Şarkı sözü için dil koparma tehdidi, sahne kıyafetleri üzerinden koparılan yaygara, bir Çerkez atasözünü andığı için tutuklanan gazeteci…

Kimisi AKP’li Cumhurbaşkanı ile maiyetindeki bakanların kimisi de sosyal medya trollerinin imzasını taşıyan bu eylemlerin tümü, dinci gericiliğin halka karşı sistematik saldırısının parçası.

Fahrettin Altun’un “akredite” gazetecilere AKP’li Cumhurbaşkanı’nın “dil koparma” tehditli konuşmasının yazılmaması talimatını verdiği, görüntülerin Cumhurbaşkanlığı bilgisi ve onayı yayıldığı iddiası – medyaya yansıyan görüntülerin profesyonel kameradan değil cep telefonundan çekilmiş olması ve havuz medyasının “dil koparma” tehdidini görmezden gelmesi bu iddiayı güçlendiriyor olsa da – işin özünü değiştirmiyor. Yetkili makamların “dil koparma” söylemi nedeniyle herhangi bir özür dilemeyeceğini, durumu toparlamayacaklarını biliyoruz. İşareti alan gerici öbeklerin kendilerine vazife çıkarıp “dil koparma” naraları atmayı sürdüreceklerini de…

Dolayısıyla toplumsal ve siyasal yaşantıyı dinsel ideolojinin tahakkümüne sokmaya, siyaseti ve muhalefeti de karşı devrim iktidarının dayattığı sınırlara doğru ittirmeye yönelik örgütlü ve planlı bir taarruzla karşı karşıyayız.

Taarruzun bağlamı ve hedefleri ise şaşırtıcı değil. 20 yıllık iktidarlarında durmadan yağmaladıkları ülkeyi iflasa sürükleyip halkı açlık ve yoksullukla baş başa bırakanlar, yarattıkları yıkımın altında kalmamak için kitle tabanlarını dini ajitasyonla konsolide etmeye, halkı dini baskıyla zapturapt altına almaya çalışıyorlar. Camide “Açız” diye haykırarak yardım isteyen kadının telaşla susturulmasının, devamında – konuyla ilgisi varmış gibi – mülki amirler tarafından “Şahıs alkollüydü” açıklaması yapılmasının mantığı ne ise, buradaki mantık da o.

Saldırı laikliğe. Peş peşe yapılan hamlelerin tümünde kadınların hedef olması ise tesadüf değil. Gericiliğin vadettiği dünyada kadının yaşam hakkı yok. Kadının birey ya da yurttaş olarak erkeklerle eşit haklara sahip olmasını reddeden, kadının toplumsal hayattaki varlığını kabul etmeyen bu anlayış toplumda kendi çabası ve adıyla yer edinmiş, kendi kimliğiyle var olabilmiş kadınlardan hazzetmiyor. Bu nedenle de öncelikle onları hedef alıyor, onlara ödettiği bedel üzerinden tüm kadınları sindirmeye çalışıyor. Sedef Kabaş, Sezen Aksu ya da bir başkası, fark etmiyor.

Sezen Aksu ya da bir başkasının 2010 referandumu ya da bir başka siyasi tartışmada karşı devrim iktidarına verdiği desteklere bahane üretme zorunluluğu hissetmeden saldırının nereden geldiğine odaklanmak, adlı adınca laiklik talebinden bir adım geri çekilmemek gerekiyor.

Ve tabii karşı devrim iktidarına ortak olanlardan ilkeli, vicdanlı, ilerici bir hareket bekleme hayalciliğinden kurtulmak…

Zaman zaman yaptığı “hukuk” ve “demokrasi” vurgularına ve Süleyman Soylu’yla arasındaki gerilime gereksiz anlam yüklenen Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün Sedef Kabaş’la ilgili adli süreç devam ederken sosyal medya üzerinden yargıya talimat vermekten, halka parmak sallamaktan geri durmaması öğretici olmalı. Sadece Gül hakkında değil, tüm AKP eskileri hakkında…