Nasıl ki tüm eksiklerine ve hatalarına rağmen cumhuriyet değerlerine hala gereksinim duyuyorsak; bireyi kendi başına değil de toplumun bir parçası olarak anlamlandıran, ona haklarla birlikte toplumsal ödevler de atfeden bu modern kategoriye, yurttaşlığa olan ihtiyaç da yerli yerinde duruyor.

Türk’üz: Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi;

Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!

Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;

İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz:”

10. Yıl Marşı

Yukarıdaki dizeler, Cumhuriyet’in yurttaşlık anlayışını, onun sınırlarını ve neden yavaş yavaş ortadan kalktığını anlayabilmemiz için yararlı bir zemin sunuyor bize. Türkiye’de yurttaşlığın hikayesi, onun zirve noktası olan Cumhuriyet’in hikayesi ile paralel gitti doğal olarak. Hanedanın def edilmesi, tebaa kalıbına artık sığmayan toplumsal bireylerin yurttaş kategorisi içerisinde değer kazanmasını olanaklı kılarken; meşruiyetini Cumhuriyet’ten alan yurttaşlık da Cumhuriyet’in ortadan kalkması ile birlikte boşlukta süzülen bir sözcüğe dönüşmüş oldu.

Cumhuriyet ve Yurttaşlık

Egemenliğin kaynağını yeryüzünde bulması gereken Cumhuriyet’in, yurttaşlardan oluşan bir ulusa; Osmanoğulları yönetiminde elinde avucunda ne varsa yitiren Osmanlı insanının ise modern bir ülkeye ihtiyacı vardı. Hanedanın malı olmaktan, ülkenin ortak sahibi olmaya giden süreçte en büyük kısıt ise sınıfsal ayrımların varlığı oldu. Anayasal yurttaşlığın bir getirisi olarak kişiden kişiye değişmeyen yasal haklara sahip olan Cumhuriyet insanı seçme ve seçilme hakkı vasıtası ile de yönetimde söz sahibi haline gelmiş; nihayet yurttaş olabilmişti. Artık padişahın değil kendisinin olan ülkeye ve yurttaşlık haklarına sahip çıkmak için kanunlara uymalı, vergi vermeli, askerlik yapmalıydı. Ancak çoğunluk için ortada bir sorun vardı: Kendisinin olan bu ülke ve devlet, kendisi gibi olmayana daha çok hizmet ediyordu. Çalışmayan bazı vatandaşlar kanunları kendi istediği gibi değiştirebiliyor, gerektiğinde vergiden ve askerlikten kaçabiliyor, ilişki kurduğu siyasinin seçilmesine bir oydan çok daha fazla katkı koyabiliyordu. Vatandaşlık hakları herkes için aynıyken, bazıları yurttaşlık görevlerinden kaçabiliyordu. Yine de Cumhuriyet varlığını sürdürebilmek için yurttaşa ihtiyaç duyuyor; bu nedenle de ülkeyi yönetenler sınıfsal farklılıktan kaynaklı bu adaletsizliği dengede tutmaya, makasın daha fazla açılmasını önlemeye çalışıyorlardı.

Nasıl ki tüm eksiklerine ve hatalarına rağmen cumhuriyet değerlerine hala gereksinim duyuyorsak; bireyi kendi başına değil de toplumun bir parçası olarak anlamlandıran, ona haklarla birlikte toplumsal ödevler de atfeden bu modern kategoriye, yurttaşlığa olan ihtiyaç da yerli yerinde duruyor. İnsan topluluklarının bir bütün olarak varlığını sürdürebilmesi, olası tehlikelere karşı kendisini koruyabilmesi ya da ilerleyebilmesi için kendi parçası olan bireyleri belirli ilkeler ve hedefler bütünü etrafında anlamlandırması, onlara kendilerinin bireysel olarak taşıyabileceklerinden öte bir anlam katması şarttır. Modernleşme öncesinde bu anlamlandırma için kullanılan kategorilerin günümüz toplumlarında bahse konu olan işlevi karşılayamadığı ise defalarca kez kanıtlandı. İşte bu yüzden, daha en başından tanımı ve uygulanışı itibarı ile eksikli ve sınırlı olan yurttaşlık, bizim için önemli bir tartışma ve mücadele konusu.

