Cumhuriyet’in erken ve radikal dönemlerinde dahi Diyanet’in teşkilat kadrosunun kökeni Osmanlı ulemasına dayanan gericilerden oluşması, radikalizmin terk edildiği dönemde Diyanet’in karşı devrimciler tarafından fethini kaçınılmaz hale getirdi.

1924 yılında din alanının laik cumhuriyetin kurallarına göre düzenlenmesi amacıyla Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin yerine kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı uzun yıllardır kuruluş amacından sapmış, laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmiştir.” 1alierbasistifa.com

Yukarıdaki satırlar, Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun “Ali Erbaş İstifa! Cumhuriyet İçin Toparlanın!” çağrısıyla imzaya açtığı metinden alındı. Laik cumhuriyetin hazin bir noktaya gelen tarihsel serüveninin en hazin boyutlarından birini anlatıyor.

Bugünden bakıldığında Diyanet’in laikliğin simge kurumlarından biri olarak kurulduğu bir dönemi tahayyül edebilmek zor. Dolayısıyla “Bu noktaya nasıl gelindi?” sorusuna gelmeden önce Cumhuriyet’in din politikasının esaslarını ve bu politikada Diyanet’in yerini açmaya çalışacağız.

Din Kurumunun Devletteki Temsili

Cumhuriyet’in din politikasının temel dayanağı modernleşmedir. Modernleşmeden kastımız, laikleşmeye koşut olarak merkezileşme ve millileşme hedeflerini de içeren bir politikalar demetidir. Bu politikalar demetinin kimi unsurları Cumhuriyet dönemine has yeniliklerken önemli bir bölümü ise Osmanlı modernleşmesinin başlattığı ya da tartışmaya açtığı uygulamalardır.

Cumhuriyet’in radikal laikleşme politikasının ipuçları, henüz Saltanat ve Hilafet’le hesaplaşmanın başlatılamadığı Birinci Meclis döneminde de mevcuttu. Din alanında yetkili kurumların idari yapıdaki ağırlığının azaltılması politikası, Cumhuriyet’e kıyasla daha ılımlı bir biçimde de olsa Birinci Meclis’le başladı.

Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık dini işlerin yanı sıra hukuki, adli, ilmi, idari ve siyasi görevler de icra eden bir kurumken 4 Mayıs 1920’de Ankara Hükümeti’ne bağlı olarak kurulan Şeriye ve Evkaf Vekaleti, yalnızca dini işlerden ve vakıflardan sorumluydu. Şeyhülislamlık İslam halifesinin vekiliyken Şeriye ve Evkaf Vekaleti, herhangi bir kutsallık iddiası olmayan meclis hükümetine bağlı bir bakanlık statüsündeydi. 3 Mart 1924’te Milli Mücadele döneminin Ankara Müftüsü Börekçizade Rifat Efendi’nin başkanlığında kurulan Diyanet İşleri Reisliği ise Başvekalet’e (Başbakanlık) bağlı bir idari organ statüsündeydi.2İştar Gözaydın. 2020. Diyanet: Türkiye Cumhuriyeti’nde Dinin Tanzimi. İstanbul: İletişim Yayınları, s. 19. Osmanlı düzeninde padişahın hemen ardından gelen din kurumu önce bakanlıklardan birine, birkaç yıl sonrasında ise bakanlığın da altında bir idari organ mertebesine indiriliyordu.

Yaşanan süreç, din kurumunun devlet hiyerarşisindeki yerinin aşağıya inmesinin yanı sıra, modernleşme sürecinin bir gereği olarak devlet yapısının ve bu arada din alanındaki idari örgütlenmenin merkezileştirilmesini de içeriyordu. Geleneksel Osmanlı düzeninde camiler idari ve mali olarak merkezi yönetim tarafından değil, camilere ait vakıfların mütevelli heyetleri tarafından yönetilmekteydi. Cami görevlilerinin maaşları merkezi bütçeden değil, vakıf tarafından ödenirdi ve bu sürecin sorumluluğu vakıf mütevelli heyetinde olup merkezi idare adına Divan-ı Hümayun yalnızca denetleyiciydi. Ayrıca Müslüman mahallelerinde mahallelinin ihtiyaçlarının karşılandığı avarız sandıkları da mahallenin imamının sorumluluğundaydı.3Deniz Parlak. 2020. Laikleşme Sürecinde Camiler. İstanbul: İletişim Yayınları, s. 105-109.

