“Sağ görüşlü iktidarlar, sömürülen köylü onu örnek alır kendini ifade etmeye başlar, kendi gücünün farkına varır ve başkaldırırsa diye Mahmut Makal ve sonraki Köy Enstitülü yazarlardan daima rahatsız olmuştur.”
Devrim’in Haziran sayısında İsmail Hakkı Tonguç’un 60. ölüm yıldönümü vesilesiyle ülkemizin eğitim tarihinin en önemli gelişmelerinden olan Köy Enstitüleri’ni ele alıyoruz. Enstitülere ve Tonguç’a dair hemen her konuya temas eden bu bilgilendirici röportaj için Köy Enstitülerini Araştırma ve Eğitimi Geliştirme Derneği (KAVEG) Genel Başkanı Prof. Dr. Güler Yalçın’a teşekkür ediyoruz.
Öncelikle isteğimizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. Köy Enstitüleri’nin mimarı İsmail Hakkı Tonguç’un 60. ölüm yıldönümü (23 Haziran) nedeniyle, bu sayımızda Türkiye’de hem eğitim politikaları hem de odağında yer aldığı politik ve ideolojik tartışmalar açısından Köy Enstitüleri deneyimini ve Tonguç’u ele almak istedik. Öncelikle, Köy Enstitüleri’ni ortaya çıkaran temel fikir neydi? Tonguç ve çalışma arkadaşları tam olarak nasıl bir hedefle yola çıkmıştı?
Köy Enstitüleri sisteminin kurucusu önderi İsmail Hakkı Tonguç, 1897 yılında Bulgaristan’ın Silistre Bölgesi’nde Tutrakan Sancağı Tatar Atmaca Köyü’nde yaşayan orta halli bir çiftçi ailesinin büyük oğludur. İnsanların yaşam içindeki tutumlarını geldikleri sosyal sınıflar belirler genellikle. O, köyde doğduğu için geldiği yeri hiç unutmamış, Anadolu’nun durumunun daha da vahim olduğunu gözleyince, genç Cumhuriyet’imizin sorunlarının eğitimle çözüleceğine inanmış ve kendini bu çalışmalara adamıştır.
1918’de öğretmen olan Tonguç, 20 arkadaşı ile 1 Ekim 1918’de Karlsruhe yakınlarında Ettlingen’de öğretmenlikle ilgili bir seminere katılmak üzere Almanya’ya gider. 1921-1922 yıllarında eğitimini tamamlamak üzere tekrar aynı şehire; meslek okulları konusunda araştırma yapmak üzere 1925’te İngiltere, Fransa, Almanya’ya gider ve Leipzig Pedagoji Enstitüsü’ne bağlı iş eğitimi seminerine katılır. 1929’da ders araçları almak ve incelemeler yapmak için devlet tarafından Bulgaristan, Yugoslavya, Çekoslovakya, Macaristan ve Almanya’ya kısa süreli olarak gönderilir.
Bu ayrıntıları vermemin nedeni, Kurtuluş Savaşı devam ederken bir öğretmenin kendini geliştirmesi için verilen fırsatlara dikkati çekmek. Öğretmenlere verilen değerin başka bir kanıtı da devletin 25 Kasım 1920’de bir kararname ile öğretmenlerin askerlik yapmamasını karar altına almış olmasıdır.
Cumhuriyet kurulduktan sonra eğitim sorunlarının çözülmesi için 1940 yılına kadar ilki Maarif Kongresi, diğerleri Heyet-i İlmiye olam üzere dört kez toplanılmış, büyük çoğunluğu yaklaşık yüze sekseni köylerde yaşayan ve çiftçilik yapan nüfusun başta okuma-yazma sorununu çözmek, öğretmen yetiştirme, meslek edindirme, yükseköğrenim konuları üzerinde öneriler getirilmiş, fakat bunlar uygulanıp sorunlara köklü bir çözüm getirilememiştir.
1935 yılında İsmail Hakkı Tonguç, vekaleten İlköğretim Genel Müdürülüğü’ne atanır. Bu sırada Kayseri, Çorum ve Yozgat’ın yaklaşık 10 bin köyünde incelemeler yaparak durumu devlet yetkililerine bildiren uzun bir rapor sunar. Rapor, Atatürk’ün sofrasında sabaha kadar tartışılır. Sonunda, Köy Eğitmen Kursları projesi gündeme gelmiştir. Askerliğini çavuş veya onbaşı olarak yapmış akıllı köy gençleri nüfusu az olan köylerde üç sınıflı ilkokullara öğretmen olacaktır. Bu köy nüfusuna kayıtlı gençler, 6-8 aylık kurslarda eğitim görürler ve ellerinde öğreten rehberleriyle 10 lira maaşla köylere gönderilirler.
