Emekçilerin, kadınların ve gençlerin gericilik eliyle kuşatıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Tarikatlar ve cemaatler devlet alanını tümüyle ele geçirmiş durumda. Toplumsal düzlemde ise istediği dönüşümü gerçekleştiremeyen AKP iktidarı, çareyi gericiliğin vitesini yükseltmekte arıyor.
Yoksulluk her geçen gün daha da derinleşiyor ve genişliyor. Giderek daha da zorlaşan ekonomik koşullarla boğuşan milyonlarca emekçi, temel gıda masraflarını ve konut kiralarını bile karşılamakta güçlük çekiyor.
Coğrafyamızı çevreleyen emperyalist saldırganlığın sonucu olarak Türkiye bir göçmen hapishanesine dönüşmüş durumda. Mevcut tablo, bir yandan Türkiye toplumunu daha kırılgan ve provokasyonlara açık hale getirirken bir yandan da uluslararası sistem içerisinde Türkiye’nin varlık zeminini daraltıcı bir işlev görüyor.
İktidarı ve muhalefeti ile düzenin bütün siyasi aktörleri, memleketin gerçek sorunlarına ve bu sorunlardan etkilenen gerçek insanlara sırtlarını dönmüş durumdalar.
Bu durum, kişilerin öznel tercihlerinden ya da hesap hatalarından kaynaklanmıyor. Aksine, sınıfsal bir tercihin ürünü.
Varlık zeminlerini oluşturan sömürü düzeni devam ettikçe bu sorunların çözülemeyeceğini biliyorlar. Tam da bundan dolayı, gerçek hiçbir çözüm vadetmiyorlar.
Bunun yerine ne yapıyorlar? Düzen siyasetinin toplumun gerçekliğiyle hiçbir bağlantısı olmayan varsayımları üzerine fırtınalar koparıyor, strateji adı altında ortaya attıkları tuhaflıklardan medet umuyorlar.
CHP Genel Başkanı’nın AKP eskileri de dahil olmak üzere her boydan sağcı ile ittifak yaptığı halde adaylığı garantileyemeyince çareyi iktidarın kendisiyle gericilik yarıştırmakta bulması, bu durumun en net örneklerinden.
Bir haftadır muhalefeti ve iktidarıyla oturmuş başörtüsü tartışıyorlar. Yasa mı çıkarılmalı, anayasa mı değiştirilmeli? Yoksa Medeni Kanun’u da içeren çok daha bütünlüklü bir gerici hamle mi yapılmalı?
Bu tartışmanın memleket için iyi bir sonuç üretmeyeceği açık. Bizim bu gidişatı çaresizce izlemek zorunda olmadığımız da!
Düzen aktörlerinin gerici heveslerinin, sorumsuzluklarının ve pervasızlıklarının alan açtığı kuşatma, doğrudan doğruya bizleri etkiliyor.
Gericilik, yoksulluk ve coğrafyamızı alt üst eden krizlerin etkileriyle çevrelenmiş bir ülke…
Kimsenin sorunlarından bile bahsetmeye değer bulmadığı, kaderine terk edilmiş emekçiler, gençler ve kadınlar…
Düzen siyasetçilerine “Ne halleri varsa görsünler” demek çare değil, “günlerini göstermek” gerekiyor. Sadece halkın sorunlarını yok sayanlara bedel ödetmek için değil, bu gerçek sorunları siyaset alanının tam ortasına taşımak için. Bu ise halkın yüzünü çevirebileceği bir alternatif siyasi merkezin yaratılması ile olanaklı. Bahsettiğimiz alternatif siyasi merkez, ancak ayrı bir Cumhurbaşkanı adayı etrafında şekillenen bir sosyalist proje üzerinden oluşturulabilir.
Sosyalist hareket, düzen muhalefetini eleştirmekle yetinemez. Mutlaka farklı bir seçeneği inşa etmek durumunda.
Önümüzdeki seçimlerin ana konusunu oluşturan Cumhurbaşkanlığı’nın etrafından dolanan bir seçim politikası geliştirmek olanaklı değil. Benzer bir biçimde, ülkedeki yetki sahibi tek makama aday olmayan bir siyasetin iktidar iddiasından söz edilemeyeceği de açık.
Dahası, düzen muhalefetinin gösterebileceği herhangi bir Cumhurbaşkanı adayı da bahsettiğimiz tabloyu değiştirmeyecek. Bu “aday adayları”na atfedilen farklılıkların gerçeklikle örtüşme düzeyi çok düşük.Dolayısıyla, sosyalistlerin önce bu adayı görüp ona göre konum almayı tercih etmesi de kıymetli bir zamanın kaybedilmesinden başka bir anlam ifade etmeyecek.
Türkiye devrimcilerini arıyor.
Sahipsiz bırakılmış bir ülkeye sahip çıkmak…
Kimsesizliğe terk edilenlerin sesi ve öncüsü olmak…
Yarınları kurma cüretini göstermek için.