Türkiye devrimci hareketinin önünde öncelikli iki ana sorun var. Birincisi, nihai hedef ile sınıflar mücadelesinin mevcut dengesi arasındaki boşluğu dolduracak bir devrimci stratejinin inşası, ikincisi ise bu stratejinin geniş halk kesimlerinin mücadelesine ışık tutmasının aracı olacak programın oluşturulması.
Devrim dergisi önümüzdeki sayı ile yayın hayatında bir yılı dolduracak. Bu bir yıl boyunca dergimizin yaptığı tartışmaların merkez noktalarından birini Türkiye devrimci hareketinin strateji sorunu oluşturuyordu. Türkiye sosyalist hareketi, kendi tarihinin en etkisiz dönemlerinden birini yaşarken bizim için en acil konu da bu etkisizlikten çıkışın yollarını aramak olmalıydı. Kolaycılığa kaçmadan…
Devrim hedefinin gündemden kalktığı bir devrimcilik kimliğinin solumuzda baskın konumu da sosyalizm perspektifinin yerini düzen partilerinin sandığa sıkıştırdığı siyasete eklemlenmenin alması hali de hala devam ediyor. Bu kısır döngüye solu sürükleyen nedenlere yoğunlaşmakla zaman kaybetmemeyi tercih edebilirdik. Daha fazla bayrak göstererek, daha fazla cüretle ya da daha çok çalışarak kısmi bir genişleme yaratmak her zaman mümkün.
Devrim ve sosyalizm hedefi ile bugün arasında bağ kuramadığımız ölçüde bu olası genişleme kısmi olmaya da mahkum.
Etkisizliğin köklü nedenleri var ve bu nedenler kökten yanıtları gerektiriyorlar.
Bu da zor olan yolu seçmeyi gerektiriyor. İçeriksiz bir dışa vurumculuk değil, devrime ve sosyalizme giden yolun bayrağını yükseltmek… Gündemin akışına göre oradan oraya koşuşturmak değil, devrim ve sosyalizm hedefleri ile bugün arasındaki boşluğu doldurma cüretini ve iradesini sergilemek…
Bu nedenle Türkiye devrimci hareketinin önünde öncelikli iki ana sorun var. Birincisi, nihai hedef ile sınıflar mücadelesinin mevcut dengesi arasındaki boşluğu dolduracak bir devrimci stratejinin inşası, ikincisi ise bu stratejinin geniş halk kesimlerinin mücadelesine ışık tutmasının aracı olacak programın oluşturulması.
Çelişkiler, Özne ve Devrimci Strateji
Bu iki ana sorunu ele alırken akılda tutulması gereken temel olgu ise Türkiye de dahil olmak üzere tüm kapitalist toplumlarda düzen içi ara çözümlerin ya da egemen sınıfın çeşitli bölmeleri ile kurulacak geçici/kalıcı ittifaklara dayalı ara aşamaların bir seçenek olmadığı. Devrim’in ilk sayısında bu durumu şu şekilde ifade etmeye çalışmıştık:
“Devrim stratejisinin bir ülke ölçeğinde sınıflar mücadelesindeki mevcut denge ile sosyalizm hedefi arasındaki boşluğa odaklanarak şekillendirilebileceğini söylemiştik. Bize kalırsa bu boşluğun çeşitli sınıfsal ittifakların ara iktidar dönemlerini öngören aşamacı stratejilerle veya iktidar hedefini silikleştiren bir mevzi mücadeleleri bütünüyle kapatılması olanaklı değil. Bu iki yönelimin ortak noktası, bahsettiğimiz boşluğun kendisini daraltarak kapatmaya çalışmaları. Ancak eşitsiz gelişme çağında devrimci olan boşluğun kendisini daraltmak değil öznenin ve sınıfın bu boşlukta kapladığı alanı arttırmak.” 1Devrim Çetinocak, “Devrimi Aramak: Strateji Tartışmalarına Giriş,” Devrim, Sayı: 1, Ocak 2020, Kaynak: https://dsosyal.com/devrim/sayi-1/devrimi-aramak-strateji-tartismalarina-giris/
Bu yazıda “öznenin ve sınıfın boşlukta kapladığı alanı arttırmak” ifadesini açmaya çalışarak ilerleyeceğiz. Bunu yapabilmek için öncelikle bahsedilen boşluğun tam olarak hangi düzlemlerde somutlandığını saptamamız gerekiyor. Şunu saptayarak başlayabiliriz: Bahsettiğimiz boşluk, düşünsel düzlemde oluşturulmuş hedeflerle gerçekliğin kendisi arasındaki bir mesafe olarak kavranmamalı. Açmaya çalışırsak, sosyalizm ve devrim kavramları bizim için tarih dışı ideallere değil aksine kapitalist toplumun çelişkilerinin ürünü olan bir tarihsel zorunluluğa işaret ediyor. Kapitalist toplumlar sadece eşitsizlik ürettikleri ve özgürlük düşmanı oldukları için değil aynı zamanda bu eşitsizliğin ve baskının da parçası olduğu çelişkilere sahip oldukları için yıkılmaya mahkum. Bundan dolayı içlerinde devrimci dinamikleri barındırıyorlar. Aynı nedenden dolayı bu devrimci dinamikler ancak ve ancak kapitalizmden sosyalizme geçiş hedefi içerisine yerleştirildiğinde gerçek potansiyeline kavuşabiliyor.