Adeta köylerdeki sosyo-ekonomik düzeni değiştirme misyonu verilmiştir eğitmen adaylarına. Her kursta 50-100 aday, 10-20 öğretmen, birkaç usta öğretici, veteriner ve doktorları vardır. Devletin bir binasında yatılı bir yaşam. Zaman en verimli olacak şekilde öğrenerek, çalışarak ve kalan zamanları da okuma, müzik, orta oyunları, tiyatro ve sinema ile geçer.Duygu ve düşüncelerini özgürce ifade ettikleri, ve birbirlerini eleştirebildikleri bir ortamda.
Bağ ve bahçeleri vardır, tarımla ilgili her şeyi yaparak öğrenirler. Kümesleri, arı kovanları da. İlgili kanun, uygulama başladıktan yaklaşık bir sene sonra 1937 yılında “Ziraat işlerinin fennî bir şekilde yapılması için köylülere rehberlik etmek üzere köy eğitmenleri istihdam edilir. Köy eğitmenleri, Maarif ve Ziraat vekillikleri tarafından; ziraat işleri yaptırılmağa elverişli okul veya çiftliklerde açılan kurslarda yetiştirilirler. Eğitmen yetiştirme kurslarının masrafları Maarif ve Ziraat vekillikleri bütçelerinden ödenir” hükümlerini içeren maddelerle yasalaşır. Daha sonra 1940 yılında Köy Enstitüleri’nin kuruluşunda da aynı yol izlenmiştir. Kanunlar kuruma ait uygulamaların başlatılıp ilk olumlu sonuçlarının görülmesi, yanlış ve eksiklerin gözlenmesinden sonra çıkarılmıştır. Sistemin başarılı olmasının nedenlerinden biri de budur.
Devrim heyecanının bitmemiş olduğu ülkemiz koşullarında iyi yetişmiş köy kökenli bir eğitimci olan İ. Hakkı Tonguç’un önderliği, Hasan Ali Yücel’in engin ufku ve dünya görüşü, İ. İnönü’nün ülkenin acil olan okuma yazma sorunu ve bu sorunun kendisi üretip tüketen bir eğitim sistemi ile çözüleceğine inanmış olması bir araya gelince, 1936’da Köy Eğitmen Kursları ile başlayan eğitim devrimi, 1946 yılına değin büyük bir atılım ile gelişerek sürmüştür.
Köy Enstitüleri’nin başka ülkelerde pek benzerinin bulunmadığını biliyoruz. Tonguç ve çalışma arkadaşlarının eğitim politikalarını oluştururken yararlandıkları ve esinlenmiş olabilecekleri kaynaklar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Bir değil birçok düşünür, pedagog, psikologdan; ayrıca Avrupa’da kurulmuş bulunan bazı okullardan etkilenme olduğu muhakkaktır. Tonguç ve çalışma arkadaşları başta Atatürk’ün köylülük ve uygulama konusundaki engin görüşü olmak üzere, yıllardan süzülüp gelen kendi eğitimcilerimizin önerileri ve özellikle 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar ve nihayet 1924’ten itibaren ülkemize davet edilen yabancı uzmanların gözlemleri üzerine yazdıkları raporlardan etkilenip kendi ülkemizin koşullarının analizini yaptıktan sonra tamamen bize özgü bir sistem yaratmışlardır.
Köyün eğitim sorunları ve köyde öğretmenlik konuları hakkında tartışmalar II. Meşrutiyet’e kadar dayanır. Meşrutiyet’in ilanından (1908) 1910 yılına kadar yedi kez Maarif Nazırı değiştikten sonra 1910’da Emrullah Efendi, Maarif Nazırı oldu. O, kuramsal derslerin yeterli olmadığını bu nedenle ticaret, ziraat, sanatta derslerin uygulamalı olarak gösterilmesi gerektiğini düşünmüştür. 1910 yılında bu ilkelerle hazırlanan ilköğretim kanun tasarısı, Meclis-i Mebusan’da üç yıl bekledikten sonra 1913’de ufak tefek tadillerden sonra, muvakkat kanun olarak uygulanmaya başlamıştır.
II. Meşrutiyet döneminde 1909 – 1912 yılları arasında Sâtı Bey’in Yüksek Öğretmen Okulu’nda (Darülmuallimîn-i Aliye) müdürlüğü zamanında günümüzde hala olmayan bazı yenilikler uygulamaya sokulmuştur. Okul çatısı altında öğretmen adayı öğrenciler için bir uygulama okulu açılmış, öğretmenler haftada bir gece bu okulda yatmaya mecbur edilmiş, talebe çevreyi ve çevredeki eserleri tetkik için gezintiye çıkarılmış, kitaplık ve müze kurulmuş, bir meslek dergisi çıkarılmış ve bu dergide Darülmuallimin öğretmenleri yazılar yazmıştır. Mezun öğretmenlerin tayin ve çalışmalarıyla ilgilenilmesi, desteklenmeleri, başarılarının artırılması konuları da onun zamanında gündeme gelmiştir.
