Arkadaş’ın şiiri bireycilikle suçlanır. Oysa insanı bir kahraman olarak değil, bir insan olarak anlatmak, işte bu, esas devrimci eylemdir.

Çoğu şair, şairdir; azı ise şiirdir. Şairler şiir yazar, şiirler şiir söyler –kendini, kendiliğinden, kendince söyler. Şiir yazanlar kalbini tebdili kıyafet, ölçülü adımlarla gezdirir dizelerde, şiir söyleyenlerse kalbini dizelerde çırçıplak koşturur, deli divane.

Şiirin yaşı kaçtır, cinsiyeti nedir, kimlerdendir, fani midir ebedi mi, huyu suyu nasıldır, geçimli midir geçimsiz mi, hep mi yalnızdır, hiç arkadaşı var mıdır?

Doğası gereği, şiir, yaradılıştan yeniyetmedir. Aynadaki körpe yabancıya bakınca çocukluğunu görendir. Büyüdükçe çocuk olandır. Sevmeye, emeğe annesinden öykünendir. Çelimsizdir, bir deri bir kemiktir, inceliğinden hep biraz utanandır oysa içi içine sığmayandır. Sarılığı da güneş gibidir yaşama sevinci de. En sevdiği oyuncağı aklıdır, hep kavga etse de onsuz yapamadığı oyun arkadaşı kalbidir. Şiir, erken yirmili yaşlardır; zekânın, kalbin, gövdenin altın çağıdır.

Şiirin kendisi başlı başına bir cinsiyettir. Kadınüstü, adamüstü, hatta insanüstüdür. Çılgın tutkusu ancak denizlerle göklerle ölçülebilendir. Ruhta vücut bulmuş tendir. Yaşamak için, sevmek için var olan bir delicanlıdır.

Şiirin kimi kimsesi yok denecek kadar azdır. Öyle engindir ki tekilliği, bütün bir insanlık adına düşündürür benliğini. Ben’i biz’e dönüştürme, biz’le bir’leşme hasretiyle didinir. Ancak bizden biri değildir. Bir başına bırakılandır.

Şiir, ölümle dolu olandır çünkü onun için ölüm, yaşamın kalp atışıdır. Ölümün dudaklarını öperek yaşayan şiir, ölümsüzdür. Yaşamayı yücelten, sevgiyle var olan her şey çünkü ölümsüzdür.

Çiçekler kadar içli, ağaçlar kadar bilge, çocuklar kadar muzırdır şiir.

Şiirin en büyük geçimsizliği kendisiyledir. Kendisinin, insanların kalıplarına uyumsuzluğuna güceniktir. Elbet insanlardır onun kendisiyle kavgasının sebebi. Yine de kızacaksa kendine kızıp, insanlara sarılmayı seçendir.

Dağ başları kadar yalnızdır şiir. Yalnızlığın yankısıdır. Arkadaşları varla yok arasıdır. O, arkadaşlarına tapar ama arkadaşlarının sevgisi o denli aşki değildir, o, arkadaşlarını tanır ama arkadaşları onu pek tanımaz. Oysa kâh susarak kâh inleyerek, kâh sabırla kâh çırpıntıyla anlatır, anlatır onlara. Ne anlatsa, inceliğin kutsal dilinde, kendine ait bir güzelim lehçeyle anlatır. Ne anlatsa, insanların arkadaşı olma arzusundadır.

Zekai Özger de işte böyle bir şiirdir. Herkesin arkadaşı olduğu için değil, herkesin arkadaşı olamadığı için, herkes onun esasında kendilerinin arkadaşı olduğunu bilsin istediği için ve kendi kendisinin arkadaşı olabilmek için kendi adını Arkadaş koymuş, ömrü yirmi beş yıllık bir sonsuzluk olmuş şiirdir.

