Bir 29 Ekim’i daha geride bıraktık. Kısmen süreklileşmiş, kısmen de bu yıla özgü anekdotlarla…

Süreklileşmiş olanlar malum: AKP’li Cumhurbaşkanı yine 29 Ekim’i kendi şovuna çevirdiği bir açılışa (bu kez AKM) denk getirdi, Diyanet 29 Ekim hutbesinde Mustafa Kemal Atatürk’ü anmadı, Kastamonu Jandarma Komando Eğitim Alay Komutanlığı’nın 29 Ekim kutlamasında açılan Erdoğan posteriyle yılın iktidar kaynaklı 29 Ekim provokasyonu eksik bırakılmamış oldu, Cumhuriyet’in ekonomik varlıklarını yağmalayıp tasfiyesine alkış tutan sermaye grupları her zamanki gibi bu yıl da içli reklam filmleri yayımlayarak emekçi halkın aklıyla alay ederek yüzsüzce 29 Ekim’i “kutladı…”

Yani yobazlar, karşı devrimciler, iş birlikçiler, sömürücüler bu yıl da kendilerinden bekleneni yaptı. Esas üzerinde durulması gereken, bu tabloyu değiştirmek için çabalaması beklenenlerin 29 Ekim’i karşılama biçimi.

Bu yıl 29 Ekim büyük ölçüde sessizlikle karşılandı. CHP ve yönettiği belediyelerin gösterişli merasimlerinde bu tarifle çelişen bir durum yok. Kutlanacak bir cumhuriyetimizin kalmadığını, 29 Ekim’in artık var olanı kutlayacağımız değil yenisini kurmak için mücadeleye hız vereceğimiz bir tarih olduğunu görmezden gelerek yapılan resmi açıklama ve etkinlikler anlam taşımıyor. Oysa karşı devrim iktidarıyla mücadele etmek için bir yol daha var.

Karşımızdakinin bir karşı devrim iktidarı olduğunu, içinde bulunduğumuz sürecin de Cumhuriyet’i ortadan kaldırmış bir karşı devrim süreci olduğunu saptayarak başlamak gerekiyor. Sermaye iktidarlarının, gericiliğe verilen tavizlerin, emperyalizmle iş birliğinin kemirdiği Cumhuriyet’in adım adım çürüdüğünü, çürüyen Cumhuriyet’e son darbeyi karşı devrimci AKP’nin vurduğunu…

Gelinen noktada Cumhuriyet şayet tamamen yıkılmadıysa bunun ancak halkın mücadelesiyle mümkün olduğunu, AKP’nin devlet katından tasfiye ettiği Cumhuriyet’in halkın elinde bir mücadele bayrağına dönüştüğünü…

Haliyle artık kutlanacak bir cumhuriyet kalmadığını, yapılması gerekenin yeni bir cumhuriyet için mücadele etmek olduğunu…

29 Ekim 1923’te Mustafa Kemal Atatürk ve mücadele arkadaşlarının önderliğinde kurulan ve günümüzde devrimciler için hala büyük önem taşıyan bir birikim yaratan Türkiye Cumhuriyeti’nin sermaye sınıfına dayandığı için ciddi zaaflara sahip olduğunu, AKP’yi bu zaafların yarattığını…

Ve dolayısıyla bu kez karşı devrime yenilmeyecek, bu kez emperyalizm, gericilik ve sömürü karşısında havlu atmayacak bir cumhuriyet kurulacaksa bunun sermayeye değil, emekçi halka dayanarak başarılabileceğini…

Bu saptamaları yapmakla iş bitmiyor. Sorunu ve çözümü saptadıktan sonra çözüm için adım da atmak gerekiyor. Yani saptamakla kalmayıp siyasi bir çıkış önermek, söylenmekle yetinmeyip elini taşın altına koymak, devrimci fikirleri siyasal mücadele içinde örgütlemek için eylemlilik içinde olmak, devrimci fikirleri emekçi halk arasında örgütlemek için sahada olmak…

AKP iktidarının yoksullaşan halkın çığlıklarına kulaklarını tıkadığı, emperyalist planlarda rol kapmak için ülkeyi ateşe atmayı sürdürdüğü, laikliğe yönelik saldırılara tam gaz devam ettiği ve bu tablo karşısında halkın öfkesinin gitgide keskinleştiği, emekçilerin çıkış aradığı günümüzde yeni bir cumhuriyet için mücadele çağrısının karşılıksız kalmayacağı açık. Düzen muhalefetinin buna yanaşmayacağı, yani yeni bir cumhuriyet talebine sırt çevireceği de.

Bu tabloda solun yeni bir cumhuriyet mücadelesini sahipsiz bırakması tarihi bir hata olurdu. Solun varlık nedenini tartışmalı hale getirecek, emekçilere gerçek bir mücadele zemini sunma olanağını azaltacak bir hata…

AKP’nin sopayla korkutmaya çalıştığı, düzen muhalefetininse sahte umutlarla havuç uzattığı halka gerçek çözümü gösteren, halkı ortadan kaldırılmış bir cumhuriyetin saygın anısıyla avunmaktansa yenisini kurmak için kavgaya davet edense devrimci gençler oldu. Türkiye’nin dizginlerinden boşalmış bir karşı devrim iktidarı ile bu iktidarın 15-20 yıl önceki versiyonu arasında seçime zorlanmasını kabul etmeyen, vasata razı olmayıp daha ileri olanı kurmak için mücadeleyi yükseltmeyi tercih ederek dün Beşiktaş’ta sokağa çıkan genç devrimci irade, karanlıktan kurtuluşa giden yolun da ipucunu verdi.

29 Ekim’de sokağa çıkarak karşılarına çıkan barikatları aşan irade, sermaye düzeninin çok yönlü kuşatması karşısında önemli bir itirazı temsil ediyor. Ancak bununla yetinemeyiz. Barikatın büyüğü sokaklarda değil siyasette. Aşmak içinse dün yapılanın benzeri, ancak daha gelişkini gerekiyor.

Dün olduğu gibi omuz omuza vermek, sermaye düzeninin karşımıza diktiği engelleri yüklenip geçmek…

Bunu bir sokak yürüyüşü süresinin ötesinde uzun vadeye yaymak, inadı elden bırakmamak…

Ve resmi üniformalar ile üniforma sahiplerinin elindeki kalkanlar kadar göz önünde olmayan engel ve tuzaklar karşısında aynı cesaret, akıl ve kararlılıkla mücadeleyi sürdürmek…

Türkiye devrimcilerini arıyor. Türkiye, “Yeni bir cumhuriyet için kavgaya hazırız” diyen devrimcilerin öne atılmasını bekliyor.

Aydınlık, bağımsız, gerçekten kimsesizlerin kimsesi olacak, yani bu kez sermayenin değil emeğin iktidarda olacağı yeni bir cumhuriyet için kolları sıvamanın vakti geldi de geçiyor.

29 Ekim’de sokağa yansıyan iradeye selam olsun.

Yaşasın Devrim!

Yaşasın Cumhuriyet!