Mevcut ekonomik yıkım tablosunun beraberinde getirdiği tartışmalar ülke siyasetinde uzunca bir süredir merkezi bir konumda. Kasım ayı sonunda TL’deki aşırı değer kaybı sonrası oluşan tepkiler, bu kritik konumu daha da güçlendirdi.

Ancak, sürecin sonuçları pek de genel beklentiyle uyuşmadı. İktidar, tahmin edilenden çok daha az güç kaybetti. İktidarın kayıpları, düzen muhalefetine yönelmeyerek yalnızca kararsızların artması sonucunu verdi.

İktidar ve muhalefet cepheleri ile birlikte düzen aktörlerinin bir bütün olarak sorun yaşadığı bir süreçte düzen dışı aktörlerin kuvvetlenmesi beklenebilir. O da olmadı. En azından şimdilik…

Muhalefetin beceriksizliği yardımıyla bulduğu hamle fırsatlarından kalıcı bir rahatlama üretemeyen, ancak zayıflamasını yavaşlatacak geçici toparlanmalar yaratabilen bir iktidar.

AKP iktidarının yaşadığı ve iktisadi düzlemle sınırlı olmayan bütünlüklü krizin yarattığı potansiyeli düzen içi bir kanala aktarmaya çalıştığı ölçüde bu potansiyeli değerlendirmekte başarısız kalan bir muhalefet. Uzunca bir süredir, ülkede ne gelişme yaşanırsa yaşansın, oylarını hep sabit tutmayı başaran tuhaf bir ana muhalefet partisi.

Düzendeki sıkışmanın kendisine sunduğu olanaklara sırtını dönen, bir kısmı düzen muhalefetinin stratejisine eklemlenirken bir kısmı ise bu stratejiye alternatif üretmekte tereddütlü davrandığı ölçüde geniş halk kitlelerini örgütleyecek bir siyasi perspektifi oluşturamayan sosyalistler.

Gericilik ve yoksulluk sarmalında kuşatılmış, yalnız bırakılmış bir halk.

Tablo bize tek bir şey gösteriyor: Türkiye devrimcilerini arıyor.

Bundan 10 sene sonra “Yoksulluğa ve gericiliğe karşı öfkenin geniş kitleler nezdinde önemli bir karşılığa sahip olduğu 2020’lerin ilk yarısı nasıl oldu da sağ bir yükselişle sonuçlandı?” konulu tartışmalar yapmak istemiyorsak bu arayışa yanıt vermemiz gerekiyor.

***

AKP açısından mevcut kriz konjonktürünü aşmanın tek yolu iktidar blokunun iç çelişkilerini örtecek, bunu yaparken blok içi mücadeleleri karara bağlayacak yeni hamle ve saldırıları hayata geçirmek. Yukarıda da söylediğimiz gibi bu hamle ve saldırılar düzen muhalefetinin tanıdığı fırsatlar nedeniyle bir ölçüde karşılık da buluyor. Ancak krizin derinliği bu karşılığın çok kısa süreli olmasına yol açıyor, hamle ve saldırıların süreklileşmesini zorunlu kılıyor.

Düzen muhalefetinin sağa açılma stratejisi ise gözünü AKP’den uzaklaşma eğilimindeki yoksul halk kesimlerine değil, bu kesimleri temsil ettiğini varsaydığı itibarsız AKP eskilerine dikiyor. Bunu yaptığı ölçüde, AKP’nin güç kaybı eğilimini hızlandırmak bir yana bu eğilimin yavaşlamasını güvenceye alıyor.

Sosyalist solda ise iki ana bölme dikkat çekiyor. Bunlardan ilki, görünüşte CHP’nin mevcut sağ stratejisini benimsemese de bu stratejiye eklemlenmeyi akılcı ve faydalı bulan pragmatizm. Sosyalistleri düzen muhalefetinin sol rengine indirgemek dışında herhangi bir sonuç veremeyecek olan bu çizgi, önümüzdeki seçimlerin ana konusunu oluşturan Cumhurbaşkanlığı adaylığında Millet İttifakı’na destek vereceğini şimdiden ilan ediyor.

Buna ek olarak, Millet İttifakı’nda temsil edilen düzenin yeniden yapılandırılması projesi ile arasına mesafe koymaya çalışan bir bölmeden de söz edilebilir. Bu bölmenin düzen muhalefetine, parlamentarizme ve beraberinde getirdiği çeşitli hesaplara yönelik bir etik eleştiriye ağırlık verdiğini, ancak buradan hareketle bir siyasal pozisyon/alternatif inşa etme konusunda hamlesiz kaldığını söylemek mümkün.

Sosyalistlerin geniş halk kitlelerinin öfkesini örgütlü bir biçimde siyasal düzleme taşıması ile sosyalizmin ayrı bir siyasal proje olarak ülkeyi yönetmeye talip olduğunu göstermesi arasında güçlü bir bağlantı var. Öfke, anlık ve parçalı parlamalar üretmenin ötesine geçip kalıcı ve dönüştürücü sonuçlar verecekse bu bağlantının inşa edilmesi gerekiyor.

Bize göre, sosyalistlerin ülkedeki tek önemli makam için yapılan seçimde bir özne olarak ortaya çıkması tam da bu bağlantının kurulması için önemli. Başka bir ifadeyle, sosyalistlerin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP ve HDP dışında bir seçeneği ortaya koyma gerekliliği etik bir reddiyenin ötesinde politik bir ihtiyacın ürünü.

Önümüzdeki seçimlerde sosyalistler izleyici koltuğuna itilmeyi reddetmeli. Sadece kendi onurlarını kurtarmak, doğru olanı her şeye rağmen söylemiş olmak için değil. Gericilik ve yoksulluk sarmalında kuşatılan halkın izleyici koltuğuna itilmesine izin vermemek, milyonlarca emekçinin, kadının ve gencin özneleşebileceği bir yolu açmak için.