Türkiye tarihinin en büyük yıkımlarından birisinin üzerinden henüz bir ay bile geçmedi. Yıkımın siyasi sorumluları tarafında tek bir istifa yok. Deprem bölgelerinde koordinasyonsuzluk sürüyor, felaket devam ediyor. Çözümün nasıl olacağını anlatabilen bir yetkili bile yok.
Alternatif olarak görülenlere bakıyoruz.
Çünkü kural haline gelen yağma düzeninin sonucunda yeni felaketler bekleyen halk, ne yapacağını bilemeyen yurttaşlar gözünü altılı masaya dikmiş halde. İktidardan bulamadığını bir umut oradan bekliyor.
Oysa bugün, AKP’nin ve Erdoğan’ın sorumlusu olduğu yıkım tüm boyutları ile göz önüne gelmişken, örgütlü bir halk hareketi düğümü kolayca çözebilirdi. Emekçi halk, kendisine yaşatılanların sorumlularından hesabı kendisi kesebilirdi.
Ancak beklemeye, izlemeye alıştırılmıştı çoktan.
“Sorumlu davranmak” gerekiyordu, iktidarın eline koz verilmemeliydi!
İktidar bir gecede hepimizi yoksullaştırırken hiçbir şey yapmamalı, masadaki ayak oyunlarını izlemeliydi herkes. Mafya hesaplaşmaları ayyuka çıkmışken video analiziydi asıl görev. Şeriat dedelerinin partisi hiç utanmadan çocuk istismarcısı tarikatlara siper olurken sessiz olunmalıydı.
Sorumluluk diye diye oyaladılar herkesi. Ayağa kalksa, kendi kaderini eline alabilse her şeyi değiştirecek ana kuvveti seyirci konumuna ittiler.
Yalanlar söylemeyi de ihmal etmediler: Altılı masanın adaylık konusunda herhangi bir sorunu yoktu. Aday, yıpratılmaması için açıklanmıyordu. Bugüne gelinmesine yol açacak gerilimler zaman zaman kamuoyuna yansısa da bir şekilde kervan yürüyor, insanlar çizilen pembe tabloya inanmaya devam ediyordu. Altılı masaya umut bağlanmıştı bir kere.
Başka bir alternatifi, gerçek çözümü örgütlemeye çalışanlara “grup çıkarlarını” bir kenara bırakın bizi destekleyin dediler. Masayı bir arada tutan tek olgunun grup çıkarları olduğunu bile bile elbette.
Nihayetinde karar günü geldi çattı. Sonuçlanabilen pazarlıklar sonuçlandı. İstediğini alamayan İYİP ve lideri Akşener ise masayı dağıtmayı tercih etti.
Akşener’in çıkışının siyasi bir intihar olup olmadığı, Erdoğan’ın sürece ne kadar ve nasıl müdahale etmiş olabileceği, bundan sonraki süreçte yeniden bir birliğe gidilmesi ihtimalleri elbette önemli ve tartışılmalı. Ancak tüm analizlerden önce öfkemizi ifade etmek, sürecin tüm aktörlerinin güvenilmezliğini tekrar tekrar vurgulamak zorundayız.
Halkı nasıl dışarı ittiklerini, kendi ayak oyunlarının pasif bir izleyicisi yaptıkları daima hatırlatılmalı. İşin buraya kadar gelmesinin, AKP iktidarının bugüne kadar sürmesinin tek koşulu buydu ve düzen muhalefeti sırf kendi çıkarı için bu yolu tercih etti.
Öfkeliyiz. Sağcılığa güven olamayacağını çok çok iyi bilmemize karşın bir kez daha hep birlikte tecrübe etmek zorunda bırakıldık. Sağcılığın Akşener’den ve İYİP’ten ibaret olmadığı ise unutuldu sanki.
Sahi bugünkü ekonomik yıkımın mimarı, özelleştirme şampiyonu Babacan sağcı olmadığı için mi Kılıçdaroğlu’nun arkasında duruyor? Demokrat Parti tarikatlarla bağını kopardı da bizim mi haberimiz yok? Ya da bölgemizin kan gölüne, ülkemizin göçmen hapishanesine dönüştüğü sürecin yürütücüsü Davutoğlu solcu mu oluverdi?