Manastır, Bursa, İzmir Darülmallimleri Müdürlüğü yapan ve 1920’de Türkiye Komünist Fırkası’nın kurucu genel sekreteri olacak Ethem Nejat, 22 yıl sonra Köy Enstitüleri sistemine temel olacak ilkeleri 1914 yılında İzmir’deki görevi sırasında önermiştir. Tonguç, Canlandırılacak Köy kitabında onun sık sık yer ve iş değiştirmeleri nedeniyle düşüncelerinin kökleşmesinin ve cemiyet bünyesinde yerleşmesinin mümkün olamadığını, sadece kendi çalıştığı yerlerde uygulama imkanı bulabildiğini yazmıştır.
Ethem Nejat, köy muallimlerinin iyi ziraat bilmeleri, her ilk mektebin bir bahçesi olması gerektiği, Darülmuallimin (Erkek Öğretmen Okulu) ve Darülmuallimatlarda (Kız Öğretmen Okulu) ziraat eğitim öğretimi ve bunun için uygulama sahası hazırlamak, gerekli alet ve araziye sahip olmak gerektiğini söylemiştir. “Altı sene olan ilkokul öğreniminin son iki senesi vilayette hangi meslek varsa dikkate alınarak, meslek bilgilerine ayrılmalıdır. Memleketin her tarafı gibi İzmir’in de yatılı ilkokula ihtiyacı olduğunu ve yatılı ilkokulların ruhu ziraat, daima ziraat olmalıdır” demiştir. Halkın kültür düzeyinin yükseltilmesine ilişkin konferanslar, sinema, seyyar halk okulu, müzik, tiyatro, sergi, ağaç bayramı, spor müsabakaları yapılmasını ve müzeler açılmasını önerir.
Ethem Nejat’ın Öğretmen Okulları hakkındaki önerileri, Köy Enstitüleri sistemi ile tam bir benzerlik gösterir. Ona göre, öğretmen okulu binalarını şehir içine kurmak doğru değildir. Geniş arazileri olmalı, açık hava terbiye ve tedrisatı uygulanabilmeli, ziraat dersi toprak üzerinde ameli ve gösterilerek verilmeli, sınıflardan başka mütalaahane, kütüphane, teneffüs salonları, jimnastikhane, tuvalet ve ders salonları bulunmalıdır. Kimya laboratuvarı, fizikhane, tarih, tabii ziraat ve sanayi müzeleri ve elişleri dersaneleri tamam olmalıdır. Ayrıca İslamcılık ve Osmanlılığın hayat telakkisini kısırlaştırdığına inanmakta, okullarda milliyetçilik ve Türkçülük görüşleriyle heyecan uyandırılmasını savunmaktadır. E. Nejat’ın 1914 yılında İzmir için olan bu önerileri, genç öğretmenler vasıtasıyla memlekete yayılıp diğer vilayetlerde şartlar elverdiği ölçüde uygulanmıştır.
Atatürk’ün 1 Mart 1922 Meclis açış konuşmasında köylüler hakkında söyledikleri çok dikkate değerdir. Çok yoksul ve acı çekmiş köylülüğe şu sözlerle sahip çıkar: “Yedi asırdan beri cihanın dört köşesine sevk ederek, kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden alıp israf ettiğimiz ve buna mukabil daima aşağılama ve hor görme ile karşılık verdiğimiz ve bunca fedakârlık ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık, zorbalıkla uşak menzilesine indirmek istediğimiz bu asıl sahibin huzurunda bugün utanma ve saygıyla hakiki vaziyetimizi alalım. Efendiler! Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki mesaisini çağdaş iktisadi tedbirler ile azamiye ulaştırmalıyız. Memleket çocuklarını toplumsal ve ekonomik alanlarda etkin ve verimli kılabilmek için gerekli olan ön bilgileri vermede uygulamalı yöntem izlenmesi eğitim ve öğretimin ana kuralı olmalıdır. Ortaöğretimde de eğitim ve yönetimin uygulamaya dayandırılması ilkesine uymak, kesin olarak gereklidir.”