8 Ocak 1948’te Bursa’da doğan Arkadaş, Selanik göçmeni işçi bir ailenin çocuğudur. Çocukluğunda yaşadığı kemik hastalığı sebebiyle geçirdiği ameliyatlar hassasiyetini, kimliği hâline gelinceye dek biler. Yamacından ayrılmayan annesine sevginin ve acının göbek bağıyla bağlanır kim bilir kaç defa. “annem bir sabır küpü / annem bir acı küpü / acıyla beslemiş yüreğini / yoksulluğu ve açlığı acıyla doyurmuş / ve acıyla büyütmüş bebeğini / acıyla doğurmuş / ben işte eksik bir birikimin tortusuyum / geçmişlerde yoğrularak çocukluğum / bana hep acıyı ve hüznü öğretti” diyen Arkadaş, önce anne doğurdu çocuğu acıya/ sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı/ sonra herşey ve herkes çocuktan var oldu” inancındadır. Onun için her şeyin özünde çocukluk vardır; yaşamın, ölümün, aşkın, dostluğun, acının, şiirin, devrimin… Cahit Kürnek’e yazdığı bir mektupta, “ben hiç çocuk olmadım diyebilirim. ya da bir çocuğun yaşıyabileceği hayatı hiç yaşamadım. / çocukluğum acılarla, yoksullukla ve hastalıklarla geçti. / benim hiç oyuncaklarım olmadı. anımsadığım tek oyuncak, babamın hastaneden çıktığım gün bana aldığı on beş liralık bisikletti. sonra o da eskiciye satıldı. dingin, ağırbaşlı bir çocukmuşum o zamanlar da. hiç ağlamazmışım. / ve galiba bu yüzden şimdi çok ağlıyorum” yazar. Çocukluğunun acılarını, saf yaşama özlemine dönüştürerek büyür. “biz hepimiz önce küçük birer çocuktuk / sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk” derken bahsettiği biz öyle miydi, bilinmez ama Arkadaş hep çocuk olmaya büyür. Bir çocuk gibi özgürce yaşamanın hayaliyle büyür. Çocukluğu hem kusuru hem tılsımı, hem acısı hem umudu sayar. “bir gün ben / büyürsem bir gün ben / baba olursam bir gün ben / masal anlatıcam çocuklarıma” diye söylerken, hiç büyümeyeceğini bildirir.

1965 senesinin Nisan ayında, o dönemin ünlü edebiyat öğretmeni Mehmet Gündüz Göktürk, oğlu Ömer Zafer Göktürk ve Ömer’in Atatürk Lisesi’nden sınıf arkadaşı olan Arkadaş, KENT 16 dergisini çıkarırlar. İlk şiiri “Niye Kapalı-Kapılarınız-Bulamıyoruz” şiiri bu tek sayısınca var olan dergide yayınlanır. “Yüreklice çaldık kapıyı korkmuyorduk / kötü bakışlı insanlardı karşımıza çıkan / -korkmuyorduk- / önce ekmek istedik