Koronavirüs salgını geçtiğimiz günlerde Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edildi ve 11 Mart gecesi Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Türkiye’de ilk Koronavirüs tanısının konulduğunu resmen açıkladı. Salgının dünya ve Türkiye ekonomisine olası etkilerini OHAL döneminde KHK’yla işinden edilen Marksist iktisatçı Ali Rıza Güngen’le konuştuk.
Koronavirüs paniği tüm dünyayı sarmış durumda. Küresel ekonomik faaliyette hızlı bir düşüş var. Virüsün etkisi kısa sürede geride kalır mı yoksa 2020 kayıp yıl mı olur?
2020 için dünya ekonomisindeki büyüme beklentileri daha 9 Mart ve sonrasındaki borsa çöküşleri görülmeden örneğin OECD tarafından revize edilmiş ve düşürülmüştü. Dünya ekonomisinin toplamda daraldığı 2009 yılından sonra en düşük büyüme oranının görüleceği artık kesin. Ancak bu pandemi ne kadar sürede kontrol altına alınabilir bilemediğimiz gibi, bunun küresel ekonomi ve ulusal ekonomilere yansımalarını da net bir şekilde öngöremiyoruz. Sadece çok dalgalı ve sorunlu bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz.
Sermaye birikiminin genişleyerek devam etmeyebileceğine yönelik beklenti, gelecekte elde edilecek gelir üzerindeki hak iddialarının hızla değersizleşmesine yol açtı. Dow Jones endeksinde üst üste çöküş kadar, birçok başka borsada da hayali sermayenin erimesini gördük. Hayali sermaye derken zaten olmayan bir değer düşünülmemeli. Gelecekle bugün arasında köprü kuran, performatif bir şekilde işleyen piyasalardan bahsettiğimiz için hayali sermayenin buharlaşması, aynı zamanda doğrudan bugüne de etkide bulunur. Söz konusu ortamın devam edip etmeyeceği virüsün yayılma hızına bağlı görünüyor. 2020’ye kayıp yıl mı demeli yoksa çok daha büyük bir çöküş anlamına gelecek başka bir sıfat mı bulmalı, birkaç ay beklemek gerek kanaatindeyim.
Başta ABD Merkez Bankası olmak üzere gelişmiş ülke merkez bankalarının acil faiz indirimlerine gitmesi ve piyasaya ek finansman sunabileceğini açıklaması, paniği azaltmak yerine artırmış görünüyor. Bunun nedeni ne?
Küresel meta ve değer zincirlerindeki aksaklıklar, piyasaya daha kolay likidite sağlanmasıyla çözülebilecek bir özellik arz etmiyorlar. FED gibi faiz indirimi yapabilir, Avrupa Merkez Bankası gibi bankaların elini rahatlatmaya kalkabilirsiniz, fakat “sosyal mesafelenme” toplumsal hayatın kısıtlanması demek, bazı alanlarda tüketimin ertelenmesi demek. Bazı ürün ve hizmetlerin zaten üretilemez hale gelmesi demek. Dolayısıyla düşük faiz ve yeni likidite temini kanamaya merhemle müdahale benzeri bir özellik gösteriyorlar. Evet, siyaset yapıcılar açısından ve sermaye birikimi bakımından o merhemin de işlevi var, ancak bu koşullar ve mevcut belirsizlik altında para politikasıyla müdahale işe yarar değil. Elinde faiz indirimi çekicinden başka pek bir şeyi kalmamış olanlar, her türlü toplumsal sorunu çekicin kullanılacağı bir çivi gibi görmeye başlamış olabilirler. Fakat merkez bankalarının yapabileceklerinin sınırı var. Kısaca, vaka sayısının artması, pandemi ilanı ve çaresizlik finansal piyasalarda paniği artırıyor.