1 Mart 1923’te Meclis açış konuşmasında eğitim konusunda söyledikleri çok iyi düşünülmüş ve belirli bir felsefi temele dayanan sözlerdir: “Efendiler, eğitim ve öğretimde tatbik edilecek usul, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir hükmetme aracı, yahut medeni bir zevkten daha ziyade maddi hayatta muvaffak olmayı temin eden uygulamalı ve kullanılması mümkün bir cihaz haline getirmektir. Maarif vekâletimiz bu esasa ehemmiyet vermektedir….. Uygulamalı ve kapsayıcı bir maarif için hudud-u vatanın önemli merkezlerinde çağdaş kütüphaneler, bitki ve hayvanat bahçeleri, konservatuvarlar, çalışma yerleri, müzeler ve güzel sanatlar sergileri tesisi lâzım olduğu gibi bilhassa şimdiki mülkiye teşkilatına nisbetle kaza merkezlerine kadar bütün memleketin matbaalarla teçhizi icabetmektedir. Bütün bu güzel şeylerin bir an içinde vücuda getirilmesi gayri mümkün olmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman zarfında bu neticelerin ortaya çıkarılması ehemmiyetle şayanı temennidir.”
İşçi, çiftçi, tüccar, sanayici 1135 temsilcinin katıldığı 17 Şubat-4 Mart 1923’te yapılanİzmir İktisat Kongresi de bu düşüncelerin ışığında toplanmış, Ziraat ve Maarif Meseleleri başlığı altında buna uygun kararlar alınmıştır. Bu kararlar ancak 13 yıl sonra, köy eğitmen kursların hayata geçmeye başlamasıyla uygulanabilmiştir.
Ziya Gökalp, 1924’te yayımladığı Yeni Türkiye’nin Hedefleri adlı makalelerinde halkçılık adını verdiği görüş içinde, eğitimin özellikle sosyal yapı ile ilişkisi üzerinde durmaktadır. Gökalp’e göre toplumu kuran bireyler arasında gerçek bir eşitlik kurulup sınıf farkları giderilmedikçe eğitimin güçlükleri çözülemeyecektir. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin doğal değil yapma olduğunu, bu eşitsizliği meydana getiren toplum olduğuna göre onu yok etme yeteneğinin de toplumda bulunması gerektiğini söyler. Tonguç ise, Gökalp’i İslamlaşmak prensibine bağlılığı, ümmet ruh ve medeniyetini de bir değer olarak elden bırakmayışının onu mektep ve medreseyi bir arada yaşatma gafletine düşürdüğü konusunda eleştirir, fakat buna rağmen insanları bireycilikten toplumculuğa sevkettiği için önemli bir düşünür olduğunu kabul eder.
1924 yılında Türkiye’ye ilk gelen filozof ve eğitim kuramcısı, Amerikalı John Dewey olmuştur. 1925 yılında Almanya Ticaret ve Sanayi Bakanlığı danışmanı Dr. Alfred Kühne;1927yılında Belçikalı teknik eğitim programları uzmanı Omar Buisedavet edilmiştir. Bu uzmanların raporlarındaki konular genel olarak yukarıdaki Türk eğitimcilerin görüşlerine felsefi anlamda yakındır. Bu yakınlık, her birinin yaptığı pratik önerilerden anlaşılmaktadır. İş eğitimi, hayatla bağlantılı eğitim, okulların ekilecek toprağı olması, öğretmen okullarının uygulama okulları olması, tarım okullarının küçük bir çiftliği olması, mesleki eğitimin uygulamalı olması, kütüphaneler açılması vb. konularda öneriler sunmuşlardır. Yurt dışına görgü bilgi artırılması için öğretmenlerin ve uzmanların gönderilmesi, yabancı dil eğitimi, öğretmenlerin maaşlarının artırılması, meslek okullarına usta öğretici alınması ve başkentte bir İş Üniversitesi açılması da önerilerinden diğer bazılarıdır.
Bir eğitimci ve yazar olan İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu,1933 yılında yazdığı İçtimai Mektep kitabında eğitime yeni bir yaklaşım getirmektedir. Ona göre, gerçek kişilerin yetişmesi için gerekli olan iş ve toplum çevresi okulda kurulmalıdır. Demokrat vatandaşlar yetiştirmek için okul topluluğunun demokratik bir biçimde örgütlenmesi ve öğrencilerin kendi kendilerini idare etmesi lazımdır. Öğrenci kendisini gerçek bir işin, gerçek çevresi içinde bulmalıdır. Okulda yapılan oyuncak işler, yerlerini gerçekten kullanma değeri olan eşyaya bırakmalıdır. Örneğin öğrenciler okulda kuşlara kafes yapmalı, bu kafesler kullanılmalı veyahut satılabilmelidir. Çocuklar elbiselerini asmak için askı yapmalıdır, ancak o vakit çocukta iş kişiliği gelişebilir.