ellerinden yaşam istedik / utanmadan” diyen Arkadaş, kapı kapı ekmek, mutluluk ve yaşam arayışını anlatır şiirinde, “Son çaldığımız kapıda kimseler yoktu / kapının ardından bir boşluk bir boşluk ki sormayın / tanrı avlusunda güvercinlerden çaldığımıza güvenip girdik içeri / içersi bir aydınlık bir aydınlık ki sormayın / ne ekmek ne mut ne yaşam / hepsinin en güzeli/ Tanrıyı gördük – inanmayın- Tanrıyı gördük / Dayanamadık / ÖLDÜK” Tipik bir Arkadaş şiiridir bu: insanca yaşama arzusuyla, insana güvenme umuduyla, çocuk muzipliğiyle, yokluğunun varlığıyla sık sık karşılaştığı Tanrı’yla ve yaşamın bir uzvu saydığı ölümle kuşanmıştır.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu’nda okuduğu, SBF yurdunda kaldığı dönemde yazdığı şiirleri Soyut, Forum, Papirüs, Yordam, Dost ve Yansıma dergileri ile Ulus gazetesinin kültür-sanat sayfalarında yayımlanır. Arkadaş, üniversitenin devrimci öğrencilerindendir. Devrimciliğini kendine has o inceliğin insancıl dilinde yaşar ve dillendirir. Sloganların katı sesi yerine kalbinin zarif sesiyle verir mücadelesini. Kalbinin zarif sesinin kıymetini bilen arkadaşları, Arkadaş’ın can arkadaşı Hüseyin Cevahir’in öldürülüşünün ardından yazdığı “Aşkla, sana” şiiriyle tek ses olur 12 Mart dönemi eylemlerinde. Bu kalbe işleyen şiir, daha sonraları Grup Yorum ve Ahmet Kaya tarafından seslendirilerek halkın sesine bürünür: alnını / dağ ateşiyle ısıtan / yüzünü / kanla yıkayan dostum / senin / uyurken dudağında gülümseyen bordo gül / benim kalbimi harmanlayan isyan olsun / … / başını omzuma yasla / göğsümde taşıyayım seni / gövdem gövdene can olsun / … / senin / böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir / bizim aşkımızı solduranların korkusu / çünki elbette bir su / kendi akacağı toprağın sertliğini bilir / ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak / artık ırmak mı ne denir / işte devrim / ona benzer bir akışın hızına denir / yarın ne olur bilirim ben / bahar gelir, otlar büyür / ölüm de yapraklanır / bir dağ bulur uzun uzun bakarım / bir çam ağacı gölgesi / güzel kokular veren / bir damla güneş görünce / sana da gülümseyeceğim yarın / şimdi senin uzanıp yattığın otlarda / yarın yeni bir yeşillik büyüyecek”

