Sosyalist Güç Birliği’nin kuruluşunun ilan edilmesi hem sol kamuoyunda hem de AKP karşıtı toplumsallık içerisinde yankı yarattı. Dört sosyalist örgütün öncülüğünde ortaya atılan kamucu, laik ve yurtsever siyasi zemin, yüzünü sola dönmüş toplumsal kesimler içerisinde heyecanla karşılanırken belirli toplulukların da eleştirilerini beraberinde getirdi.

Bu eleştirilerin önemli bir bölümünde açık veya örtük olarak bulunan temel vurgu, dönemin acil görevinin “mümkün olan en geniş cepheyi oluşturmak” olduğu varsayımı. Ancak, bu ortak varsayımın CHP ve HDP merkezli varyantları arasında belirli farklılıklar yer alıyor. 

İlk varyanta göre, bu dönemde muhalefete muhalefet etmememiz ve altılı masanın göstereceği adayı destekleyerek AKP’den kurtulma görevine destek olmamız gerekiyor.

İkinci varyant ise AKP faşizmine karşı mücadelenin bir gereği olarak laiklik, kamuculuk ve antiemperyalizm gibi ilkeler üzerinden kurulacak ayrımları geri çekmeyi ve demokrasi zemini üzerinde bir araya gelmeyi öneriyor.

Genellikle sosyalistlere sunulan rota bu iki varyantın bir bileşkesi niteliğini taşıyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Millet İttifakı’nın desteklenmesi, meclis için ise HDP merkezli ittifak etrafında birleşilmesi. Bize göre, sosyalist bir siyasi stratejinin ifadesini bu rotada bulması olanaklı değil. Hatta bu doğrultu, sosyalizmi bir siyasi proje olmaktan çıkararak Millet İttifakı ve HDP arasında bir dolgu malzemesi haline getirme sonucunu üretiyor.

Tek sorun bu da değil. AKP’den kurtulmak adına ilkelerin geriye çekilmesi önermesi tam tersi bir işleve sahip. İlkelerin geriye çekildiği düzlemde geniş kitlelere seslenmek, onları da özne haline getiren dönüştürücü bir düzlemi ortaya koymak imkansızlaşıyor.

Örneğin, CHP’nin politik çıkışlarına baktığımızda Türkiye’yi AKP’nin yarattığı tahribattan kurtaracak önerilerin ya da yoksulluk ve gericilikle boğuşan geniş halk kesimlerine yönelik seslenmenin merkezi bir yerde durmadığı açıkça görülüyor. Siyaset bunun yerine AKP artıklarını, büyük sermayeyi ve emperyalist merkezleri ikna etme arayışı haline geliyor.

CHP’nin ülke nasıl bir krizin içerisinden geçerse geçsin oylarını sabit tutma becerisi de bu tercihten kaynaklanıyor. Düzen muhalefetinin yoksulluk ve gericilikle boğuşan gerçek insanların sorunlarına sırtını dönmesi, aynı zamanda AKP iktidarının ömrünü uzatan ve onun erime eğilimini yavaşlatan bir nitelik taşıyor.

Üstelik, ülkenin gerçek sorunlarına önerilecek çözümler sadece oy tercihlerini değiştirmek adına önem taşımıyor. Piyasacılığın, gericiliğin ve emperyalizmle kol kola yürütülen politikaların yarattığı tahribatın çözümü ülkenin geleceğinin de temelini oluşturuyor. Bu nedenle sosyalistlerin kamuculuk, laiklik ve yurtseverliği öne çıkararak halk kitlelerini siyasetin öznesi haline getirmeye çalışması, ülke siyasetinde de önemli bir alana hamle yapılmasını ifade ediyor. Sosyalistleri siyaset sahnesine davet eden de tam olarak bu boşluk. Sahipsiz sanılan bir ülkeyi ayağa kaldırmak ve yalnız bırakılmış bir halkı özne haline getirerek çıkışı örgütlemek…

Tam da bu nedenlerden dolayı sosyalistlerin kamuculuk, laiklik ve yurtseverlik ilkelerini geriye iterek muğlak bir “demokrasi” söylemini çıkarmalarını önermek, sosyalizmi siyaset sahnesinin dışına davet etmekle eşdeğer.

İlke sıralamak ile politika yapmak arasındaki ayrım zaman zaman yanlış anlaşılabiliyor ve bunları birbirinin karşısına koyan analizler karşımıza çıkabiliyor. Gerçek politik önermeler, ilkelerin somuta yanıt verecek biçimde yeniden üretilmesinin ürünü olabilir. Bunların geri çekilmesi ise “politika yapmak” değil, apolitizm anlamına geliyor. Dolayısıyla, sosyalist bir stratejinin ürünü olan siyaset, ilkelerin geri çekilmesinin değil, somutla ilişkilendirilerek mantıksal sonuçlarına götürülmesinin ürünü olabiliyor. Bunun aksi, yani güncele uzanmak adına ilkelerin geri çekilmesi ise politika üretmek değil, başkalarının ilkelerinin mantıksal sonuçlarına götürülmesinin sonucu olan dışsal bir politikaya eklemlenmek anlamını taşıyor. Sosyalist siyasetin yokluğu pragmatizmi üretiyor.

Pragmatizm bizim açımızdan ahlaki bir sorunu değil, siyasi bir yanlışı ifade ediyor. Siyasal süreçler için kritik bir role sahip olan seçim platformunun pragmatik bir yaklaşıma kurban edilmemesi kaygımız da bir politik ihtiyacın ürünü.

Seçimler önemli olduğu için sosyalistlerin seçim zemininde laiklik meselesinin üzerinden atlamaya hakkı yok.

Seçim süreci kritik olduğu için aynı zamanda piyasacılığın yarattığı yıkımın karşısında kamucu politikaları savunmanın ve örgütlemenin de zeminini oluşturuyor.

Tam da seçimler önemli olduğu için seçim politikamızın NATO’nun politikalarının sonucu olarak gittikçe istikrarsızlaşan bir coğrafyada bağımsızlıkçılığın da ifadesi olması gerekiyor. 

Sosyalist Güç Birliği’nin ortaya koyduğu yola çıkış iradesi, tam da bu ilkesel bütünlüğün politik düzlemdeki somut yansımalarının oluşturulmasının olanağını ifade ettiği için değerli. Bu somut yansımaların oluşturulması, aynı zamanda seçim politikası ve halk hareketliliği düzlemlerini buluşturan bir bütünlüğün inşası anlamına geliyor. Önümüzdeki süreçte seçimlerin odak noktasını oluşturan Cumhurbaşkanlığı seçimleri de dahil olmak üzere bu siyasi iddianın altının doldurulması görev bizleri bekliyor.