Osmanlı modernleşmesinde önemli bir uğrak olan II. Mahmud’un saltanatında 1826’da Evkaf-ı Hümayun Nezareti kurularak tüm vakıfların gelirleri bakanlık denetimine tabi tutulmuş, vakıfların kendi hizmetleri dışındaki gelirleri devlet hazinesine aktarılarak vakıfların gelirleri kısılmıştır. 1829’da ise mahalle düzeyindeki yönetim birimi muhtarlık haline gelmiş, imamların avarız sandıklarındaki etkisi azaltılmıştır. Devamında da bilhassa II. Meşrutiyet döneminde çıkarılan bir dizi yasayla birçok vakıf kapatılarak varlıkları hazineye aktarılmış ve camiler, dini okullar, vakıflar doğrudan merkezi idareye bağlı müftüler tarafından yönetilmeye başlanmıştır.4Deniz Parlak, a.g.e., s. 111-114. Yani Ankara Hükümeti’nde Şeyhülislamlık’ın yerini Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin alması, aslında Osmanlı modernleşmesinin getirdiği devletin merkezileşmesi sürecinin devamıdır ve Diyanet İşleri Reisliği’ne giden yolun adımlarından biridir.

Merkezileşme ve din kurumunun idari yapıdaki ağırlığının azaltılmasına yönelik bir diğer önemli düzenleme ise 1931 yılı Bütçe Kanunu ile tüm cami ve mescitlerin Diyanet’ten Evkaf Umum Müdürlüğü’ne devridir. Bu uygulamanın gerekçesine dair birincil kaynaklarda bilinen net bir aktarım bulunmamakta. Devir işlemi çatışmasız gerçekleştiği için devir sürecinden de bir ipucu yakalanamamakta. Ancak iki kurumun arasındaki nitelik farkından hareketle tahminde bulunmak mümkün.

Deniz Parlak, cami ve mescitlerin Diyanet’ten Evkaf Umum Müdürlüğü’ne devrinin, kökenleri Osmanlı ulemasına dayanan buralardaki görevli kadroların dini bir kurumdan mali bir kuruma devri anlamına geldiğine dikkat çekmektedir.5Deniz Parlak, a.g.e., s. 258-259. Nitekim devir, 23 Aralık 1930’te şeriat ve Hilafet’in yeniden tesisi için ayaklanan gericilerin Teğmen Kubilay’ı katlettiği Menemen olayının ardından gündeme geliyor. Günümüzde laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmiş olan Diyanet’in resmi sitesinde“Alt yapısı zaten oldukça zayıf ve yetersiz bulunan Başkanlık, bu kanunla neredeyse işlevsiz hale gelmiştir” yorumuyla aktardığı bu düzenlemeden hoşnutsuzluğunu gizlememesi ve söz konusu düzenlemenin 1950’de Demokrat Parti iktidarında geri alınmış olması da bu bağlamda anlam kazanıyor.6Diyanet İşleri Başkanlığı, “Kurumsal Tarihçe,” Kaynak: https://diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay//1/diyanet-isleri-baskanligi-kurulus-ve-tarihcesi

Dinde Millileşme Girişimleri

Cumhuriyet’in din politikasının bir diğer ayağı ise dinde millileşme girişimleriydi. Bu alanda Kuran’ın Türkçeye tercümesinin yanı sıra Türkçe ezan, namaz ve hutbe konuları da gündeme geldi.

Diyanet’in talimatıyla Türkçe hutbe hazırlamak için 1926 sonlarında İstanbul Müftülüğü’nden beş kişilik bir komisyon kurulmuş, komisyonun 17 Şubat 1927’de sunduğu 58 Türkçe hutbeden 51’i Rifat Efendi ve Mustafa Kemal tarafından onaylanarak kitaplaştırılmıştır. Türkçe hutbe uygulaması genel kabul görse de kimi cami görevlilerinin yazılı hutbenin dışına çıktığı ya da Türkçe hutbeyi başkalarına okuttuğu bilgisi Diyanet’e ulaşmış, Diyanet Şavşat Müftülüğü’nü konuyla ilgili uyarmıştır.7Deniz Parlak, a.g.e., s. 196-198 Ancak dinde millileşme hedefiyle yapılan diğer uygulamalar daha fazla dirençle karşılaşmıştır.