“Beyaz Ölüm Kuşları” şiirinde “Ah nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden / Can canı sever ötesi yok bunun çocuk / Ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü / Sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü / Ah elbette aşktır dostluğu mayalayan” diyen Arkadaş’ın arkadaşlarına canıyürekten, sadakatle, aşkla arkadaş olduğu kadar arkadaşları ona öyle bir aşkla arkadaş değildir. Çünkü Arkadaş’ın ruhu kadar bedeni de ayrıksıdır; eşcinseldir. Ve Arkadaş’ın bu hakikati birçok devrimci arkadaşını rahatsız eder. Yok sayarlar Arkadaş’ın benliğinin bu canlı yanını. Yalnızca yazdığı devrimci şiirleri onaylar, alkışlarlar. Oysa Arkadaş’ın düzene isyanının hayati sebeplerinden biridir cinsel kimliği. Eşcinsel kimliğini hayattan önce şiirlerinde yaşamayı dener. Yalansız dolansızlığı içtenliğinden, alaycılığı kırılganlığındandır “Merhaba Canım” şiirindeki tavrının: ben az konuşan çok yorulan biriyim / şarabı helvayla içmeyi severim / hiç namaz kılmadım şimdiye kadar / annemi ve allahı da çok severim / annem de allahı çok sever / biz bütün aile zaten biraz / allahı da kedileri de çok severiz / hayat trajik bir homoseksüeldir / bence bütün homoseksüeller adonistir biraz / çünki bütün sarhoşluklar biraz / freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır / siz inanmayın bir gün değişir elbet / güneşe ve penise tapan rüzgârın yönü / çünki ben okumuştum muydu neydi / biryerlerde tanrılara kadın satıldığını / ah canım aristophones / barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum / ölümü de bir giz gibi tutuyorum içimde / ölümü tanrıya saklıyorum / ve bir gün hiç anlamayacaksınız / güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum / düşüvericek ellerinizden ellerinizden ve / bir gün elbette / zeki müreni seviceksiniz / (zeki müreni seviniz)” O güne dek ziyadesiyle ataerkil tondadır devrimci imgesi. Arkadaş, devrimci isyanın sesinin nağmesini başkalaştırır. Elbette, bu, hele şu Zeki Müren dizeleri ve “sevişmeyi kendime göre seçicem” yahut “şair olmak kolay değil yavrum / uzvun o kadar güzelken / bir yanda yaş ağaca balta vuran çokluk / bir yanda kanımı azdıran bokluk / beni artık hücre çoğaltmaktan da yargılarlar zahir” dediği benzeri şiirleri uzun süre Arkadaş’ın arkadaşlarınca yok sayılacak, göz ardı edilecek, ölümünden sonra yayımlanan kitaplarının seçkisine bile yıllarca dahil edilmeyecektir. hergün / gövdemle büyüyen hüznümle / kimselerden habersiz eskiyen yüreğimin / dinlemiyorlar / dinlemiyorlar şarkısını oy / sustukça çoğalıyor tekliğim / ah benim sıska yüreğim / ah benim kimselere söz geçiremez yüreğim / ah benim / neyim kaldı elimde / ah benim / üreyemiyorum kendime / … / tekliğim / yorgun ve kanadı kırık kuştur / hüznün yapraklarında gölgelendiği / kim koparır dalından / ağzı açık bir gülü / kırmızı bir ölümü görmüş gibi / kanarım / yoruldum / değiştirmekten kanını yüreğimin / ne zaman bitecek / bu hüzün.” Kimsenin derdi Arkadaş’ı tanımak, Arkadaş’ı anlamak, Arkadaş’ı saygıyla, olduğu gibi kabul etmek, Arkadaş’ın yüreğinin şarkısını dinlemek değil, Arkadaş’ı kemikleşmiş bir imgeye oturtarak olması gerektiği gibi, kahramanlardan biri olarak görüp, sunmaktır. Bir baykuş, bir serçeyle arkadaş olamaz; bir solucan bir leylekle çiftleşemez onlarca. Oysa ki Arkadaş inanır ki “hayat, insanlar sığmıyor kalıplara”. Kalıpları aşan benliğiyle, benliğine can veren bedeniyle, bütün ayrıksılığıyla saf kendisi olarak var olmanın yollarını arar. Hayatta böylesi bir varoluşu gerçekleştiremedikçe şiirin kalıplarını kırar, sesini en iyi, en açık, en cesur çıkarabileceği dili bilgelikle yaratır, şiirin asi diyarında özgürleşir, o hep hayalini kurduğu bir çocuğunki gibi özgür yaşama şiirlerinde kavuşur. Şiirlerindeki ustalık, büyüdükçe kendisi olan çocukluğunun marifetidir.

