Ekonomik kriz ve pandeminin el ele gittiği bir dönemde atılacak doğru adımların, uzak olmayan bir gelecekte devrimci bir siyasal çizgiyi çok daha etkili hale getirmesi mümkün. Öyleyse buna odaklanacağız.
Gezi Direnişi’nin 7. yıldönümünü tuhaf bir atmosferde karşılıyoruz. Bir yerlerden düğmeye basılmış gibi seçim hesapları kamuoyunu işgal etmeye başladı. İrili ufaklı bileşenleriyle AKP-MHP koalisyonu erken seçim sinyalleri verirken muhalefette de Millet İttifakı’nı AKP artıklarıyla genişletme çabaları dikkat çekiyor.
Bir madalyonun iki yüzü olan “Asgari müştereklerde buluşarak parlamenter demokrasiye dönüş” havucu ve “Tıpış tıpış gidip oy vereceksiniz” sopasıyla yıllardır ısrarla sürdürülen ilkesiz ittifaklar, sonunda fikren ya da özde AKP’den farksız olmanın ötesinde ismen ve cismen AKP’li unsurları da kapsamaya başladı.
Bugün Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun liderliğindeki AKP artığı siyasi partilerin Millet İttifakı’na katılımına yönelik kulisler yapılıyor. Peki, 2002’den 2015’e kadar 13 yıl Ekonomi ve Dışişleri Bakanlıkları yapan Babacan’ın AKP’liliği tartışılabilir mi? Ya AKP’nin iktidara geldiği 2002’den 2009’a kadar Başbakan danışmanlığı, 2009’dan 2014’e kadar Dışişleri Bakanlığı, 2014-2015 yıllarında ise AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık yapan Davutoğlu’nun?
Üstelik bu iki isim, AKP karanlığının suç ortağı olmanın ötesinde mimarları arasında. Babacan bugün iflasına tanık olduğumuz ve ülkemiz emekçilerinin canına okuyan işsizlik ve yolsuzluğun kaynağı olan yağma ekonomisinin mimarı ve uygulayıcısı değil mi? Keza Davutoğlu Türkiye’yi Ortadoğu’da cihatçı terörün hamisi ve ABD emperyalizminin mayın eşeği haline getiren, ülkemizi ve komşularımızı ateşe atan “stratejik derinlik” safsatasının mimarı ve uygulayıcısı değil mi?
Neymiş, demokrasi farklılıklara tahammülmüş, asgari müştereklerde buluşabilmekmiş. Bir karşı devrim partisi olarak kurulan AKP Cumhuriyet’in, laikliğin, sosyal devletin, “Yurtta barış, dünyada barış” düsturunun canına okurken hepsi orada olan unsurlarla nerede uzlaşılacak? Sırtını ABD’ye dayayarak iktidara gelen AKP’nin iyi başlayıp sonradan bozduğu saçmalığında mı, yoksulluğun kaynağının işçi düşmanı neoliberal politikalar değil de IMF programından, AB hedefinden, hukukun üstünlüğünden uzaklaşılması olduğu yalanında mı?
Muhalefet partilerinin ön planda olduğu bir siyaset mühendisliği projesiyle karşı karşıyayız. Projede hedef, halkın AKP gericiliği karşısındaki öfkesinin Erdoğan ve onun en yakınındaki kliklere daraltılarak tüm bir karşı devrim sürecinin aklanması, halkın kendini düzen muhalefetinin ufku ve seçim sandığıyla sınırlaması, karşı devrimin sermaye sınıfı adına kazanımlarının kabullenilmesi. Bu projenin iktidarın 2018’de olduğu gibi baskın seçime gitmesi olasılığıyla hızlanmış olması muhtemel. Tasarıma gelince, ön plandaki muhalefet partilerinin yanı sıra yerli ya da yabancı, gizli ya da açık kimi güç odaklarının “katkılarıyla” şekillendirilmiş olması ihtimal dahilinde.
Bu projenin tam da Gezi’nin 7. yıldönümünde ufukta görünmüş olması acı bir tesadüf olsa gerek. Tabii siyasetin yasalarıyla hiç de uyumsuz olmayan ve yenilginin en büyük öğretmen olduğunu canımızı yakarak hatırlatan bir tesadüf.