İstanbul’da Göztepe Tütüncü Mehmet Halis Efendi Camii’nin imam hatibi Cemaleddin Efendi, 1926’da Ramazan ayının ilk cuma namazında kendi hazırladığı Türkçe Kuran meallerini okuyarak namazı Türkçe kıldırmış, tekbirler ve namaz sonundaki selamı da Türkçe söylemiştir. Cemaatten gelen şikayetler üzerine Cemaleddin Efendi hakkında soruşturma açılmış, kendisi konuyla ilgili verdiği röportajda “Ne çare ki, asırlardan beri Türk’ün başı, dini, dünyevi iki türlü kapitülasyonla dertedir. Türk, çok şükür başını dünya kapitülasyonlarından kurtardı; din kapitülasyonundan da kurtarmanın zamanı gelmiştir” sözleriyle Türkçe namazı savunmuştur. Resmi bir karara dayanmayan Türkçe namaz adımının Cemaleddin Efendi’nin bireysel kararı mı yoksa devrimi ileriye taşımaya yönelik planlı bir eylem mi olduğunu saptayamasak da Cumhuriyet’in bu girişimin arkasında durmadığı, Cemaleddin Efendi’nin Cumhuriyet’in ilk Diyanet İşleri Reisi Rifat Efendi’nin de onayıyla iki hafta görevden uzaklaştırma cezası aldığı biliniyor.8Deniz Parlak, a.g.e., s. 200-201 Türkçe namaz girişiminin Kuran’ın Türkçeye tercümesi çalışmalarında da pürüze yol açtığı kaydediliyor.

1925 yılı bütçe görüşmelerinde Diyanet’e Kuran’ın Türkçeye tercümesi için de bütçe tahsis edilir. Rifat Efendi ve Ahmed Hamdi’nin (Akseki) ricalarıyla tercümeyi Mehmed Akif, tefsiri ise Elmalılı Hamdi Efendi (Yazır) üstlenerek çalışmalara başlarlar. Mehmed Akif’in 1929’da tamamladığı tercümeyi tefsir ve tavzih eden Elmalılı Hamdi Efendi’nin çalışmanın bütününü Diyanet’e sunması beklenmekteyken Mehmed Akif, Türkçe Kuran’ın Türkçe namaz için kullanılabileceği endişesiyle Türkçe mealden çekilmeye karar vererek gönderdiği tüm metinleri geri alır. Bunun üzerine 1931’de tercüme işi de Elmalılı Hamdi Efendi’ye havale edilir. Sonraki yıllarda “Hak Dini Kuran Dili” adıyla basılan eserin tefsir kısmı büyük titizlikle hazırlanmış olsa da tercümenin akıcılıktan uzak ve okunması kolay olmayan bir tarzda yapıldığı görülmüştür. Oya Gözel Durmaz, Elmalılı Hamdi Efendi’nin Mehmed Akif gibi Türkçe ibadeti engellemek adına tercümeyi bu şekilde gerçekleştirmiş olabileceğini savunmaktadır.9Oya Gözel Durmaz, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ‘Kuran’ Tercümesi Meselesi,” Bilim ve Gelecek, Sayı: 159, Mayıs 2017, s. 38-43, s. 41; Deniz Parlak, a.g.e., s. 204-205 Cumhuriyet’in laikleşme ve dinde millileşme politikasının çok önemli bir uygulaması olan Türkçe Kuran mealinin uygulayıcıların direnciyle karşılaşmış olması önemli bir durumdur.