Yurttaşlık Tanımı Üzerine

Cumhuriyet’in yurttaşlık tanımını eğer temenni veya hedef olarak ele alacaksak çok güzel ve devrimci temenni veya hedef olarak değerlendirmek gerekir. Yok eğer gerçekten böyle olup olmadığı sorulacaksa bu yurttaşlık tanımına en hafif tabiri ile gerçek dışı denmeli. Türkiye Cumhuriyeti’nde her zaman diğerlerine göre daha imtiyazlı olanlar vardı. Anadolu topraklarında yaşayan insanlar uzunca bir süredir toplumsal sınıflardan oluşmaktaydı. Ve hayır, bu topraklarda yaşayan ve dönem dönem egemenlerin kışkırtması ile birbirini boğazlayan farklı etnik ve dini gruplar pek de kaynaşmış sayılmazlardı.

Öte yandan birilerine imtiyaz sağlanmadığı iddiası adaletsizliklere ve haksızlıklara karşı verilen tepkiler için önemli bir dayanak oluşturuyordu. Adaletsiz davrananlara, kayırmacılık yapanlara karşı koymak isteyenler Cumhuriyet’in yurttaşlık değerlerine dayanabiliyor; eleştirilerini tüm toplumun meşru görmesi gereken bir alan üzerinden yöneltebiliyorlardı.

Esasında sosyalistlerin, yani devrimi mantıksal sonucuna ulaştırmak isteyenlerin önünün kesilmesi için ortaya atılan sınıfsız toplum iddiasının bile devrimciler açısından olumlu etkileri vardı. Çünkü, bu savın gerçek dışı olduğu hemen herkesin kendi yaşam pratiği sayesinde kavrayabileceği kadar açıktı. Bu yalın gerçek, doğru olanın sınıfsızlık olduğu fikriyle yetişen kuşakların sınıfsız sömürüsüz bir topluma gidişin tek yolu olan sosyalist mücadeleye yönelmesi için de zemin oluşturuyordu.

Başka bir tarihsel döneme ait Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarının üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, öncülünün toplumsal yapısının kendisine kalan bölümünü tamamen miras almak zorundaydı. Bu miras, modern ulus tanımına sığması zor bir biçimde farklı dini ve etnik gruplardan oluşuyordu. Kaynaşmışlık, önceleri ulus tanımının farklılıkları da kapsayacak şekilde yapılması ile sağlanmaya çalışılırken; daha sonra yerini farklılıklar yokmuş gibi davranmaya bırakacaktı.1 1921 Anayasası’nda “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla (Türk) ıtlak olunur” ve 1937 Anayasası’nda “Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir“ şeklinde olan vatandaşlık tanımları 1961 Anayasası ile birlikte “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” olarak değiştirildi ve bugün kullanıldığı halini aldı. Kaynaşmanın tek gerçek yolu için ise adres yine sınıfsal değerlendirmeden başkası değildi.

Yurttaşlığın Yokluğunda

Cumhuriyet’in yurttaşlık iddialarının gerçeklikten uzak kalması, bir yandan söz konusu iddiaları gerçeğe dönüştürmek isteyenlere güç verirken o iddialardan tümden kurtulmak gerektiğini düşünen gericilere de tersine yönelik bir muhalefet imkânı sağlamış oldu. Detayları bu yazının konusunu aşan mücadelelerin galibi ise şimdilik gericiler oldu. Yurttaşlık gitti, geriye ne olduğu ve toplumsal tanımı kişiden kişiye göre değişen, ortak zemine sahip olmaktan uzak, garip bir ‘birey’ kaldı.

Her koyunun kendi bacağından asılmasının normal karşılandığı, herkese işine bakması gerektiği öğütlenen toplumda imtiyazlar göze batmamaya, sınıf vurgusu zenginlere karşı hissedilen kıskançlığa yorulmaya, kaynaşma iddiası ise parçalılığa teslim olmaya başladı. Cumhuriyet’in eksikli ve sınırlı yurttaşlık kategorisinin oluşturduğu bütünlük, yerini hatalı olarak bile değerlendirilemeyecek derecede anlamsız parçalardan oluşan bir kakofoniye bıraktı.