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta / ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta / … / ey gecede unutulmuşluğumun suçluları / ey yanlışlığımın yanlış yargılayıcıları / suçum: nefreti öksüz bırakmak / savunmam: sevgimi yüceltmek içindir / sakalım yok biliyorum ama kötü değilim / büyükleri / sayarım küçükleri severim / çocukları incitmeden severim. kadını öpmesini / bilirim / sizi de sizi de öpmesini bilirim / -ana ben çok yalnızım. benim başka sevgim yok / içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü / kural tanımayan sevgim benim / aykırım fizikötem doğaüstüm yanlışlığım / aşkım. sevgili yanılgım benim başyargıcım / nefretim nefretim nerdesin / kalbim / bir gün elbette sana hükmedeceğim / elbet geçer bu hüzün mevsimi / bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün / o gün size sevinci de anlatıcam / bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün / o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım / ve bir gün elbette yıldızları sayacağım / -gelin kucaklayın beni. yıldızları sayamıyorum.

Arkadaş’ın bir bütün olarak yakınlarınca dahi kabul görmeyişi, çocukluğundan yadigar hüznünü, acısını çoğaltarak, tekliğini büyütür, dayanılmazlaştırır. Bu durum, Arkadaş’ın birçok devrimci arkadaşının onaylamadığı “ben-anlatıcı” üslubunu doğurur. “Kara bir gök için çok şey söylenebilir elbet / İşte benim bulutumpas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt / alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle / sana / ey rengi tarihini utandıran elbise / … / Kalbim! / bu acıya dayan / varsın işkenceler dağlasın seni / duru bir gök için vahşete katlananlar / acıyı bir silah gibi göğsünde saklamalı / Kalbim! / bu acıya dayan / bu acıya dayanman için / yaranı iyileştirmek için sana / parçalanmış gül cesetlerinden bir reçete vereceğim / vahşet dağlarından kızgın kemik külleri / işkenceler ovasından kan dölleri / ve yangınlar vadisinden dehşet bir ateş. / Kan kokusu büyüyü bozmak için / Kemik sıcaklığı sırça küreyi eritmek için / Ateş kırmızısı göğü aydınlatmak için / Böylece dirilir içindeki gül cesetleri bile / dirilir ve o zaman / çılgın bir şafakla tazelenen gökyüzü / bir taze tomurcuk gibi açar / kanıyan alnında senin. / Kalbim! / sen varsın / sen tökezleyen bir şarkı değilsin / ne de uzun, yanık havalı türkü / sen kendinin ezgisisin. / Yırt öfkenin sabredilmez dağarcığını / dağılan, saçılan ne varsa hepsi senindir / kara bir gök ancak bunlarla arınır / ve elbette yeter bunlar sırça küreyi dağıtmaya / acı diye ne varsa hepsini onarmaya / Kalbim! / elimden tut/ elimden tut / sensiz birşey yapamam.” Arkadaş’ın şiiri bireycilikle suçlanır. Oysa Arkadaş direnen ötekine, özgürlüğünü arayan aykırıya ses olarak toplumcu gerçekçi şiirlerdeki insanı katı çizgilerinden, sınırlarından kurtarıp, çırçıplak eder, kendisi kılar; insanı bir ülkünün nesnesi olmaktan çıkarır, ülkünün öznesine dönüştürür. İnsanı bir kahraman olarak değil, bir insan olarak anlatmak, işte bu, esas devrimci eylemdir.

24 Ocak 1971’de polis, SBF Yurdu’na baskın yapar. Sinan Kazım Özüdoğru yurttakilere seslenir: “Arkadaşlar… çıkmak isteyen çıksın, kapıları kapatıyoruz.” Arkadaş, yurtta, arkadaşlarıyla kalır. Üçyüz öğrenci sekiz saat boyunca (sözcüğün çoğul anlamının güzelliği tanıktır) yurdu savunur. Arkadaş bu saldırıda başına darbe üstüne darbe alır. Herkes öyle ağır yaralıdır ki daha fazla direnemezler, gözaltına alınırlar. Gözaltında da işkence görürler. “biz üçyüz yurtseverdik / üçyüz antlı yurt bekçisi / umutla beslerdik kanımızı / yediğimiz al alma / içtiğimiz nar suyu / her birimiz bir çiçek / büyütürdük, görevimizdi bu / … / biz üçyüz yurtseverdik / bir gün sularken çiçeklerimizi / üçbin kişilik düşman ordusu / ve onun paralı sivil askerleri / saldırdılar yurdumuza / birden bastırıldık / kötü bastırıldık / ikindi güneşi vururken yüreklerimize / ve onunla beslerken çiçeklerimizi / ama andımız vardı üçyüz çiçeğe vermiyecektik onu açtıran toprağı / bu yurdu, büyütüp göverten gövdemizi / silahımız çiçeklerdi cephanemiz yüreğimiz sayımız azdı / ama korkumuz yoktu / kaç saat vuruştuk / kaç yüzyıl saat / düşmanın çokluğuna bakmadan / kan tutmuş üçbin düşmana / üçyüz yurtsever / … / vurdular, kötü vurdular / ne savaş kuralları / ne insanlık onuru / kara tarihlerinin / iğrenç bir zaferini daha / gövdemize kazıdılar / … / bu vuruşmada ölü vermedik / ama ant içtik üçyüz yaralı / başlatmak için büyük savaşı / çoğaltıcaz üçyüzleri / açıncaya kadar en güzel çiçek”

