Tarih 25 Temmuz 2016. Üzerinden henüz 10 gün geçmiş olan 15 Temmuz’u hazırlayan süreç şu sözlerle tarif edilmişti:
“Bu örgütün bir dizi devlet kurumunu ele geçirmiş olması da tek başına kriminal bir vaka değil, dinin siyasal ve toplumsal yaşantıyı biçimlendirir hale getirmesinin doğal bir sonucudur. Bu grup, kendi ısrarı ve becerisinin yanında, bürokrasiyi Cumhuriyet’in geleneksel kadrolarından arındırmaya dönük bir siyasal proje yüzünden bu denli güçlenebilmiştir.”1Deniz Ali Gür, “Cuntanın İdeolojisi İktidardan Farklı mı?” İleri Haber, 25 Temmuz 2016, Kaynak: shorturl.at/rJR08
Toplumun önemli bir bölümü (belki de tamamı) farkında olsa da iktidarın aklımızla alay ederek çarpıttığı gerçeği yüksek sesle söylemek yararsız değil. Gülen cemaati fikri, ideolojisi olmayan bir adi suç örgütü değil, dinci ideolojiyi benimsemiş bir dini cemaatti ve devleti ele geçirme çabaları da Cumhuriyet düşmanlıkları da hep aleniydi.
Dinsiz Cumhuriyeti Yıkacak Mehdi…
Fethullah Gülen’in resmi doğum tarihi 27 Nisan 1941 ve kendisi de resmi web sitesinde 1945’te 4 yaşındayken annesinden Kuran öğrendiğini beyan ediyor. Ama ne hikmetse sohbetlerde doğum tarihini kimi zaman 10 Kasım, kimi zaman 11 Kasım 1938 olarak anıyor. Hatta resmi sitesinde, kendi ağzından 1945 yılında 4 yaşında olduğunu belirttiği sayfada doğum tarihinin 1938 olduğu halde 1941 olarak kayda geçtiği iddia ediliyor.2Bilgiler Türkiye’de yasaklı olan fgulen.com adresinden alınmıştır. Kafa karıştırıcı görünse de çok açık. Gülen, 1941 doğumlu olmasına karşın kendisine ve cemaatine Cumhuriyet’i yıkma misyonu biçtiği için gerçeği çarpıtarak “Atatürk öldü, ben doğdum” imasında bulunuyor.
İlk bakışta önemsiz görünebilirse de konuyu dini cemaatlerde liderin rolü bağlamında ele almak gerekir. Dini cemaatlerde lider kurucu bir işlev taşır ve dini konularda sözü dinlenen kişi olmanın ötesinde kimliği, kişiliği, hayat hikayesi ve mizacıyla cemaate karakterini veren, onu biçimlendirip temsil eden bir figürdür. Gülen’in kendi doğum tarihiyle ilgili manipülasyonu ve bu manipülasyonun içerdiği ima, kendisi ve cemaati için Cumhuriyet düşmanlığının varoluşsal bir konu olduğunu gösteriyor.
Doğum tarihi manipülasyonuyla da kalmıyor. Toplumsal önder anlamında mürşidi şu şekilde tanımlıyor: “Düşüncesi hür, iradesi hür, tasavvurları hür ve hürriyeti de Allah’a kulluğu ölçüsündedir.”3Ali Bulaç. 2008. Din, Kent ve Cemaat: Fethullah Gülen Örneği. İstanbul: Ufuk Kitap, s. 211 Günümüzün toplumsal önderini gericilikle karakterize etmekle yetinmeyip Mustafa Kemal’in “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” tahayyülünün karşısında konumlandırıyor. Ve Mustafa Kemal’in tam karşısında konumlanan bu zihniyetin tahayyülündeki Türkiye, dört baştan örümcek ağlarıyla örülmüş bir toprak parçası.4Gülen cemaatinin ideolojik çerçevesine dair ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Deniz Ali Gür. 2017. “Gülen Cemaatinin İdeolojik Formasyonu” Historia 1923, 1(3) s. 188-218.