2008’deki gibi bir küresel finansal kriz beklemeli miyiz? Özellikle özel sektör borçluluğu nedeniyle kredilerin geri dönüşlerinde sorun olabileceği ve bir borç krizi olabileceği iddiası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Karşımızda tekrarlayan borsa çöküşleri var, bunu küresel durağanlaşma, bazı ülkelerde resesyon takip edecek. Gelişmeler finansal varlıkların daha yaygın ve hızlı değer kaybını getirir mi, bankaların yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği bir düzleme uzanır mı kesin bir şey söylemek istemiyorum. Ancak ekonomik durağanlaşma sırasında borç ödemelerinde aksama olur. Daha az ciro yapan şirketlerin borç ödemelerini aksatacağı kesin. Finansal olmayan şirketlerin sorunları ve çözülemeyen meta/değer zinciri sorunları finansal alana geri bildirimde bulunur. Fakat beklenen iflas dalgasının kapsamı da, genelleşmiş bir borç krizinin ortaya çıkıp çıkmayacağı da virüsün yayılmasına, ayrıca para ve maliye politikalarının kullanımına bağlı.
Küresel finansal sistem borç ödemelerindeki aksamalara karşı çeşitli sigorta mekanizmalarına sahip, fakat riskin yayılması ve yönetilmesi için oluşmuş mekanizmalar aslında bazı düğüm noktalarında risk yoğunlaşmasına yol açıyor. Dev sigorta şirketlerini, ya da büyük yatırım bankalarını düşünelim. Türevleri ne kadar kullanmış, riski ne kadar yaymış olsa da bir finansal sigorta şirketi, hesapladığından daha fazla ödeme talebiyle karşılaşırsa ya da ödeme yapmasını gerektirecek temerrüt durumu gözlenirse bunu yönetemez. Birkaç düğüm noktasındaki aksama uluslararası kredi piyasalarında donmaya yol açabiliyor. Bunun tekrarlanma ihtimali şu an düşük olsa da, elbette örneğin altı ay öncesine göre çok daha yüksek.
Salgın dünyadaki küresel finansal mimaride ve uluslararası güç dengelerinde değişime neden olur mu?
Küresel finansal mimarinin değişmesi için sınıfsal güç ilişkilerinde önemli bir değişim gerçekleşmesi gerekli. Uluslararası güç dengeleri bakımından da doların konumunu zayıflatacak girişimlerin temposuna bakmalıyız. Kriz ya da sert çöküşler gerçekleşirken uluslararası finansal sermayenin güvenli liman arayışından ve 2020’deki çöküşler sonrasındaki tepkilerden anladığımız, herhangi bir değişimin kolay olmadığıdır. Mevcut küresel finansal mimari de borç ilişkileri de, bildiğiniz üzere emperyalizmden ve değeri nalıncı keseri gibi merkeze yontan güç ilişkilerinden ayrı anlaşılamaz. Örneğin likidite sorunu devam eder, ya da çevreden çok daha sert çıkışlar görülürse küresel Kuzey’de merkez bankalarının takas uygulamaları, çevrede hangi merkez bankalarının daha sağlam kabul edilen dolar, avro, sterlin gibi para birimlerine erişimi olacağını belirleyecek. Fakat bu erişimin daha önce görüldüğü üzere bedeli olacak.
Şubat ayında küresel Güney’e sermaye girişilerinde hızlı bir düşüş oldu. Mart ayını çıkışla kapatmak çok olası. Ayrıca, bilindiği üzere risk önleme davranışı yaygınlaştığında küresel Güney ülkelerinde şirketlerin finansmana erişimi daha zorlaşıyor. Bu koşullar altında çevrede birikim temposu yavaşlıyor. Durgunlaşma sadece petrol üretenleri değil ayrıca hammadde ihracına bel bağlamış çok sayıda ülkenin ticaret dengesini ve bütçesini olumsuz etkileyecek. Bu ülkelerin bağımlılığını ortadan kaldıracak değil, aksine pekiştirecek bir küresel finansal sistem içindeyiz.
Türkiye krizle geçen iki yılın ardından 2020’ye yüzde 5 resmi büyüme hedefi ile girmişti. Salgın Türkiye’nin büyüme beklentilerini nasıl etkiler?
