Kapitalist rasyonalite olarak kendisine sunulan şeyler karşısında dehşete düşen Oblomov, arkadaşı Ştoltz’a şöyle yakınıyordu:

“Burada gerçek insan nerede? İnsanın bütünlüğü, bozulmamışlığı nerede kaldı? Nereye saklandı insan? Kendi meziyetlerini böyle ıvır zıvır için nasıl israf etti?” 1İvan Gonçarov, 2017, Oblomov, İstanbul: Yordam Edebiyat, Çev. N. Yıldırım, s. 226.

Oblomov’un soruları, kapitalizmin Rusya topraklarında yeni gelişmekte olduğu bir dönemde, ustaca yapılmış gözlemlere dayanıyor. Ama insanın kayboluşu yalnızca bununla sınırlı değil. Modern kapitalist toplumun rasyonelleşmesi aynı zamanda akıl yitimiyle birlikte yürüdü daima. Yani sorun yalnızca kapitalizmin bize “rasyonalite” olarak sunduğu şeyde değildi, bu rasyonalitenin ilerlemesi kendisini izleyen yaygın bir irrasyonalitenin de doğmasına neden oldu.

Bunun neden böyle olduğu ya da irrasyonalitenin tarih içinde büründüğü farklı veçheler bu yazının konusu değil. Bugün daha çok ağırlığını hissettiren, pandemi sonrası dünyada irrasyonalitenin “yeni normali” bu yazının ana konusunu oluşturuyor.

Aşı karşıtlığı, komploculuk veyahut Twitter’daki “garip” tartışmalar… Bütün bunların yaygınlığını kıymeti kendinden menkul bir “post-truth”un içine sıkıştıramayacaksak eğer, nedenleri üzerine düşünmemiz gerekiyor. Ve elbette bütün bu hengâmede “kaybolan” insanı bulmayı da.

İlk iş olarak, kullanılacak “kavram setine” bir açıklık getirmek istiyorum.

Akıl ve Özne

Akıl hiçbir zaman tüm toplumsal gelişmelerin üzerinde, politik olarak tarafsız bir varoluşa sahip olamaz. Daima bir toplumsal durumunun somut ilişkiselliği ile ilintilidir. Tam da bu yüzden aklın yanında ya da karşısında durmak, her tarihsel aralıkta bir toplumsal rolü belirtir.

Aydınlanmanın büyük iddiası, bir akıl çağının başlamakta olduğuydu. Böylelikle insan, nesnelliğe iradi müdahalelerde bulunabilir ve eylemlerinin sorumluluğunu alabilirdi. Kant’ın ünlü “Aydınlanma Nedir?” 2Immanuel Kant, Bir Sorunun Cevabı: Aydınlanma Nedir? makalesinde belirttiği gibi, aydınlanma kişinin ergin olmama durumundan bir kurtuluştu. Bu kurtuluşun anahtarı ise kişinin aklını kullanabilme ve akıl yürütmelerinin sonuçlarına göre hareket edebilme yeteneğiydi. O nedenle, aydınlanma çağında herkes “aklını kullanmaya cesaret et”meliydi.

Kant’ta doruğuna ulaşan bu aydınlanma düşüncesi, kendinden önceki dönemden köklü bir kopuşu da simgeliyor. Artık insanlık, nesnelliğe akılcı bir biçimde müdahale edebilir ve nesnelliğe müdahale ettiği oranda düşünme süreçlerini aynı oranda geliştirebilirdi. Çünkü Aristoteles’ten beri biliyoruz ki, insanlar yalnızca kendi sonuçlarına etkide bulunduğu şeyler hakkında ayrıntılı olarak düşünür. 3Aristoteles, 2009, Nikomakhos’a Etik, çev. Saffet Babür, BilgeSu Yayıncılık Akt. Oğuz Karayemiş, Hakikat Sonrası: Muhakeme Yetisinin Kitlesel Yitişi ve Geri Kazanılması. https://terrabayt.com/yasam/hakikat-sonrasi-muhakeme-yetisinin-kitlesel-yitisi-ve-geri-kazanilmasi/

Buraya kadar anlatılanlardan temel olarak iki nokta tartışmamız açısından kritik önem taşıyor; Bunlardan ilki nesnelliğe müdahale için akılcılığın, aklın yanında durmanın büyük bir önemi olduğu. En az bunun kadar önemli bir diğer sonuç ise, bir şeyler hakkında ayrıntılı olarak düşünme, diğer bir deyişle muhakeme, sonuçlarına etkide bulunabildiğimiz şeylerle oldukça bağlantılı. Yani özneleşme ile muhakeme arasında aslında birbirini besleyen diyalektik bir bağ mevcut.