Erdoğan tarafından kovalanana kadar gıkı çıkmayanların grup çıkarını bir kenara bırakabileceğine inanmıyorsak gerçeğe bakacağız: Tamamı satın alındı.
Nasıl, siyasetleri düzene ve sermayeye satılıksa adaylık konusundaki tutumları da başından beri satılıktı hepsinin. Oylarının ötesinde CHP kontenjanından ne kadar vekillik koparacaklarını, hangi bakanlıkların vaadedildiğini hep birlikte göreceğiz.
Bize sorumlu olun diyenlerin hiçbiri kendi cepleri dışında hiçbir sorumluluk duymadı, duymuyor, duymaz.
İstedikleri kadar “kazanacak aday” diye zırvalasınlar. Konunun bu olduğu açık. Dolayısıyla İYİP’i konuşurken de başka yere bakmaya gerek yok. Kılıçdaroğlu’nun elindeki kaynaklar diğer dört partiyi satın almak için yeterliydi, Akşener ise çok daha fazlasını talep ettiği için masa tıkandı.
Akşener’in sözünden dönüp dönmeyeceği, ya da mevcut iktidara yanaşma ihtimali… Hepsi kimin ne verebileceği, kimin de kendisi için ne talep edebileceği ile ilişkili. Yalnızca bu kadar.
Evet, söyleyenler haklı. Sağcılık gerçekten de budur. Ancak altılı masanın hangi yönüne bakarsanız bakın baştan aşağı sağcılık vardır. Sömürü vardır, halkın dışarı itilmesi vardır, satılık liderler vardır. Tıpkı saray blokunda olduğu gibi, altılı masa da yıllarımızı çalmak üzere kuruludur: Erdoğan’a kazandırarak ya da onunla temsil edilenleri onsuz sürdürerek…
Politikalar da aynı sağ karaktere sahip. CHP’nin büyük bir gürültüyle açıklamış olduğu vizyon belgesinin önerdiklerinin sol denebilecek hiçbir yanı yok.
Hatay belediye başkanı eski AKP’li şimdi CHP’li Lütfü Savaş’ın depremin ardından yaptığı rezil açıklamalar da bu zeminin ürünü. Aynı suçlar işlenecek, aynı şeyler yapılacak, farklı sonuçlar beklenecek. Bırakın hesap vermeyi, ceza çekmeyi; hiç kimse koltuğundan dahi olmayacak.
Söyleyin hadi. Daha kaç yılımızı çalacaksınız? Daha kaç yıl sorumlu davranarak izleyici olmak, grup çıkarlarını kenara bırakarak örgütsüz kalmak, sizin ayak oyunlarınıza tabi olmak zorunda kalacağız?
Kaç yıl daha Erdoğan’la ya da onun çizgisi ile devam edeceğiz?
Birileri yaşananları oyun sanıyor olabilir. Ancak bu ülkede biz yaşıyoruz. Her gün sömürülüyor, aşağılanıyor, öldürülüyoruz.
Ve bizim oyun oynamaya hiç mi hiç niyetimiz yok.
Bu yüzden kendi işimizi kendimiz görmek zorundayız. Kimin kimi satın alabileceğine değil, kendi öfkemizi nasıl örgütlü bir güce dönüştürebileceğimizi tartışmak ve gereğini yapmak zorundayız.
Bir süre önce başlayan ve mutlaka büyütülmesi gereken sosyalist aday çalışması işte bu açık ihtiyacın karşılanması içindi. Sosyalistlerin, devrimcilerin, yurtseverlerin deprem sürecinde ortaya koyduğu büyük özveri ve dayanışma ancak siyasi olarak da başka bir çıkışı gösterebilirse gerçek değerine ulaşabilir, basit bir hayırseverlik faaliyetinden tam olarak ayrılabilir. İnsanların tekrar tekrar aynı sorunları yaşamasının kalıcı olarak önüne geçebilir.
Doğru olanı örgütleyeceğiz. Ancak hafızasız olmaz. Moda tabirle not ediyoruz: Unutmayacak ve asla affetmeyeceğiz.
Yalnızca hayatı emekçi halkımıza, yurttaşlarımıza zindan eden iktidarı ve patronları değil; aynı zamanda bizi oyalayan ve zamanımızı çalanları da bir kenara yazıyoruz. Bizden çaldığınız her dakikanın, her saniyenin hesabını soracağız.