Türkiye ekonomisinin yüzde 5 büyümesi çok sayıda etkenin bir arada ve aksamadan işlemesine bağlıydı. Dünya ekonomisinde nasıl bir durağanlaşma olacak onu anlamaya çalışırken, Türkiye ekonomisinin bambaşka bir performans sergilemesini beklemek yanlış olur. Uluslararası finansal sermayenin sağlam para birimleri cinsinden finansal varlıklara kayışı ve küresel Güney’den uzaklaşması eğilimi durursa, sadece durgunlaşmanın tahkim olacağı; eğer bu panik havası devam ederse durumun Türkiye ve benzeri ülkeler açısından daha kötü olabileceğini söyleyebiliriz. Burada hem covid-19 kaynaklı bilinmezlik, hem de eldeki politika araçlarının kolay çözemeyeceği sorunlar net rakamlar söylemeyi imkansızlaştırıyor.
Türkiye’de 2018-19 krizi sırasında yeni yatırımların askıya alındığını esasen devlet harcamalarıyla çöküşün hafifletildiğini, 2019 sonundan itibaren ise hanelerin tüketimleri ve ithalat artışıyla toparlanmanın başladığını görüyoruz. 2020’de bu çalkantı ortamında bambaşka politika tepkileri değil piyasa temelli kriz yönetimi uygulamaları görmemiz olası. Ekonomi yönetiminin farklı bir ufku yok. Fakat küresel gelişmelere son derece duyarlı olan bir ekonomiden bahsediyoruz. Eğer daha önceki dönemlerde olduğu üzere ihracat kanalı üzerinden ya da şimdiki durumun özgüllüğü ile turizm üzerinden bu çalkantının etkileri Türkiye ekonomisine derinden sirayet ederse büyüme hedefinin yanından geçilemez. Ekonomi yönetimindekilerin alacağı radikal önlemler dahi işe yaramaz. Kısa bir süre sonra durum daha iyi anlaşılacaktır.
Salgın paniğiyle birlikte özellikle bazı temel gıda ve temizlik ürünlerinde fahiş fiyat artışları görüldü. Stok sorunu ortaya çıkar mı? Serbest piyasa sisteminde büyük fiyat artışlarını önlemek mümkün olur mu?
Serbest piyasa sisteminde bu tarz dönemlerde bazı ürünlerin piyasadan çekilmesi ve aşırı pahalanması kaçınılmaz. Kimse, ihtiyaç duyduğunda ürüne ulaşabileceğinden emin olmadığı için haneler stok yapmaya kalkarken, fiyatların daha da artmasını bekleyen firmalar ve aracılar da arzı kısabiliyorlar. Küresel meta ve değer zincirlerindeki aksamaların yansımaları da fiyat artışlarına neden olabilir. “Serbest piyasa” zaten bir mit, ama kamusal müdahale ve güvence olmadan o mit salgın durumunda hemen ve çok büyük darbe alıyor.
Mart başındaki bu küresel panik devam ederse, bunun başka ülkelerde olduğu üzere Türkiye’deki bazı temel ürünlere erişimi zorlaştıracağını öngörebiliriz. Erişim zorluğunu alt etmek için, temel ürünlerde fiyat kontrolünü savunmalıyız. Sağlığımızı, temel ihtiyaçlarımızı piyasanın ellerine bırakacak kadar saf davranamayız.
Dünyada ve Türkiye’de salgından en çok hangi sektörler etkilenir?
Başta havayolu şirketleri ve turizm sektörü etkilenecek. Eğlence sektöründeki bazı alt kollarda iflasların görülmesi son derece olası. Ancak durgunlaşma bir bütün olarak ekonomileri zora sokar. Yaşananların Türkiye ekonomisine etkisinin değerlendirilmesi, Türkiye’de değindiğim sektörlerde güvencesiz çalışanların iş kayıplarına karşı önlem geliştirilmesi gerekiyor. Siyasal iktidarın çalışanları gözetmeden, şirketlere ve patronlara destek sunma eğiliminin önüne geçecek bir mücadele gerekiyor. 2018-19 krizinde siyaset yapıcılar iş kayıplarını engellemekten ziyade, krizin maliyetini ve şirketlerin riskini toplumsallaştırma peşindeydiler. Benzeri bir müdahale tarzı daha fazla gelir adaletsizliği ve toplumsal uçurum yaratmak demek.
ABD’de sağlık ve sigorta sistemleri ile ilaç-aşı endüstrisinin özel sektörün elinde ve kâra dayalı olması, salgınla birlikte tartışma konusu oldu. “Herkes için sağlık sigortası” başta olmak üzere kamucu talepler öne çıkabilir mi bu süreçte?