Tam da bu noktada, bugünlerde daha da yaygınlık kazanan insanlarda düşünme yetisinin gerilemesinin, olaylar karşısında seyirci konuma itilen, diğer bir deyişle nesneleşen “yurttaşın” durumu ile doğrudan bir ilişkisi var.

Şimdi bu konuyu açmaya çalışacağım.

Kitlelerin Nesneleştirilmesi

Devrim Çetinocak bu platformun sayfalarında, yurttaşlık kategorisinin gittikçe seçmene indirgendiği, böylelikle siyasete katılım mekanizmalarının daraltıldığı ve kitlelerin siyasal süreçlerin öznesi değil nesnesi konumuna getirildiğini yazmıştı. 4https://dsosyal.com/kisa-yazi/yurttaslik-secmene-indirgeme-ve-devrimci-siyaset/

Bu elbette yalnızca Türkiye’ye özgü bir aykırılık değil. Kapitalizmin daha genel bir eğilimine denk düşüyor ve Devrim Çetinocak’ın da belirttiği gibi, bu yüzden düzen muhalefetinin bu konuyla özel bir sorunu yok.

Fakat devrimcilerin olmalı!

Yukarıda da belirtmiştik, bir konu hakkında ayrıntılı olarak düşünme, onun sonuçlarına etkide bulunabildiğimiz oranda gerçekleşiyor. Gittikçe nesneleşen kitleler, pek çok şeyin yanında “ayrıntılı düşünme” yetilerini de yitiriyorlar. Ana akım fikirlerin pek çok tutarsızlıklarına rağmen “ana akım” kalabilmesi biraz da böyle tesis ediliyor.

 Düzenin devamlılığından çıkarı olanların, emekçilerin düşünce süreçlerine olumsuz müdahalede bulunmalarında şaşılacak bir taraf yok. Egemen ideoloji esas olarak bunun için var. Diğer taraftan, neoliberalizmin pek de kısa olmayan tarihinden bildiğimiz gibi, son yıllarda bu büyük oranda başarıldı da.

Aydınlanmayla ortaya çıkan, akıl yoluyla tarihin akışını denetim altına alma iradesi, mantıksal sonuçlarına götürüldüğünde düzen açısından oldukça tehlikeli bir fikir. O yüzden bunun altının oyulması, aklın işlevsizleştirilmesi gerekiyordu.

Neoliberal yıllarda, insan aklının işlevsizleştirilmesi, bir yandan dünyayı kendi düşünüşüyle kavrayamayacağı şekilde karmaşıklaştırıp eylem alanının dışına çıkararak, bir yandan da insana içinde dilediği şekilde var olacağı yapay dünyalar sunarak gerçekleşti. İlk süreç insana artık büyük oyuna dâhil olamayacağını ve haddini bilmesi gerektiğini söylerken, ikincisi ise ona zararsız tatmin alanları sundu. 5https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2016/08/01/bir-gecis-donemi-ideolojisi-olarak-postmodernizm/

Ortada yıllara yayılan bir “nesneleştirme” süreci var ve son yıllarda bu oldukça hız kazanmış durumda. Üstelik pandeminin de bu nesneleştirme sürecini perçinleyici bir işlevinin olduğunu geçerken not etmek gerekiyor.

Elbette bunun karşısında sosyalistlerin özneleştirici bir tarzı inşa etmesi bir gereklilik olarak karşımızda duruyor. Bu konuda hemen hemen herkesin hemfikir olduğunu düşünüyorum. Fakat özneleştirmeden ne anlaşıldığı ve burada öncünün rolü konusunda herkesin aynı fikirde olduğu kanaatinde değilim.

Özneleştirme ama nasıl?

Özneleştirme ve Öncü

“Edebiyat, bugün, kolay okuyucuyu aşmak zorundadır” diye yazmıştı 79 yılında Yalçın Küçük. Çünkü kolay okuyucu, okumak yerine göz gezdirmeyi tercih ediyor. Ekonomi politiğin klasikleri yerine sendika kursları için hazırlanmış el kitaplarını kullanıyor. İşçi sınıfını iktidara getirerek yaşatmanın yollarını düşünüp araştırmak yerine ‘yaşasın işçi sınıfımız’ çığlıkları atıyor. 6Yalçın Küçük, 1985, Bilim ve Edebiyat, İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 265.