Aynı kitabın 1942’de yazdığı ikinci baskısında pratikte hayatın endüstrinin gelişmesi nedeniyle okulun içine taşınmasının mümkün olmadığını ileri sürerek, iş hayatının sadece en önemli ilkelerini okula sokmayı önermektedir. Fay Kirby’ye göre, Türkiye’de istihsal denen şey ve onun neye mal olduğunu az çok bilen bir sorumlu öğretmenin göreceği gibi, Baltacıoğlu, Batı eğitim düşünüşündeki hataları derhal sezmiş ve Batı usullerini hem pedagojik yönden, hem de ekonomik yönden tenkit etmiştir.
Gördüğünüz gibi, 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılın başında ABD ve Avrupa’da Sanayi Devrimi sonrasında sömürgeci paylaşıma dayanan siyasetler karşısında bu ülkelerin aydınları özgürlük ve demokrasi fikirleri temelinde eğitim modelleri önermişler, bizim eğitimci ve düşün insanlarımız ise, hem kendi fikirleri hem dünyada gelişen bu yeni akımlardan da etkilenmeleri sonucunda Köy Enstitüleri’nin öncesinde de bazı yenilikler yapmışlardır.
Tonguç Almanca bildiği için 1940’tan önce yazdığı kitaplarda daha ziyade Alman düşünür, psikolog ve eğitim bilimcilerin fikirlerine yer vermiştir. O yıllarda dünya çapında en etkin eğitimci olan J. Dewey’in “Eğitim ve Demokrasi” kitabı ilk kez Türkçeye 1928 yılında, ikinci kez 1939’da çevrilmiştir. Tonguç, Canlandırılacak Köy kitabında (1946) sıklıkla Dewey’den söz eder. Jean Jacques Rousseau, Heinrich Pestalozzi daha sonraki yıllarda Georg Kerschensteiner onun en çok etkilendiği filozof ve pedagoglar olmuştur.
Bu konuda söylenecek en önemli söz, bir devrim sürecinin hiç bir motivasyona ihtiyacı olmayacağıdır. Ülkemiz bir antiemperyalist bağımsızlık savaşından çıkmış ve sivilleşme politikaları izlenmektedir. Ayrıca 1929 buhranı sonrasında devletçi ekonomiye ağırlık verilmiştir. Aydınlarımız donanımlı ve yurtseverdir. Büyük komşumuz Rusya’da 1917’de nihai olarak sosyalist bir düzenin kurulduğu bir devrim gerçekleşmiştir.Bütün bu olaylar, Köy Enstitülerinin kurulması için uygun zemin hazırlamıştır. İ. Hakkı Tonguç yurtseverliği, sınıf bilinci, azmi, çalışkanlığı, zekası, disiplini, kültür birikimi ve iletişim becerisi ile bu koşulları çok doğru değerlendirmiştir.
Enstitülerin eğitim-öğretim müfredatından bahsedebilir misiniz? Öğrenciler hangi dersleri görüyorlardı? Ne gibi faaliyetler içinde yer alıyorlardı?
Köy Enstitülerinin program ve uygulamalarının, bildiğimiz kadarıyla hiç bir örneğine rastlamadığımız için, anlaşılabilmesi için bazı ön bilgilere ihtiyaç vardır. Köy Enstitüleri beş yıllık ilkokuldan sonra beş yıllık yatılı, senede 45 günlük dönüşümlü tatili olan, öğretmen ve usta öğreticilerinin yerleşke içinde konutları bulunan yatılı, laik, bilimsel, iş içinde eğitim ilkeleri ile çalışan eğitim kurumlarıdır.
Üç sınıflı eğitmenli köy okullarından gelen öğrenciler ilkokulun son iki sınıfını Köy Enstitüsü yerleşkesi içinde “hazırlık sınıfı” denilen sınıflarda tamamlarlar. Döner sermayeleri ve kooperatifleri vardır. 1937-1940 arasında dört kuruluş (Eskişehir- Çifteler, İzmir-Kızılçullu, Lüleburgaz – Kepirtepe, Kastamonu Göl Köy) Köy Muallim Mektebi olarak açılmış, 1940 yılında bunların isimleri Köy Enstitüsü olarak değiştirilmiştir. 1940’tan itibaren, herbiri 3-5 şehri kapsayan 20 bölgede 20 enstitü öğretmen, öğrenci ve usta öğreticilerin alın teriyle imece ile kurulmuştur. 21. Van Ernis Köy Enstitüsü 1947’de kurulmuştur.
Enstitüde bilgi bir araçtır. Öğrencinin zekasını çalıştırmak, yaratıcı gücünü uyandırmak, çalışma ve düşünme yöntemleri vermek için kullanılır. İş hedefine yönlendirilmeyen bilgi anlamlı değildir. Derslerde öğrenilen her türlü bilgi işe yarayan bir üretim içindir. Okumak, yazarak kendini ifade etmek içindir. Resim öğrencinin düşündüğünü, hissettiğini, gördüğünü, tasarladığını ifade etmesi; müzik ve milli oyunlar duygularını ifade etmeye alıştırmak içindir.