AKP’lilere sorsanız hocaefendilerini eğitimle ilgilenen bir hizmet hareketi sanıyorlardı, kandırıldılar. Oysa birbirlerini biliyorlardı. Cumhuriyet düşmanlığında birleştiler, iktidarı paylaşamayınca kapıştılar.
Kapıştılar ama AKP iktidarı, Gülencilerle ittifak yaptığı dönemin programını devam ettiriyor. Aynı ideolojiden geliyor olmanın ötesinde, bir dizi programatik başlıkta da aynı görüşe sahipler.
Fetihçilik, Neoliberallik, Antikomünizm…
Yıl 1996. Fethullah Gülen vaaz veriyor:
“Müteşebbislerimiz, sanayicilerimiz, Batı ile entegrasyon neticesi dış dünyayı bilen tüccarlarımız, hatta esnaflarımız ve işçilerimiz, imkânları ölçüsünde mutlaka Asya’ya gitmeli ve oradaki istihdam problemini de halletme yolunda, sınaî ve ziraî yatırımlarda bulunmalıdırlar. Aslında içinde bulunduğumuz süreç itibarıyla ülke olarak böyle bir şeye de çok ciddi olarak ihtiyacımız var. İç piyasanın doyum noktasına ulaştığı günümüzde, bizim yeni yeni mahreçlere ve dünya ile rekabete girebileceğimiz dış pazarlara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. İşte tam bu aşamada Orta Asya bizim için bulunmaz bir fırsattır. Şayet yatırımcımız akıllı davranıp, aramızdaki din, dil, kültür, tarih birliği gibi dinamikleri de değerlendirerek bu fırsatı kullanabilirse, içinde bulunduğumuz ekonomik çıkmazdan kurtulmamız ve dünyanın sayılı zengin devletleri arasına girmemiz işten bile değil… Ben bu ve buna benzer hususları Rusya’nın çözülmeye başladığı 1989 yılında cami kürsilerinde anlatmaya başladım.”5Fethullah Gülen. “Prizma” Yeni Ümit (34): Ekim-Kasım-Aralık 1996.
Neoliberal serbest ticaret güzellemesi, fetihçi ve emperyal fanteziler, komünizmle mücadelede rol kapma çabası… ne ararsanız var. Üstelik cemaat bunları lafta bırakmadı. Toplanan himmet paralarını en karlı biçimde değerlendirilip finans dahil her alana yatırım yaptı, sermaye sınıfı içindeki ağırlığını günden güne artırdı ve neoliberal dönüşümün en ateşli aktörlerinden biri olmayı başardı.
Yetmedi, Sovyetler Birliği çözülür çözülmez Orta Asya’ya akın etti, buralarda güçlü ticari ve siyasi bağlantılar kurdu, “Türk okulları” açarak öğretmen kılığında CIA ajanlarını eski Sovyet cumhuriyetlerine doldurdu, bu ülkelerde kadrosuna dahil ettiği Sovyet tedrisatından geçmiş kalifiye öğretmenlerle kolej ve dershanelerini ihya etti.
O da yetmedi, bu ülkelerde okuluyla, ticaretiyle, dini kurumlarıyla, dernekleriyle kendi diasporasını kurdu. Kimi bölgelerde öyle bir hakimiyet kurdu ki, örneğin Türkiye’nin Bişkek Büyükelçiliği’nde 15 Temmuz’dan sonra bile Gülencilerin borusunun öttüğü yazıldı.6Barış Terkoğlu, “Benim Aklım Artık Bunları Almıyor” Cumhuriyet, 16 Mayıs 2019, Kaynak: shorturl.at/clDH8
İktidarın sorunu neydi peki, saflık mı? İhanete uğramak mı? Bu sefer de “kripto”lar tarafından kandırılmak mı? Bunlar kısmen doğru olabilir ama asıl mesele programatik ortaklık. Benzerlik değil, ortaklık.
