Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çıkışı tartışmaları ve tepkileri de beraberinde getirdi. Hatta bu tepkilerinden ardından CHP cephesi, önce Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek düzeyinde sonra da doğrudan Kılıçdaroğlu’nun grup konuşmasında “helalleşme” meselesine tabanı rahatlatıcı vurgular ekleme ihtiyacı duydu. Ancak, yine de bu vurgular Kılıçdaroğlu’nun çıkışının özünü değiştirici bir niteliğe sahip değil.

Peki bu öz nedir?

CHP lideri, AKP eliyle iflasa sürüklenmiş bir ülkede siyaset yaparken kendi partisinin geçmişi ile hesaplaşmayı bir öncelik olarak görüyor.

Kılıçdaroğlu’nun anlayamadığı noktalardan biri, Türkiye’nin sorunlarının geçmişten çok daha fazla bugün ile alakalı olduğu. Dahası, geçmişin bugüne yüklediği sorunların çözümünün de diyalog veya kucaklaşma gibi neye işaret ettiği belirsiz sözler üzerinden değil, sorunların kökenlerine ilişkin gerçek müdahalelerin ürünü olabileceği.

Açıkçası bu geçmişle hesaplaşma hali, CHP için çok yeni bir olgu değil. CHP’nin temsil ettiği sınıfın kendi geçmişiyle barışık olmama hali çok eskiye gidiyor. Üstelik sadece Türkiye burjuvazisi ile de sınırlı bir durum değil. Burjuvazi gericileştikçe kendi ilerici geçmişine mesafe koyma ve giderek bu geçmişle hesaplaşma ihtiyacı duyuyor. Türkiye’de Cumhuriyet’in ve İttihat Terakki’nin “tepeden inmeciliği” hakkında kopartılan yaygara büyük ölçüde bu hesaplaşma ihtiyacından besleniyor.

Demokrat Parti’nin iktidara gelişinden başlayarak Türkiye’de sağa iktidar kapılarını açan da bu kendi geçmişiyle barışık olmama hali. Yaygın kanının aksine, Türkiye’de sağ Cumhuriyet’in radikalizminin değil radikalliğini kaybetmesinin bir ürünü olarak güç kazanıyor.

Kılıçdaroğlu, bu geçmişiyle barışık olmama geleneğinin bir devamcısı. Dolayısıyla, söylediklerinin tümünde samimi olduğunu düşünebiliriz. Onun için belirleyici olan, gericilerin elinde batağa sürüklenen bir ülkede dahi, kendi bünyesinde kalan ilericilik kırıntıları ile hesaplaşmak.

AKP’nin yarattığı dönüşümün de çok büyük bir kısmını içtenlikle kabulleniyor. Bu dönüşümü veri kabul eden bir normalleşme döneminin yürütücüsü olmak istiyor.

CHP liderinin samimi olduğunu özellikle vurgulamak gerekiyor. Çünkü, toplumun genelinde ve solda bir süredir CHP’nin sağa açılan politikalarının sadece pragmatizmin ürünü olduğu yönünde örtük bir kabul yerleşmiş durumda. Bu kabulün bir an önce terk edilmesi, özellikle sosyalistlerin kendi politikalarını da doğru bir biçimde şekillendirmesi açısından önem taşıyor.

Millet İttifakı’nda kendisini somutlayan sağa açılma politikası, AKP karşısında mümkün olan tüm güçleri bir araya getirme zorunluluğunun değil, CHP’nin sınıfsal karakterinin bir ürünü. 

Kılıçdaroğlu’nun sıklıkla yaptığı bu tarz çıkışlara ilişkin bir diğer yaygın kanı ise, bu açıklamaların CHP liderinin korkaklığının veya çekingenliğinin bir ürünü olduğu. Bu varsayım da CHP’nin politikalarının bilinçli bir tercihin ürünü olduğu olgusunu göz ardı ettiği ölçüde gerçeklikten uzaklaşıyor. Öte yandan, bu yakıştırma zaman zaman düzen muhalefeti ile sosyalistler arasındaki farkın “korkaklık/pısırıklık” ile “cesaret/masaya yumruğunu vurabilme” arasındaki farka indirgenmesine yol açıyor. Fark bundan ibaret olunca, sınıfsal karakterin ürünü olan köklü farklılıkların tümü siyasetin konusu olmaktan çıkarılmış oluyor.

CHP ile sosyalistler arasındaki farkı özetlemek için son günlerde sıklıkla kullanılan hesaplaşma-helalleşme düzleminin de bu anlamda altının doğru bir içerikle doldurulması gerekiyor. Hesaplaşma sadece daha cüretli bir tercihi değil farklı bir sınıfsal karakteri ifade ediyor. Devrimci bir içerikle yapılacaksa sadece AKP gericiliğiyle değil, bu gericilikle helalleşmek isteyenlerle de hesaplaşmayı kapsaması gerekiyor.