Bu garip ortamda örneğin vatandaşı olduğunuz ülkenin iktidarının yediği haltların de etkisiyle Suriye’nin paramparça olmasından hiçbir sorumluluk duymadan, kendi suçunuzu tamamen ihmal ederek göçmenleri aşağılayabilirsiniz. Ya da bir yurttaşlık hakkı ve görevi olan eğitim almanın yoksullar için imkânsız hale gelmesine ses etmez ama karşınızdakinin cahilliği nedeniyle yaptığı bir hatayı aşağılamaktan geri kalmayabilirsiniz. Uyuşturucu kullanımını ya da bireyin kendisine başka yollarla zarar vermesini kişinin kendi tercihi olarak değerlendirebilir, toplumsal etkileri hiçe sayabilirsiniz. 2 Tüm bireylerin yararına gibi görünen olguların topluma nasıl zarar verdiğini küçük bir trafik örneği ile anlatabiliriz. Ölümlü bir trafik kazası düşünelim. Eğer iki taraf da kabul eder ve sürücünün maddi durumu yeterli ise toplumda bilinen ismi ile “kan parası” verilerek ölen tarafın ailesinin şikayetçi olmaması sağlanabilir. Bu durumda sürücü, hapis yatmadığı için mutludur. Aile, sürücü hapis yatsa da ölen yakınını geri getirme şansı olmadığı için parayı kabul etmekle fayda sağlar. Devlet, sürücünün hapis yatması nedeniyle vergi kaybına uğramaktan ve cezaevi masraflarının artmasından kaçınmış olur. Olayın 3 tarafı da fayda sağlamış gibi görünüyor. Yani herkesin bireysel tercihi, sana ne bu durumdan deyip çekilebilirsiniz. Ancak bu durumda parası çok olan için trafik kuralları önemsizleşirken, aynı suçu işlemiş ve maddi durumu kötü olan için cezaevi tek seçenek haline gelir. Yani iki farklı yurttaş için kanunlar farklı şekillerde işlemiş olur, kanunlar önünde eşitlik yasal olarak olmasa da fiilen ortadan kalkar. Yakını ölen taraf için de benzer bir eşitsizlikten söz edilebilir. Yasa koyucu için ise yasalarının yaptırım gücünün belirli bir kesim için var olmaması anlamına gelir. Devlet, trafik kurallarına ilişkin kontrol kaybı yaşar. Unutmayın verdiğimiz örnek görece masum ve yalnızca kaza sonucu oluşan bir duruma ait. Bilerek ve isteyerek işlenen suçların sonucunda ortaya çıkan komplikasyonlar ve bunların yurttaşlık olgusuna verdiği zararın ölçüsünü hesaba katmadık bile.

Zaten örgütsüz bırakılmış birey, yurttaşlık hakları zemininden yoksun bırakıldığında kolay bir lokmaya da dönüşmüş oldu. AKP, bunca yılın ardından hala iktidardaysa bunu biraz da artık yurttaş olma gücünü ve vasfını yitirmiş ‘birey’e borçlu. Örneğin devlet görevindeki ilk büyük icraatı en güvenli ulaşım aracı olan trene binmiş yurttaşların ölümüne yol açmak olan Binali Yıldırım’ın ha bire farklı görevlerde karşımıza çıkarılması, Rabia Naz cinayetinin hala ve hala siyasi çıkar ilişkileri nedeniyle karanlıkta bırakılması, Kaz Dağları’nın Kanadalı şirkete tam anlamıyla peşkeş çekilmesi, Kanal İstanbul denilen cinayet projesinin güzergahındaki arsaların bizzat iktidardaki yöneticiler tarafından satın alınması gibi olgular yurttaşlık bilincinin biraz olsun değer gördüğü bir Türkiye’de bu kadar aleni bir şekilde gerçekleşemezdi.

Yurttaşlığı Kazanma Mücadelesi

Türkiye’de siyasal alan temel olarak iki eğilim tarafından belirleniyor: Gericiler ve Cumhuriyetçiler. Cumhuriyetçi toplumsallık çok parçalı bir görünüme sahip. Devrimci cumhuriyetçilik ise cumhuriyetçiliğin işçi sınıfının tarihsel çıkarları ekseninde yeniden örgütlenmesi ve gericiliğin üzerine yürümesine yönelik bir görevi ifade ediyor.3 Fikir Kulüpleri Federasyonu, “Gelecek Günler İçin Gençliğin Sözü: 29 Ekim’de 29 Madde, 29 Ekim 2018”, https://fkf.org.tr/gelecek-gunler-icin-gencligin-sozu-29-ekimde-29-madde/ Bu vazgeçilmez görevin önemli başlıklarından bir tanesi ise yurttaşlığı kazanma mücadelesi.