AKP’li yılların ekonomi politikası deyince aklınıza ne gelir? Özelleştirme, piyasalaştırma, yağma, emek düşmanlığı ve tüm bunların din sömürüsüyle meşrulaştırılması.
Dış politika? Mezhepçi saplantılar, fetihçi düşler, elinin uzandığı her yerde tetikçilik ve provokatörlük, yandaş sermaye ve ilgili ülkelerin dinci örgütleri eliyle yağmacılık ve fetihçilik, askeri olarak girdiği ülkelerde fiili durumlar yaratarak kalıcılaşma çabası.
Gülen’in yukarıda aktarılan vaazında bunların hepsi fazlasıyla mevcut…
Ya devlet mekanizmasına yaklaşım? Devletin bütün kurumlarının nasıl tarikatların çöplüğüne çevrildiği çokça yazılıp konuşuluyor. Ancak buna ek olarak devlet mekanizmasını ele geçirme niyetleri her zaman bilinen Gülencilerin nasıl olup da hedeflerine en fazla AKP iktidarında yaklaştıklarının ve bir devlet krizi haline gelebildiklerinin açıklaması ise şu satırlarda:
“Unutmamalı ki, devletin bu tehlikeye karşı bir hafızası vardı. Emniyet, MİT ve Jandarma bu tarikatları takip eder, kamu güvenliğine aykırı gelişmeleri de raporlardı.
(…)
“Ancak özellikle AKP iktidarı döneminde devlet tarikatlara, İslamcı örgütlenmelere karşı bağışıklık sistemini kaybetti. FETÖ darbesi aslında bunun sonucuydu. 2004 MGK’sında askerin FETÖ’ye karşı eylem tekliflerini uygulamadıklarını itiraf eden AKP yönetimi, 12 yıl sonra 15 Temmuz’a zemin hazırlayan ortamı yarattı.”7Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu. 2019. Metastaz. İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, s. 61-62.
Özetle AKP, Gülencilerle tüm programatik başlıklarda ortaklığının yanında devletin tarikat-cemaat kadrolaşmasına karşı bağışıklığını ortadan kaldırmasıyla da Gülencilerle hem ortaklaşıyor hem onların önünü açıyordu. Günün birinde Gülencilerle hesaplaşmaya kalktığında ise iş hepten sarpa saracak ve yargı içindeki hesaplaşmada 15 Temmuz sonrası dönemin ibretlik özetini sunan şu tablo ortaya çıkacaktı:
“Tahliye ettiği FETÖ şüphelisi işadamlarını tutuklatan savcıya ‘FETÖ’cü’ diyen hâkimi, FETÖ soruşturmasında rüşvet aldığını ortaya çıkaran başsavcının ‘rüşvet alan bir FETÖ’cü’ olduğunu iddia ettikten sonra tutuklayan hâkim, FETÖ’den tutuklandı.”8Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, a.g.e., s. 58
Eski Tas Eski Hamam
“Kandırıldık” diyor iktidarın tek yetkili kişisi. Mesele kandırılma değil, iktidarı paylaşamamaktı. 2010’da Gülencilerin, 2020’de ise sözde Gülencilerle mücadele edenlerin tutukladığı Barışların dediği gibi “Bir sabah kapılarını çalıp çocuklarını almaya gelmeselerdi FETÖ’yle hiç hesaplaşmayacaklardı.”9Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, a.g.e., s. 14
“Zararın neresinden dönülse kardır” demek isterdik ama zarardan dönüldüğü de yok. Emniyet’te Erdoğan-Gülen çekişmesinin açık savaşa dönüşmesiyle sonuçlanan 17-25 Aralık operasyonlarını izleyen dönemde yapılan polis alımlarıyla ilgili bir anekdot, karşı karşıya olduğumuz tehlikenin boyutu hakkında fikir veriyor:
“İstanbul’a, Ankara’ya ve İzmir’e biner kişilik kontenjan ayrılmıştı.