Peki boşluk nerede? Boşluk tam da kapitalist toplumların sahip olduğu ve ortadan kaldırma yetisine sahip olmadığı çelişkilerin mantıksal sonuçları ile sınıflar mücadelesinin mevcut dengesi ve özel olarak bunun siyasal alandaki karşılıkları üzerinde somutlanıyor. Eşitsiz gelişme yasasının bir sonucu olarak kapitalist toplumların sahip olduğu çelişkiler, emperyalist zincirin farklı halkalarına eşitsiz düzeyde dağılırken belirli bir toplumsal formasyon içerisinde tanımlanabilecek farklı yapı ve süreçlere de eşitsiz olarak yansıyor.
Tam da burada birbiri ile gerilim halinde olan iki süreç işliyor. Bunlardan ilki, gelişiminin tekelci aşamasında kapitalist toplumların kendi iç çelişkilerini kontrol altında tutma yeteneğinin daha da zayıflaması, aynı anlama gelmek üzere sosyalizmin ve devrimin tarihsel zorunluluğunun pratikte de kendisini ortaya koyması. İkinci olarak ise kapitalist toplumların artan çelişkilerini yönetebilmek için yüzünü geriye dönmesi ve bunun sonucu olarak mevcut durum ile zorunlu olan arasındaki boşluğun büyümesi.
Üstelik bu yeni bir olgu da değil. Burjuvazinin iktidara geldikten sonra gericileşmesi bir kural. Ancak, bu gericileşme üzerinden çarpan etkisi yapan ve günümüzün siyasi tablosunu yaratan iki temel olgudan söz edebiliriz. Bunlardan ilki, emperyalizmin ortaya çıkışı ve kapitalizmin tekelci bir karaktere bürünmesinin gericiliğe çok daha geniş alanlar açması. İkinci olgu ise Sovyetler Birliği’nin var olduğu dönemin istisnai karakterinin burjuvazinin saldırganlığına getirdiği göreli kısıtların çözülüş sonrasında ortadan kalkmasının yarattığı yeni denge. İkinci başlık hem bugünü hem de ilk olgunun etkilerindeki göreli gecikmeyi anlamak için değer taşıyor.
Leninizm Çağı
Peki elimizde benzeri bir tabloya verilmiş devrimci bir yanıt, bu anlamıyla tarihsel bir referans noktası yok mu? Her ne kadar son 30 yıllık dönemde Ekim Devrimi’ni arkaik sayarak 19. yüzyılın Marksizm öncesi ve sonrası sosyalist pratiklerine yenilik adına referans vermek moda olsa da Leninizm tam da benzeri bir tabloya karşı geliştirilmiş bir çıkış olma özelliği taşıyordu.
Burjuvazinin gericileşmesi olgusunun sonucunda normalde burjuva devrimleri ile ilişkilendirilen bir dizi demokratik görevin işçi sınıfının üzerine yüklenmesi sorunu, Lenin öncesinde de sosyalistlerin önünde duruyordu. Lenin’in katkısı, sosyalist devrimi bu sorunların çözümünden sonra ulaşılacak bir aşama olarak görmeyip aksine bunlara da bir yanıt olarak kurgulaması oldu.
