bir bölümü başından beri karşıydı AKP’ye. Ancak geleneksel unsurlara fazla güvendiler. İktidarın ilk yıllarında beceremeyip gitmeleri beklendi, sonra ABD’nin üstlerini çizmesi, sonra AB sürecinde tökezlemeleri… Kemalist darbe bekleyen bile oldu. Elbette olması gereken oldu, kendi gücüne değil de başka güçlere güvenenler yine yanıldı ve mücadele görevi doğrudan halkın kendisine kaldı.
Tekel Direnişi, YGS şifre eylemleri, “ODTÜ Ayakta” süreci ve tüm bunların sonunda ortaya çıkan Haziran Direnişi bu anlamda halkın daha önce güvendiği aktörlere artık güvenmediğinin bir göstergesi, kendi kaderini eline alma isteğinin ilanı oldu. Ülkenin geldiği konumdan en az iktidarın kendisi kadar sorumlu olanlara güven düzenli olarak boşa çıkınca iş başa düşmüştü.
Hikayenin sonu ise hem iyi hem de kötü bitti. İyi bitti, çünkü başlangıç noktası olan Gezi Parkı’nın yok edilmesi engellendi. Kötü bitti çünkü, isyanı Haziran Direnişi’ne çeviren toplumsallaşmanın ana talebi AKP’nin yarattığı tahribatın ortadan kaldırılmasıydı. Bu talebin temel sloganı ise “Hükümet istifa” idi. Haziran bu anlamıyla yenildiği için, geçmişte olduğu gibi düzen içi aktörlerden beklentiye girme ve seçim manevraları üzerinden sonuç alma beklentisi gibi kitlelerin yeniden edilgen bir konuma geldiğine yönelik göstergeler ağır basar hale geldi.
Bugünden Gezi’ye baktığımızda Türkiye’de özgürlük mücadelesinin artık laiklik ve Cumhuriyet kavgası ile ayrılmaz bir bütünlük içerisinde olduğunu görüyoruz. Yurtseverliğin, devrimci mücadele açısından nasıl bir zorunluluk olduğunu kavrıyoruz. Kitlelerin uzun süre öznesiz kalamayacağını, düzen dışına taşma eğilim olan unsurların dahi onları bu noktada ilerletebilecek bir devrimci örgütlülüğün yokluğunda ne kadar hızlıca düzen içine çekilebileceğini daha iyi anlıyoruz. Gezi’nin öncesinde ve sonrasında kendisini sık sık gösteren Cumhuriyetçi toplumsallığın içindeki devrimci bir damar olarak onu daha ileri bir zeminde yeniden üretmenin4“Türkiye kurtuluşu için bağımsızlığa, eşitliğe ve laikliğe; yani sosyalizme ihtiyaç duymaktadır. Devrimci cumhuriyetçilik kavramı, Türkiye’nin yaşadığı modernleşme sürecinin en ileri ucu olarak bu sayılan ihtiyaçlar için cumhuriyetçi toplumsallığın bir parçası olarak verilen mücadeleye işaret eder.” yollarını arıyoruz. Haziran’ı hüzünlenerek anılarımızı anlatabileceğimiz bir nostalji öğesi yapmayı reddediyor; onu bugüne uzanan çıktıları üzerinden yani Bugünün Haziran’ı olarak yeniden anlamayı ve anlatmayı görev ediniyoruz.
Notlar:
[1] K. Marx, F. Engels, Komünist Parti Manifestosu, İleri Kitaplığı, 2017, s. 23.
[2] K. Marx, F. Engels, A.g.e., s. 32.
[3] Gezi’ye giden süreçte ODTÜ Ayakta’nın ardından kurulan Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun Haziran Direnişi sonrasında tartışıp kabul ettiği “Gençliğin Mücadele Programı” Gezi sonrasında bu ilişkiyi doğru biçimde ifade eden ilk metinlerden birisi olma özelliğini taşıyor: “Özgürlük ve laiklik bir bütündür. Gericiliğin kol gezdiği, hayatın dini kurallara göre belirlendiği bir ülkede özgürlükten söz edilemez.” (https://fkf.org.tr/gencligin-mucadele-programi/)
[4] “Türkiye kurtuluşu için bağımsızlığa, eşitliğe ve laikliğe; yani sosyalizme ihtiyaç duymaktadır. Devrimci cumhuriyetçilik kavramı, Türkiye’nin yaşadığı modernleşme sürecinin en ileri ucu olarak bu sayılan ihtiyaçlar için cumhuriyetçi toplumsallığın bir parçası olarak verilen mücadeleye işaret eder.”