ABD’de ilaç sektörü çok büyük eleştiri alıyor, ancak piyasa körlüğü nedeniyle milyonlarca kişinin Birleşik Devletler’de daha fazla ödeyerek daha kötü sağlık hizmetine erişime eleştiri getirmedikleri de bir olgu. ABD odağında 2020 seçim yılına sağlık sigortası tartışmasıyla girilmişti. Ancak Demokrat Parti ön seçimlerinde, parti müesses nizamının tek aday arkasında birleşme çağrısı sonrasında, önseçimlerde yarışan ve “herkes için sağlık sigortası”nı savunan bir tek Bernie Sanders kaldı. Sanders’ın Süper Salı’da ve 10 Mart’ta önseçimlerde geride kalması platformunu zayıflattı. Bu koşullar altında kamusal tartışmaya etkide bulunan sağlık sigortası düşüncesinin daha güçlenmesi beklenemez. Elbette ABD’de virüsün yayılma hızının siyasetçilerin zamanında önlem alıp almamasından çok, yeterli yatırım yapılmayan ve esasen özel ellere bırakılan sağlık sisteminin mevcut durumunun bir sonucu olduğu vurgulanmalı. ABD gibi ülkelerde siyasal düzlem kamucu sağlık politikalarını öne çıkarmayı kolaylaştırmıyor. İnanması zor ancak böyle bir salgın dahi insanların hızla fikir değiştirmelerine vesile olmuyor. Buna karşın sosyalistlerin demokratik bir kamusallığı ve kamuyu savunmak, piyasanın çuvallamalarını göstermek dışında da bir seçenekleri yok. Covid-19 özelinde bir aşı bulunursa bunun patentinin olmaması, yani herkesin erişebileceği bir şekilde uygulanması, daha genel olarak sağlık hizmetlerinden faydalanmanın bir hak olduğunu vurgulamaya devam etmek gerekiyor.
Yoksullar ile zenginlerin virüsten etkilenme düzeyleri aynı mı yoksa farklı mı? Virüs karşısında yoksulların ve yoksul ülkelerin daha az korunaklı olması söz konusu mu?
Çalışan yoksulların bilhassa kol emeği sarf edenlerin kendilerini toplumdan yalıtma, başka birçok insanla aralarına mesafe koyarak çalışma lüksleri bulunmuyor. Dolayısıyla küresel Kuzey’de de toplumun farklı kesimlerinin hastalığa yakalanma olasılıkları farklı. Bu konuda elimizde bir veri yok, ancak sağduyu, güvencesiz, sözleşmeli çalışan ve işleri gereği birçok kişiyle irtibat kuracak işçilerin salgın karşısında kırılgan olduğunu söylemeye izin veriyor. Ayrıca yoksulların beslenme alışkanlıkları ve yaşam koşulları nedeniyle bağışıklık sistemlerinin daha zayıf olması beklenebilir. Bu olgu da yoksulların salgın karşısında kırılgan olduğunu işaret ediyor.
Benzer bir şekilde yoksul ülkelerin daha az korunaklı olduklarını yatak sayılarına, sağlık çalışanı sayılarına ve kapasitelerine bakarak söyleyebilirdik. Fakat yoğun bakım üniteleri veya yatak sayıları bakımından daha müreffeh ülkelerin birçoğunda da sorun var. Sağlıkta piyasalaşma gereken altyapı yatırımlarının yapılmasını, daha fazla personel istihdamını ve bir salgında ihtiyaç duyulacak malzemenin bulunmasını engellediği için durum böyle. Bu ve yanı sıra yaş ortalamaları nedeniyle birçok “gelişmiş” addedilen ülkede de ölümler artabilir. Yine de Dünya Sağlık Örgütü’nün en büyük endişelerinden birisi virüsün küresel Güney’de, kapasite bakımından çok büyük sorunların mevcut bulunduğu coğrafyalarda yayılması. Bu durumda ise Covid-19 resmi verilere bir yansıma olmaksızın ya da son derece gecikmeli yansıyarak, Güney’de çok derin bir etkide bulunabilir.