İkinci olarak, Lenin nihai hedef ile mevcut durum arasında artan boşluğu dolduracak özel bir aracı inşa etti: öncü parti. Siyasal savaşıma öncülük edebilecek bir partinin inşası ve işçi sınıfına siyasal bilincin dışarıdan taşınabileceği vurgusu devrimin güncelliği ile nesnellik arasındaki açıyı kapatmak adına özgün yanıtlar olmayı hala sürdürüyor. Bunlarla birlikte, Lenin’in devrimciler örgütünün rolüne, devrimci teoriye ve ideolojik savaşıma tanıdığı özel ağırlık da modeli bütünleyen bir nitelik taşıyordu.
Sol içerisinde Leninizme mesafeli bakmayan öznelerde dahi Leninizmin günümüz koşullarına uyarlanmasının bir çeşit seyreltme işlemi ile gerçekleşeceği yolunda yaygın bir kanı var. Biz buna katılmıyoruz. Aksine Leninizmin günümüzde ancak bir yoğunlaştırma işlemi ile uyarlanabileceğini düşünüyoruz.
Açmaya çalışalım…
Leninizm, temelde eşitsiz gelişme olgusunun damgasını vurduğu kapitalizmin tekelci aşamasına bir yanıt olarak ortaya çıktı. Günümüzde Leninizmi ortaya çıkartan nesnellik ortadan kalkmak bir yana dursun daha da gelişkin bir biçimiyle tüm kapitalist toplumların işleyişinde belirleyici hale gelmiş durumda. Bu durumun mantıksal sonucu ise mevcut duruma yönelik devrimci bir stratejinin Leninizmin temel mantığından uzaklaşarak değil bu mantığı derinleştirerek ilerlemek durumunda oluşu.
İki Ana Hedef
Bu yoğunlaştırma Türkiye örneğinde iki ana eksen üzerinden somutlanabilir. Bunlardan ilki, AKP ile zirve noktasına çıkan Cumhuriyet’in devrimci mirası ile hesaplaşma politikalarının bize yüklediği görevlerle sosyalist devrim hedefi arasında ilişki kurma. İkincisi, toplumun ve işçi sınıfının giderek karmaşıklaşan yapısı içerisinde etkili olabilecek bir öncü partinin inşası ve bu partinin sosyalist ideolojinin alanını genişletme ve egemen ideoloji içerisindeki dengeleri sarsma perspektifiyle hareket etmesi.
İlk eksenin somut yansımasına bakacak olursak… Türkiye’de AKP’nin gerici saldırganlığına karşı mücadele uzunca bir süredir sosyalist hareketin güncel siyasetle ilişki kurdukları başlıca düzlemi oluşturuyor. Bu saldırganlık bir yandan dinselleşme eliyle laikliği ortadan kaldırırken bir yandan yurttaş kategorisini tasfiye ederek bir geniş halk kesimleri ile siyasal alan arasındaki bağlantıları ortadan kaldırmayı hedefliyor. Cumhuriyet’in tüm kurum ve kazanımlarının tasfiyesi sonucunda yeni bir yapı inşa etmekte gösterilen başarısızlık ise giderek artan keyfilik ve baskı ile kapatılmaya çalışılıyor.
Bu tablo ile sosyalizm hedefi arasındaki ilişkinin kurulmasında bize göre devrimci cumhuriyetçilik kavramı hayati bir role sahip. Bize göre, devrimci cumhuriyetçilik güncelliğin bize yüklediği acil görevler ile sosyalizm hedefi arasındaki doğrudan ilişkiyi kurgulayan bir stratejik yaklaşımın ifadesi. Devrimci cumhuriyetçi strateji aynı zamanda Türkiye modernleşme tarihinin temel problematikleri ile sosyalizm hedefi arasındaki ilişkinin kurulma düzlemi olarak anlam kazanıyor. Bu alanda önümüzdeki görev ise açık: Devrimci cumhuriyetçi stratejinin geniş kitleleri örgütleyebilecek ve bu kitlelere yol gösterebilecek bir mücadele programı haline getirilmesi.
Bu program çerçevesinde atılacak adımları etkili kılmanın tek yolu ise bugünün koşullarına yanıt üreten ve bu anlamda karmaşık ve fazla sayıda dinamiğe sahip olan bir toplumda devrime doğru ilerleyebilecek bir örgütün inşası.
Cüretle, iradeyle, kararlılıkla…
Notlar:
[1] Devrim Çetinocak, “Devrimi Aramak: Strateji Tartışmalarına Giriş,” Devrim, Sayı: 1, Ocak 2020, Kaynak: https://dsosyal.com/devrim/sayi-1/devrimi-aramak-strateji-tartismalarina-giris/