Siyaset boşluk kaldırmıyor. “Eskisi gibi yönetilmek istemediğini” sokak ve meydanları zaptederek ilan eden bir halkın yenildiği ve uzun yıllar gerçekçi bir siyasal seçenekten mahrum kaldığı takdirde teslim olması beklenir. Türkiye halkı teslim olmadı ama sürekli yenilmekten de bıktı. Teslim olmayan halkın öznesi kılınabileceği yeni bir yol devrimciler tarafından açılamayınca halk AKP’den kurtulmak için AKP-MHP artıklarına razı hale geldi.
Bundan sonrası solu da doğrudan ilgilendiriyor. Aynı filmi tekrar görmemiz muhtemeldir. Erdoğan’ı devirerek parlamenter rejime dönüşün önemi dönüp dolaşıp vurgulanacak, seçimlere yönelik türlü türlü cinlikler masaya yatırılacak ve MHP artığı Akşener partisinin ardından bu kez AKP artığı Babacan ve Davutoğlu partileriyle tahkim edilen Millet İttifakı’na “stratejik destek” için sola basınç uygulanacak.
Kim bilir, belki içimizden, en yakınımızdan birileri AKP ve MHP artıklarına yönelik tüm teşhirleri “Muhalefet cephesindeki sağcılarla uğraşacağınıza bir muhalefet damarı oluşturmak için bir şeyler yapın” diyerek itibarsızlaştıracak. Babacan’ın mimarı olduğu neoliberal politikaların işçi düşmanlığına dayandığını, Davutoğlu’nun milyonlarca Suriyelinin yerinden yurdundan olmasında ve yüz binlercesinin katledilmesinde suç ortağı olduğunu, “Temel Dede” diye şirinleştirilen Karamollaoğlu’nun Sivas Katliamı’ndaki kışkırtıcılığını hatırlatmak “AKP’nin ekmeğine yağ sürmek” diye yaftalanacak.
Bu saçmalığa kulak asmayacağız. Bu saçmalığı bağlamından koparılmış Lenin atıflarıyla soslayıp strateji diye önümüze koyanlara laf anlatmakla zaman yitirmeyeceğiz. Dünyada ve Türkiye’de krize giren sistem yoksulluğa mahkum ettiği ve pandemi karşısında savunmasız bıraktığı emekçi yığınların öfkesini üzerine çekerken geri siyasal hedeflerle oyalanmak sorumsuzluk olur, sorumsuzlukta ısrar edenlere dil dökmek ise zaman kaybı. Sorumsuzluğun da zaman kaybının da muhatabı olmayacağız.
Kriz dönemleri, emekçilerin en sınırlı ve göstermelik iyileştirmelere bile tav olabilmelerinin yanı sıra, gittikçe daha fazla insanın düzenin ötesini düşleyip düzenin sınırlarının ötesine geçen reçetelere kulak verebilmesini de getirir. Devrimcilerin odaklanması gereken nokta bu.
Tarih doğrusal akmaz. Belirli bir dönemde biriktirdikleriniz, kritik anlarda kırılma yaratabilmenize ya da ortaya çıkan bir kırılmadan devrimci bir fırsat yaratabilmenize olanak tanıyabilir. Ekonomik kriz ve pandeminin el ele gittiği bir dönemde atılacak doğru adımların, uzak olmayan bir gelecekte devrimci bir siyasal çizgiyi çok daha etkili hale getirmesi mümkün. Öyleyse buna odaklanacağız.
Sistemin pandemi ve ekonomik kriz karşısındaki çaresizliğinin ve çaresizliğe işçi düşmanlığıyla yanıt verdiğinin teşhiri, emekçi yığınların pandemi günleri ve sonrasına yönelik arayışlarının yakından takibi, sistemin gitgide kırılganlaşan kriz dinamikleri saptanarak devrimci müdahale için düşünsel ve pratik hazırlık, fiziksel temas asgariye inerken dijital araçlarla seslenme ve siyaset yapma becerisinin artırılması…
Pandemi günlerinde Gezi’nin 7. yıldönümünü kutlamanın en devrimci biçimi bu olsa gerek.