Eğitim, öğretim, tarım ve iş (başlıca yapıcılık, demircilik, dülgerlik) etkinliklerinin planlanıp uygulanması konusunda enstitü yönetimlerine geniş yetki ve esneklik (özerklik) tanınmıştır. Haftalık, aylık, mevsimlik çalışma planları enstitünün özelliğine, iş durumuna, öğrencinin seviye ve sayısına, öğretmenlerin özelliklerine, iş araçlarının çeşidine, iş alanlarının genişliğine, hayvanların cins ve sayılarına göre hazırlanır.
Öğrenciye her işte tasarrufla hareket; sağlığına itina; çocuk, kadın, ihtiyar, hasta, düşkünlere yardım; bulundukları yeri temiz tutma alışkanığı verilir. Planlı ve hızlı iş görme ve başarma önemlidir. Öğrenci her türlü zorluktan yılmayacak, korkak, kararsız ve iradesiz olmayacaktır. Öğrencide doğal olarak var olan iyi özelliklerin bozulmamasına ve bu özelliklerinin geliştirilmesine özen gösterilecektir.
1937-40 arasında Köy Muallim Mektebi Programı içeriği günde 4 saat olmak koşuluyla haftada 24 saat kuramsal, öğleden sonra tarım, atölye çalışmaları, doğa incelemeleri, sağlık uygulamaları, beden eğitiminden oluşur. Tarım ve yapıcılık ağırlıklıdır. 1943 tarihli Köy Enstitüleri öğretim programında Genel Kültür ve Meslek Dersleri haftada 22 saat, Ziraat Ders ve Çalışmaları haftada 11 saat, Teknik Ders ve Çalışmaları haftada 11 saat olarak düzenlenmiştir.
Diğer kuruluş dönemi çalışmalarında olduğu gibi, programlar da önce talimatlarla gerçekleştirilmiş, çıkan sorunlar çözülmüş ve daha sonra program kesinleştirilmiştir. Özellikle eğitim fakültesi öğrencilerine aşağıda künyesini verdiğim kitabı okumalarını öneriyorum. Kitapta doğru bir eğitim yaklaşımı ve kendilerini geliştirecek birçok konu bulacaklardır. (Köy Enstitüsü Programları, Köy Enstitüsü ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, Birlik Matbaası 2004, Ankara). Bu programda çok ayrıntı vardır. Burada ancak bazılarına örnek verebileceğim. Ortaöğretim ve öğretmen okullarında okutulan bütün kültür dersleri bulnmakla birlikte, bu dersler çevrenin özelliklerinden faydalanarak ve öğrenciye gösterilen ziraat derslerinde yaptırılan işlerle takviye edilmek suretiyle okutulur.
Öğretmenlik mesleğinden başka köyde geçerli olacak başka bir mesleğin öğretilmesi amacıyla yaptırılan atölye işleri kız ve erkek çocukların ihtiyaçlarına ve çevrenin özelliklerine göre düzenlenir. Demircilik ve yapıcılık yerine erkekler taşçılık, nalbantlık, kooperatifçilik gibi dersler görürken; kız öğrenci biçki-dikiş, konservecilik, kümes hayvanları, dokumacılık, çocuk bakımı dersleri görebilir. En az öğrenci ve öğretmen sayısı kadar kümes hayvanı, bunun yarısı kadar sığır ve davar beslemek için gerekli tertibatı almak; yağ çıkarmak, peynir, konserve yapmak; pekmez, reçel, sirke, şarap hazırlamak gibi işler; balıkçılık ve arıcılığa elverişli yerlerde bu işleri yapmak ve derslerini almak enstitülerin hayatında olağan durumlardır.
Enstitüde bulunan her türlü araç gereci kullanmayı bilmek, bozulduğunda tamir edebilmek; grafik ve harita çizmek, kroki hazırlamak, istatistik yıllıklarından, broşür, gazete ve dergilerden yararlanmak gibi faaliyetler, tarihi, etnografik, jeolojik ve doğal değerli materyaller ile yurt müzesi oluşturmak enstitülerin faaliyet alanları arasındadır. Motorsiklet, bisiklet kullanma; elektrik tesisatı, türbin gibi aletleri kullanma, bakım ve onarım işleri yapılır. Dersler bütün bu işleri öğrenmenin vasıtasıdır.
Bir enstitüde o çevreye özgü hayata dair ne varsa, enstitüde de vardır. Dersler de hayatla bağlantılı olarak düzenlenmektedir.