Dinde millileşme adına bir diğer radikal uygulama ise Türkçe ezan. Bu radikal uygulama 1932’den Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950’ye kadar sürmüş olsa da bu süre boyunca gericilerin yoğun tepkisiyle ve çok sayıda noktada cami görevlileri ile cami cemaatlerinin direnciyle karşılaşmıştır. Birçok camide görevlilerin bilmedikleri ya da dinen caiz görmedikleri için Türkçe ezan okumadıkları kaydedilmektedir. Diyanet’in açık talimatına karşın Bursa, Çankırı, Erzurum, Isparta, Kastamonu, Kuşadası, Maraş ve Rize’nin aralarında olduğu çok sayıda ilde “Arapça ezan okunduğu” gerekçesiyle tahkikat yapılmış, yargılanıp ceza alanlar olmuştur.10Deniz Parlak, a.g.e., s. 280-289 Dönemin iletişim teknolojisinin geriliği düşünüldüğünde Türkçe ezan uygulamasının polis ve yargıya yansımayan çok sayıda ihlalinin de gerçekleştiğini düşünmek mümkün.

Türkçe ezan, döneminde gericileri çılgına çevirmiş ve çok sayıda ajitasyona konu olmuş olmanın yanında Cumhuriyet düşmanlarının hala kinle andıkları bir uygulama. Nitekim laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmiş olan Diyanet’in günümüzdeki başkanı Ali Erbaş, Mustafa Kemal’e Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi nedeniyle lanet okuduğu hutbesinde üstü örtülü biçimde Türkçe ezan uygulamasına da nefret kustu. Hutbede “Bugün bundan 70 sene önce hemen karşımızdaki Sultan Ahmet Camii’nin minarelerinin 16 şerefesinden 16 müezzinin ‘Allahüekber’ sadalarıyla yeri göğü inlettiği, 18 yıl ayrılıktan sonra minarelerimizin ezanlara kavuştuğu anın bir benzerini yaşadığımız gündür” ifadesini kullanan Erbaş11CNN Türk, VİDEO: “Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ayasofya’da Cuma Hutbesine Kılıç ile Çıktı,” 24 Temmuz 2020, 3.04-3.37 arası, Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=yBYeKIkPK6c, ezanın Türkçe okunduğu zamanı ezan okunmamış saydığını ima ediyor. Bu saldırgan yaklaşımın iktidar ve tüm dinci gericiler tarafından paylaşıldığını düşünmemek için bir neden yok.

Karşı Devrimciler Diyanet’i Nasıl Fethetti?

Soğuk Savaş’la birlikte ülkemizin egemenlerinin Kurtuluş Savaşı’nın en büyük destekçisi olan Sovyetlere sırt çevirerek emperyalizme uşaklık etme tercihi netleşirken Cumhuriyet devriminin tüm kazanımları da adım adım terk edildi. Günümüzün mücadelesi de tarihten süzülüp gelen devrim ve karşı devrim programları ekseninde sürüyor. Bir Cumhuriyet kurumu olarak tesis edilen Diyanet’in günümüzde laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmiş olmasını da bu eksende süren kavganın seyriyle açıklamak mümkün.

Diyanet ve genel olarak din politikasıyla ilgili olarak karşı devrimciler Cumhuriyet’in politikasının temel dayanaklarını hedef almış, bu dayanakları ortadan kaldırıp ters istikamette yol almayı tercih etmişlerdir. Merkezileşme unsuru, Türkiye kapitalizminin geldiği düzey nedeniyle reddedilemese ve devlet gericiler tarafından ele geçirildiği ölçüde arzulanır olsa da Diyanet ve diğer devlet kurumlarının tarikatlar tarafından işgaliyle anlamsızlaştırılıyor. Diğer başlıklarda ise Cumhuriyet’in laiklik anlayışı adım adım aşındırılmış, AKP’li yıllarda ise esastan reddedilmiştir.

Örneğin Cumhuriyet’in din kurumunun devletteki temsilini zayıflatma politikası, daha AKP’ye gelmeden terk edildi. Cumhuriyet’in sadece din işlerinden sorumlu bir kurum olarak kurduğu Diyanet bugün Ayasofya’nın statüsü, geçmişteki Türkçe ezan uygulaması, LGBT’ler, pandeminin nedenleri vb. konularda fetvalar yayımlamaya cüret ediyor. Bu cüreti de sadece AKP gericiliğinden değil, 55 yıl önce bu kuruma “İslam’ın ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek” görevini veren bir yasal düzenlemeden alıyor. Diyanet’in resmi sitesinde bu durum şöyle ifade ediliyor:

15/08/1965 tarihinde yürürlüğe giren 633 sayılı ‘Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’ Başkanlığın görevleri noktasında önemli bir açılım getirmiş, İslam dininin ahlâk alanı ile ilgili işleri yürütmek de görevleri arasında sayılmıştır. Kanunda Başkanlığın görevi, ‘İslâm dininin inanç, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek’ şeklinde ifade edilmiştir.”6Diyanet İşleri Başkanlığı, “Kurumsal Tarihçe,” Kaynak: https://diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay//1/diyanet-isleri-baskanligi-kurulus-ve-tarihcesi

Cumhuriyet’in radikal laiklik politikasının haklı gerekçesi de bu noktada ortaya çıkıyor. Dini öğreti, sosyal konularda çağdaş değerlerle uyumsuz yorumlara açık olabileceği için din alanındaki yetkili kurumun idari yapıdaki ağırlığının azaltılması, görev alanının sınırlandırılması ve günün şartlarına uygun bir biçimde denetlenmesi gerekiyor. Ancak günümüzde Diyanet, bu denetimi kendi içinde yapma kabiliyeti bir yana, denetimsizliği temsil eden bir odak.

Yukarıda da değinildiği üzere, Cumhuriyet’in erken ve radikal dönemlerinde dahi Diyanet’in teşkilat kadrosunun kökeni Osmanlı ulemasına dayanan gericilerden oluşması, radikalizmin terk edildiği dönemde Diyanet’in karşı devrimciler tarafından fethini kaçınılmaz hale getirdi. Cumhuriyet döneminde din görevlisi yetiştirmek için kurulan eğitim kurumları çeşitli gerekçelerle ihtiyaç duyulan nitelikte kadroları yetiştiremediği ve din görevlisi adaylarından rağbet görmediği için (bu ayrı bir yazının konusu olsun) Diyanet, kendisini kuruluş ilkelerine geri döndürecek iç dinamiklerden yoksun. Bu nedenle yeniden yapılandırılması değil, lağvedilmesi gerekmekte.

Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun imza kampanyasında da belirtildiği gibi:

Kuruluş amacının dışına çıkarak laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tüm faaliyetleri derhal durdurulmalı ve din alanı laikliği esas alarak kurulacak, tüm inançlara eşit mesafede duracak ve inanç ve vicdani kanaati ne olursa olsun tüm yurttaşları eşit kabul edip çağ dışılığa ya da nefret söylemine sapmayacak yeni bir kamu kurumu tarafından düzenlenmelidir.”1alierbasistifa.com

Notlar:

[1] https://alierbasistifa.com/

[2] İştar Gözaydın. 2020. Diyanet: Türkiye Cumhuriyeti’nde Dinin Tanzimi. İstanbul: İletişim Yayınları, s. 19.

[3] Deniz Parlak. 2020. Laikleşme Sürecinde Camiler. İstanbul: İletişim Yayınları, s. 105-109.

[4] Deniz Parlak, a.g.e., s. 111-114.

[5] Deniz Parlak, a.g.e., s. 258-259.

[6] Diyanet İşleri Başkanlığı, “Kurumsal Tarihçe,” Kaynak: https://diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay//1/diyanet-isleri-baskanligi-kurulus-ve-tarihcesi

[7] Deniz Parlak, a.g.e., s. 196-198

[8] Deniz Parlak, a.g.e., s. 200-201

[9] Oya Gözel Durmaz, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ‘Kuran’ Tercümesi Meselesi,” Bilim ve Gelecek, Sayı: 159, Mayıs 2017, s. 38-43, s. 41; Deniz Parlak, a.g.e., s. 204-205

[10] Deniz Parlak, a.g.e., s. 280-289

[11] CNN Türk, VİDEO: “Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ayasofya’da Cuma Hutbesine Kılıç ile Çıktı,” 24 Temmuz 2020, 3.04-3.37 arası, Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=yBYeKIkPK6c

Döviz ile destek olmak için Patreon üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Türk Lirasıyla destek olmak için Kreosus üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Devrim dergisini dijital ya da basılı olarak edinmek, abone olmak için Shopier’daki mağazamıza göz atabilirsiniz.
Mithat Çelik
Author