“Gelin görün ki, mülakat için giden ekipler şaşkındı.
“Zira, polis olmak için o mülakatta olanların büyük çoğunluğu Menzil, Kurdoğlu, Yazıcı, Okuyucu, Süleymancı ve İskenderpaşa tarikatlarının yönlendirmesiyle karşılarındaydı. Masaya oturan, müridi olduğu şeyhin adını veriyordu!”
Sonra ne mi oldu? O gün heyette olanların bir bölümü Emniyet’in yeni tarikatlar tarafından işgaline direnç gösterince 3 bin kişilik kontenjan için sadece 300 kişi seçildi. Ancak hükümet bu elemeden hoşnut olmadı ve bir bahaneyle seçmeleri yeniletip mülakat heyetini polislik için başvuran gençlerin mensup olduğu tarikatların temsilcilerinden kurdu. Müritlerin tümü polis oldu. 2014-2016 arasında Fethullahçılar tasfiye edilirken 20 yıllık polis alımına eşit sayıda kişinin polis olarak alındığı söylendi.10Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, a.g.e. s. 17-18
15 Temmuz’dan Sonra
4 yıl önce sıcağı sıcağına yapılan 15 Temmuz değerlendirmesinde sonraki sürece dair öngörüler şu şekildeydi:
“İdari ve hukuki tedbirlerle Gülen cemaatini ortadan kaldırmak ya da tehdit olmaktan çıkarmak mümkün olabilir, ancak Türkiye’yi güvenli hale getirmek mümkün değildir. İktidarın dini gruplar tarafından paylaşıldığı model rafa kalkmadıkça Türkiye’yi bekleyen seçenekler, Gülen cemaatine benzeyen bir başka grubun egemenliği ile cemaatler arasında bitmek bilmeyen çatışmalar olacaktır. Bu seçeneklerin her ikisi de felaket demektir.”1Deniz Ali Gür, “Cuntanın İdeolojisi İktidardan Farklı mı?” İleri Haber, 25 Temmuz 2016, Kaynak: shorturl.at/rJR08
İktidarın dini gruplar tarafından paylaşıldığı model rafa kalkmadı. Şimdilik herhangi bir grup Gülencilerin kurduğu düzeyde bir egemenlik kuramadıysa da kimisi bir bakanlığı kimisi falanca devlet kurumunu zapt etmiş cemaat ve tarikatlar arasında bitmek bilmeyen çatışmaların ortasındayız.
Tevfik Fikret’in dizelerini uyarlayacak olursak…
Yükselmeyen düşer,
Ya devrim, ya çöküş!
Notlar:
[1] Deniz Ali Gür, “Cuntanın İdeolojisi İktidardan Farklı mı?” İleri Haber, 25 Temmuz 2016, Kaynak: shorturl.at/rJR08
[2] Bilgiler Türkiye’de yasaklı olan fgulen.com adresinden alınmıştır.
[3] Ali Bulaç. 2008. Din, Kent ve Cemaat: Fethullah Gülen Örneği. İstanbul: Ufuk Kitap, s. 211
[4] Gülen cemaatinin ideolojik çerçevesine dair ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Deniz Ali Gür. 2017. “Gülen Cemaatinin İdeolojik Formasyonu” Historia 1923, 1(3) s. 188-218.
[5] Fethullah Gülen. “Prizma” Yeni Ümit (34): Ekim-Kasım-Aralık 1996.
[6] Barış Terkoğlu, “Benim Aklım Artık Bunları Almıyor” Cumhuriyet, 16 Mayıs 2019, Kaynak: shorturl.at/clDH8
[7] Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu. 2019. Metastaz. İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, s. 61-62.
[8] Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, a.g.e., s. 58
[9] Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, a.g.e., s. 14
[10] Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, a.g.e. s. 17-18