Kolay okuyucuyu bugün de aşmak zorundayız.

Özneleştirme konusuna neden böyle bir girizgâh yaptığım merak ediliyor olabilir. Basit bir nedeni var: Türkiye solu, bugün, büyük oranda kolay okuyucudan oluşuyor. Kolay okuyucu, büyük sorunlara da kolay cevaplar bulabileceğini sanıyor. Hoşa giden tumturaklı sözleri gerçeğe tercih ediyor. Ve denildiği gibi, klasikleri el kitapları ile ikame edebileceğini düşünüyor.

Bir süredir, Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi kitabının, özellikle kitlelerin özneleştirilmesi konusunda böyle bir “göz gezdirilen el kitabı” olmaya aday olduğunu düşünüyorum. Şüphesiz Freire’ye haksızlık etmek istemem, önemli bir eğitim bilimci. Brezilya’da ve başka ülkelerde eğitim alanında çok önemli işlere imza atmış biri. Büyük yayınevlerimizden birinin kitaplarını yeniden basması ile tekrar canlanan ilgide de bir beis görmüyorum. Fakat Freire’nin tüm bu iyi niyetlerine rağmen kitlelerin özneleştirilmesine dair önerdiği model açık ki anti-Leninist bir muhtevaya sahip ve ne yazık ki Türkiye solunda önemlice bir kesim de okumasa bile benzer görüşleri paylaşıyor. O yüzden kitlelerin özneleşmesi bahsini bu eserle hesaplaşarak konu edinmenin faydalı olacağını düşünüyorum.

Freire, Marksizmin temel önermeleriyle de benzer olarak, baskının esaretinden kurtulmak için onun içinden ayağa kalkmak ve ona karşı çıkmak gerektiğini düşünüyor. Yine Freire’ye göre, bu ise ancak praksis aracılığıyla yapılabilir; dönüştürmek amacıyla dünya üzerinde düşünmek ve eylemde bulunmak gerekir. 7Paulo Freire, 2020, Ezilenlerin Pedagojisi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 70.

Buraya kadar bir sıkıntı olduğunu düşünmüyorum. Peki, bu praksise nasıl ulaşılacaktır, eğer bir öncü varsa bunun rolü ne olmalıdır ve Freire bunun için nasıl bir model öneriyor?

Freire’nin sözleri ile özetleyelim:

 “Bununla birlikte bizim görevimiz, insanlara kendi eylemlerini açıklamak değil, eylemleri hakkında onlarla konuşmaktır. […] kendini ezilen olarak tanıyan ve böyle tanımaya başlayanlar bu pedagojiyi geliştirenler arasında olmalıdırlar. Gerçekten özgürleştirici hiçbir pedagoji, onlara talihsizler muamelesi yaparak ve ezenlerin safları arasında öykünecekleri modeller sunarak ezilenlerle arasına mesafe koyamaz. Ezilenler kendi kurtuluş mücadelelerinde kendi kendilerinin örneği olmalıdırlar.

[…] Diyalog yerine monoloğu, sloganları ve bildirileri geçirmek ezilenleri evcilleştirme araçlarıyla özgürleştirmeye kalkışmak demektir.8A.g.e., s. 72-94.

Açık olmalı. Freire’nin önerdiği model, kitle ile öncüye hemen hemen aynı misyonları yüklüyor. Öncü burada olsa olsa bir “kolaylaştırıcı” göreve sahip. Bunun ise Leninist anlamda bir öncülük ile uzaktan yakından alakası yok aslında.

Sosyalizm öğretisi, aydınlar tarafından geliştirilen ki onlar mülk sahibi sınıfların eğitimli üyeleridir; felsefi, tarihsel, ekonomik teorilerin içinden doğmuştur. Kautsky’nin de çok yerinde bir tespiti olarak; modern sosyalist bilinç, ancak derin bir bilimsel kavrayış temelinde ortaya çıkabilir. 9V. İ. Lenin, 2011, Ne Yapmalı?, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, Çev. A. Berberoğlu, s. 59.