Mahmut Makal’ın Bizim Köy’ünün yayınlanmasının ardından dönemin aydınlarının ve bürokratlarının dikkatini Köy Enstitüleri’ne yöneltmesi ve Makal’ın tutuklanmasına kadar giden süreç dikkate değer. İktidarı ürküten ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Çalıkuşu gibi örneklerle romantik bir figür olarak tasvir edilen köy öğretmenini bir anda düşmana dönüştüren şey neydi?
Mahmut Makal, 1947 Konya İvriz Köy Enstitüsü çıkışlı bir öğretmen. “Bir Köy Öğretmeninin Notları” başlıklı ilk yazıları Varlık Dergisi’nde 1948’de çıkmaya başlar. Derginin okur kitlesinden büyük ilgi görür, basında notlarla ilgili yazılar çıkar. 1950’de Varlık Yayınları tarafından kitap olarak basılan “Bizim Köy” köylünün geçim derdinden beslenme biçimlerine, salgın hastalıklardan çocuk ölümlerine, toprak sorunundan okulsuzluğa, halkın karda kışta nelerle mücadele etmek zorunda kaldığından nasıl yaşadığına değin köylerin yoksulluğunu, köylülerin unutulmuşluğunu, yalnızlığını, çaresizliğini, umudunu, umutsuzluğunu, dayanışmasını ya da kavgasını gözler önüne serer.
Makal, 1949’da ilk sürgününü yer, ardından komünizm propagandasıyla suçlanarak tutuklanır. “Tutuklanmasında komünizm propagandasının bir bahane, asıl nedeninse yukarıdakiler tarafından Niğde Valisi aracılığıyla Makal’a gözdağı verilmek istenmesi” olduğunu tesadüfen tanıştığı Nurullah Ataç’tan sonradan öğrenir. Resmi otoriteler ve devletçe “mimlenmiştir” artık. Kitaplarının yurtdışında basımını engelleme planlarının yanı sıra, pasaport verilmeyecek ve çalışma yaşamında rahat bırakılmayacaktı. Öğretmenlik yılları boyunca soruşturma ve maaş kesme cezalarından usandığı için, 1968 Kasım’ında görevinden istifa eder, yıllarca işsiz kalır. Bu arada kitaplarının geliriyle geçinebilir.
1966 -67 yıllarında ödüller alır, eserleri tam 18 dile çevrilir, yaklaşık 40 ülkede okunur. Aydın kişiliğinden, aydınlanmacı ruhundan ve mücadeleciliğinden ödün vermeyen Makal, daima cehaletin, eşitsizliğin, sömürünün, zulmün karşısında olmuş, namuslu, dürüst ve iyi insanlar için yazmıştır. Yoksuldan yana olmayan sağ görüşlü iktidarlar, sömürülen köylü onu örnek alır kendini ifade etmeye başlar, kendi gücünün farkına varır ve başkaldırırsa diye ondan ve sonraki Köy Enstitülü yazarlardan daima rahatsız olmuştur.
Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde köy pek çok aydın açısından bilinmeyen ya da keşfedilmesi gereken egzotik bir mekan. Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın Başkanı Fakir Baykurt ve Türkiye İşçi Partisi’nin adaylarından olup partinin radyo konuşmalarını yazan Mahmut Makal gibi isimleri göz önünde bulundurduğumuzda Köy Enstitüleri’nin Türkiye’de yeni ve sınıfsal köken itibariyle farklı bir aydın tipi yarattığını söyleyebilir miyiz?
Evet çünkü onlar, sömürülen sınıftan, köylülükten gelme ve asla geldiği sınıfa sırtını dönmeyen yeni bir aydın tipidirler. Öncekiler gibi şehirli ve ekonomik durumu itibariyle rahat bir sınıftan gelmemişlerdir. Onlarla artık egemen sınıfları rahatsız edecek yeni bir edebiyat türü başlamıştır. Tam da Nurullah Ataç’ın tanımladığı gibi: Nurullah Ataç 15 Aralık 1951’de Ulus gazetesinde şöyle yazdı:
“Öyle sanıyorum ki, edebiyatımızda bir Mahmut Makal çığırı, Mahmut Makal’lar çığırı açılıyor. Buna çok seviniyorum. Bizler, bizim kuşağın yazarları, yurt sevgisini söyledik, yurdumuzun güzelliğini söyledik, yurdu dolaşmamız, öğrenmemiz gerektiğini söyledik. Ama bizden sonrakilere örnek olamadık. Sözde kaldı bütün düşündüklerimiz… Sevdik biz de yurdumuzu, ama gözümüzde süsleyerek, püsleyerek sevdik, gerçeğe bakarak değil, düşler kurarak sevdik. Olsa olsa birkaç şehrini gördük, birkaç şehrinde durduk, köylerine dalamadık, korktuk dalmaya. Bugünkü kuşak, Mahmut Makal’lar kuşağı, bizim yapmadığımızı yapıyor, bize öfkelense, bize “Siz hiçbir şey yapmadınız, yurdu gerçekten öğrenmeye, anlamaya çalışmadınız” dese, hakkı vardır. Onların karşısında biz küçüklüğümüzü anlamalıyız. Biz kapalı odalarda düşüncelere daldık, cigara dumanları arasından köyler gördük, gerçekte olmayan köyler, gerçekte olmayan bir ülke… Yurdu da, yurdumuzla birlikte edebiyatımızı da bugünkü gençler, bu Mahmut Makal’lar kuşağı kurtaracaktır. Gerçeği onlar getiriyor edebiyatımıza. Onlardan sonra gelecek kuşak da o gerçekler üzerinde düşünecek, o gerçekleri düzeltmeye, iyileştirmeye çalışacaktır.”