Arkadaş’ın dinmek bilemeyen ama önemsemeyip, doktora göstermediği başının tahammülü zor ağrıları böylece başlar. Ve yalnızca iki sene dayanabildiği bu ağrılar sonucunda 5 Mayıs 1973’te geçiriverdiği beyin kanaması sonucunda varlığını hep soluğunda duyduğu ölüme teslim olur Arkadaş. Henüz yirmibeş yaşındadır. ölüm mü dedim annem / ölüm senin gibi güzel annelerin / senin gibi güzel çocuklar feda etmiş / o tarih atlasındabir kırmızı gül olur ancak / koksun diye çocukların bahçesi” Arkadaş, yazdığı şiirleri kitap hâlinde görememiştir. Erken ölümü belki de şiirinin ve onun sonsuz özgürlüğü oluvermiştir. Artık o, hep ait olmak istediği yerde, gül kokulu çocuk bahçelerindedir. Hayatın, sevginin ve çocukların dilinde var olan bir insanın, sevginin kadim arkadaşının kavuşacağı yer o şen, özgür, adil, masalsı, insancıl diyardır çünkü.

Arkadaş’ın şiirleri ilk kez 1974 senesinde “Şiirler” ismiyle Suat Çelebi tarafından Mayıs Yayınları’nca kitaplaştırılmıştır. Sonraki yıllarda o dokunaklı canım şiirinin ismini almıştır, “Sevdadır”. Derken, 1997 senesinde, Sina Akyol kitabın 6. basımına yazdığı önsözle Arkadaş’ın vasiyete dönüşeceğini bilmeden arkadaşına yaptığı bir iç dökümüyle anlattığı hayalini insanlara açmıştır: “Ne zaman yayımlarsam yayımlayayım, şiir kitabımın ismi ‘Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası’ olacak” diyen Arkadaş’ın hayali ancak 2014 senesinde, Ve Yayınları sayesinde gerçek olmuştur. Şiirleri, hayalindeki isimle kitaplaşmıştır, nihayet. Bu gecikmede solun, devrimci imgenin delikanlılığına zeval gelir korkusuyla Arkadaş’ı -Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası tanımından daha güzel, daha kesif, daha içli, daha ironik, daha kusursuz betimlenemeyecek kişiliği ve kişiliğinin eseri olan şiirini- olduğundan eksik ve farklı sunma çabalarının saklı olması Arkadaş’ın acı gülümseyişlerine, hüzünlü gözyaşlarına sebep olmuş olsa gerek…Her şeye rağmen Arkadaş’a bir dizeden bir dizeye ilerleme gücü veren umudu kendi inceliğinde başka yüreklerin onu tanıyıp, seveceğine, onu kucaklayacağına ve onunla beraber yıldızları sayacağına inandırmıştır daima. Ne zaman evimin, yüreğimin pencerelerimi kapayacak olsam Arkadaş’ı bulurum yanı başımda. O ışıltılı naifliğiyle beni hep yaşamaya ikna eder, bir baykuşu bir serçeyle arkadaş etme sevdasıyla. “pencereyi kapama / gök dolabilir içeri / sen neyi görebilirsin / ıslak bir bulutun ağışını mı / pencereyi kapama / kuş dolabilir içeri / sen neyi taşıyabilirsin / kırık bir dalın yükünü mü / Pencereyi aç / soluğun çıksın dışarı / sen büyütmedin mi ciğerinde onu / Kokusu hayatı yıkasın diye / Pencereyi aç / sesin sarsın dünyayı / duyulur elbet ta ötelerden / Yürek kendini tanır”.

Döviz ile destek olmak için Patreon üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Türk Lirasıyla destek olmak için Kreosus üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Devrim dergisini dijital ya da basılı olarak edinmek, abone olmak için Shopier’daki mağazamıza göz atabilirsiniz.
Can Gürses
Author