Kitlelerin kendi konumlarından hareketle kapitalizmin neden yıkılması gerektiği fikrine ulaşması ne kadar imkânsızsa, bunun tamı tamına kitlelere öğretilerek “yol alınacağı” da aynı oranda imkânsızdır. Konumuz açısından, emekçilerin düşünme süreçlerinin nasıl kesintiye uğratıldığından önceki kısımlarda bahsettik. O halde öncünün görevi, işçileri veya denildiği gibi ‘ezilenleri’, bilgi düzeyinde bir bilinçlendirme olamaz. Daha çok, “parti eylemi” bakımından bir ileri taşımaktır söz konusu olan. 10V. İ. Lenin, 1998, Ne Yapmalı?, Ankara: Sol Yayınları, Çev. M. Erdost, s. 142.

Şayet özneleşmeyi, tıpkı Freire gibi, gerçeğin bilgisine erişerek hareket etmek olarak tanımlarsak, kitlelerin böyle bir biçimde özneleşmesi kapitalist toplumlarda pek mümkün değildir. Bu bir anlamda ideolojik mücadelenin de reddidir zaten. İdeolojik mücadele, yanılsamalardan arındırarak hareket ettirmeyi değil, egemen olanın iç çelişkileri ve boşluklarına bütünlüklü hamlelerle bir birikim oluşturmayı hedefler. 11https://dsosyal.com/devrim/sayi-3/ideoloji-uzerine/

Tam da bu yüzden Lenin, sosyalist öncünün, her türlü genel demokratik sorunun ortaya konmasında, yakıcı bir hal almasında ve çözüme bağlanmasında “herkesin en önünde” olma yükümlülüğünü taşıdığını söyler. 12V. İ. Lenin, 2011, Ne Yapmalı?, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, Çev. A. Berberoğlu, s. 102. Böylelikle ancak nihai hedef ile güncellik arasında bir bağ kurulabilir ve kitleler bir mücadelenin gerçek özneleri haline gelebilir.

Lenin ile bitirelim:

Yığınların kendiliğinden uyanışının gerisinde kalan yalnızca genel olarak devrimciler değildir; işçi-devrimciler bile işçi sınıfı yığınlarının kendiliğinden uyanışının gerisinde kalmaktadırlar. Ve bu olgu, “pratik” bakımdan da, işçilere karşı görevlerimiz konusundaki tartışmalarda sık sık layık görüldüğümüz “pedagoji”nin yalnızca saçmalığını değil, ama aynı zamanda gerici siyasal niteliğini de doğrular. Bu olgu, birinci ve en önemli görevimizin, parti eylemi bakımından aydın devrimcilerle aynı düzeyde olan işçi sınıfı devrimcilerinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmak olduğunun kanıtıdır.10V. İ. Lenin, 1998, Ne Yapmalı?, Ankara: Sol Yayınları, Çev. M. Erdost, s. 142.

Notlar:

[1] İvan Gonçarov, 2017, Oblomov, İstanbul: Yordam Edebiyat, Çev. N. Yıldırım, s. 226.

[2] Immanuel Kant, Bir Sorunun Cevabı: Aydınlanma Nedir?

[3] Aristoteles, 2009, Nikomakhos’a Etik, çev. Saffet Babür, BilgeSu Yayıncılık Akt. Oğuz Karayemiş, Hakikat Sonrası: Muhakeme Yetisinin Kitlesel Yitişi ve Geri Kazanılması. https://terrabayt.com/yasam/hakikat-sonrasi-muhakeme-yetisinin-kitlesel-yitisi-ve-geri-kazanilmasi/

[4] https://dsosyal.com/kisa-yazi/yurttaslik-secmene-indirgeme-ve-devrimci-siyaset/

[5] https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2016/08/01/bir-gecis-donemi-ideolojisi-olarak-postmodernizm/

[6] Yalçın Küçük, 1985, Bilim ve Edebiyat, İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 265.

[7] Paulo Freire, 2020, Ezilenlerin Pedagojisi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 70.

[8] A.g.e., s. 72-94.

[9] V. İ. Lenin, 2011, Ne Yapmalı?, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, Çev. A. Berberoğlu, s. 59.

[10] V. İ. Lenin, 1998, Ne Yapmalı?, Ankara: Sol Yayınları, Çev. M. Erdost, s. 142.

[11] https://dsosyal.com/devrim/sayi-3/ideoloji-uzerine/

[12] V. İ. Lenin, 2011, Ne Yapmalı?, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, Çev. A. Berberoğlu, s. 102.

Cem İnan
Author