Yurttaşlığı kazanmak için sınıfsal ayrımları belirginleştirmeye ve nihayetinde bu ayrımları maddi olarak ortadan kaldırmaya ihtiyaç var.4 “Ülkenin emeği ile geçinen kesimini oluşturan halkı oluşturan yurttaşlar ve onların karşısındaki burjuvazi ve gerici müttefikleri… İçerisinde bulunduğumuz süreçteki ilerletici mücadele ekseni bu şekilde tariflenebilir.” Devrim Çetinocak, “Tebaadan Yurttaşa, Yurttaştan Halka; Devrimci Cumhuriyetin Egemenlik Kaynakları”, Yeni Yazılar, Sayı: 18, Güz 2019, s.7.

Devrim arayışımız aynı zamanda yurttaşlığı kazanma mücadelemiz olarak da anlam kazanacak. Sınıf mücadelelerinin parçası olarak girişilecek bir yurttaşlık mücadelesi doğal olarak çalışma hakkının ve sorumluluğunun da yurttaş hak ve ödevleri arasına yazılacağı bir sürecin de nesnel zeminini oluşturacak.

Notlar:

[1] 1921 Anayasası’nda “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla (Türk) ıtlak olunur” ve 1937 Anayasası’nda “Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir“ şeklinde olan vatandaşlık tanımları 1961 Anayasası ile birlikte “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” olarak değiştirildi ve bugün kullanıldığı halini aldı.

[2] Tüm bireylerin yararına gibi görünen olguların topluma nasıl zarar verdiğini küçük bir trafik örneği ile anlatabiliriz. Ölümlü bir trafik kazası düşünelim. Eğer iki taraf da kabul eder ve sürücünün maddi durumu yeterli ise toplumda bilinen ismi ile “kan parası” verilerek ölen tarafın ailesinin şikayetçi olmaması sağlanabilir. Bu durumda sürücü, hapis yatmadığı için mutludur. Aile, sürücü hapis yatsa da ölen yakınını geri getirme şansı olmadığı için parayı kabul etmekle fayda sağlar. Devlet, sürücünün hapis yatması nedeniyle vergi kaybına uğramaktan ve cezaevi masraflarının artmasından kaçınmış olur. Olayın 3 tarafı da fayda sağlamış gibi görünüyor. Yani herkesin bireysel tercihi, sana ne bu durumdan deyip çekilebilirsiniz. Ancak bu durumda parası çok olan için trafik kuralları önemsizleşirken, aynı suçu işlemiş ve maddi durumu kötü olan için cezaevi tek seçenek haline gelir. Yani iki farklı yurttaş için kanunlar farklı şekillerde işlemiş olur, kanunlar önünde eşitlik yasal olarak olmasa da fiilen ortadan kalkar. Yakını ölen taraf için de benzer bir eşitsizlikten söz edilebilir. Yasa koyucu için ise yasalarının yaptırım gücünün belirli bir kesim için var olmaması anlamına gelir. Devlet, trafik kurallarına ilişkin kontrol kaybı yaşar. Unutmayın verdiğimiz örnek görece masum ve yalnızca kaza sonucu oluşan bir duruma ait. Bilerek ve isteyerek işlenen suçların sonucunda ortaya çıkan komplikasyonlar ve bunların yurttaşlık olgusuna verdiği zararın ölçüsünü hesaba katmadık bile.

[3] Fikir Kulüpleri Federasyonu, “Gelecek Günler İçin Gençliğin Sözü: 29 Ekim’de 29 Madde, 29 Ekim 2018”, https://fkf.org.tr/gelecek-gunler-icin-gencligin-sozu-29-ekimde-29-madde/

[4] “Ülkenin emeği ile geçinen kesimini oluşturan halkı oluşturan yurttaşlar ve onların karşısındaki burjuvazi ve gerici müttefikleri… İçerisinde bulunduğumuz süreçteki ilerletici mücadele ekseni bu şekilde tariflenebilir.” Devrim Çetinocak, “Tebaadan Yurttaşa, Yurttaştan Halka; Devrimci Cumhuriyetin Egemenlik Kaynakları”, Yeni Yazılar, Sayı: 18, Güz 2019, s.7.

Döviz ile destek olmak için Patreon üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Türk Lirasıyla destek olmak için Kreosus üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Devrim dergisini dijital ya da basılı olarak edinmek, abone olmak için Shopier’daki mağazamıza göz atabilirsiniz.