Son olarak, bundan 80 yıl önce hayata geçirilen ve çok kısa ömürlü olan Köy Enstitüleri deneyimi bugünden baktığımızda bize ne öğretiyor?
Neler öğretmiyor ki? Köy Enstitüleri sisteminde en önemli üç temel kavram, menşei Yunan ve Anadolu topraklarında olan; tarih boyunca dünyanın her yerinde uğruna eziyet ve cefa çekilen özgürlük, adalet ve demokrasi kavramlarıdır. Bu kavramların hayata geçmesi insanın mutluluğu demektir. Ancak, bu çetin bir mücadeledir ve insanın kendini, yaşadığı toplumu ve evreni sorgulamasıyla mümkündür. Bu sorgulamayı yapabilmek için, bir eğitim kurumunda kişilik eğitimi, kendiğinden öğrenme, yaratıcı iş ve sanat, sevgi saygı ortamı olmalıdır. Köy Enstitüleri sistemi bu kavramlar üzerine temellenmiştir.
Köy Enstitüleri aslında meslek edindirme kurumları olarak planlanmıştır. Öğretmen yetiştirme en önemli ve acil bir konu olduğu için öğretmen yetiştirme ile başlanmış, sonraki süreçte ülke çapında diğer mesleklerden öncelikle ziraat konusunda olmak üzere, insan yetiştirmeye ve yükseköğrenime yönelik çalışmalarla devam edilmesi planlanmıştır. Nitekim Ankara Hasanoğlan’da 1944 yılında ömrü sadece üç yıl sürecek olan üniversiter düzeyde bir Yüksek Köy Enstitüsü açılmıştır. Fakat egemen sınıflar bu sürecin gelişmesini engelleyip enstitüleri kapattırmışlardır. 1946’dan sonra iktidar içindeki sağ kanadın ağır basması sonucunda, devlet Köy Enstitülüleri’ni adeta öksüz bırakmıştır.
İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüleri sistemini kurmaya soyunduğunda aklında özgür insan, özgür toplum, sınıf farklarının ortadan kalkacağı topyekun bir kalkınma, her bireyin kendini ifade edebileceği, kültürlü ve donanımlı köylülerin ülkenin yönetiminde söz sahibi olabileceği bir düzen vardır. Ona göre eğitim geniş bir meslek yol göstericiliği programıdır ve yaşam boyu süren bir iştir. Köy Enstitüleri konusunda kapsamlı bir tez yapan Fay Kirby’ye göre Tonguç için “köy sorunu” diye bir sorun yoktur; bir “aydınlar sorunu”, bir “meslek sorunu”, “eğitim sorunları” ve hepsinin üstünde bir “ülke sorunu” vardır.
Günümüze gelince, kapitalist üretim ilişkileri sınıf farklarını derinleştirmiş, bilim ve teknolojinin, eğitimin getirdiği olanaklardan yoksul kesimin mahrum olduğu, insanların birbirine ve doğaya yabancılaştığı ve insani ilişkilerin zayıfladığı ve kötüye gittiği bir noktaya gelinmiştir. Uzmanlar, 2020 yılı COVID-19 virüs salgınından sonra dünyada sosyo-ekonomik ve kültürel ilişkilerin köklü bir şekilde değişeceğini öngörmektedir.
Bu acıları çeken dünya insanı, kendi kaderini özgürlük, adalet ve demokrasiden yana belirleyebilir. Bu, ancak günümüz koşullarının modern teknolojisini kullanarak doğanın içinde komünal işletmeleri olan eğitim, iş ve yaşam alanları ile şehirlerde müze ve kültür merkezleri kurarak mümkün olabilir. Bunu yapabilmek için büyük bir şansımız var! Özgür bir ortamda sevgi, saygı ve emekle yaratılan bir rehberimiz, Köy Enstitüleri…