İktisadi kavramlar üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşi serisinde bu kez döviz kurundaki gelişmelerin emekçilerin hayatına olan etkilerini Murat Kubilay ile konuştuk.1Söyleşi serimizin önceki bölümlerini Cüneyt Akman ile “Enflasyon“, Anıl Aba ile “Asgari Ücret” ve Ali Rıza Güngen ile “Faiz” başlıklarında gerçekleştirmiştik.
Sabit Kur Rejimi ve Dalgalı Kur Rejimi nedir? Türkiye’de dalgalı kur rejimine geçilmesinin nedenleri hakkında ne söylemek istersiniz?
Sabit kur sisteminde; devlet döviz kurlarında hareketliliğe izin vermez, buna karşılık belirlemiş olduğu kur üzerinden herkese döviz sağlama taahhüdünde bulunur. Dalgalı kurda ise döviz fiyatları serbest piyasada belirlenir, haliyle devletin bir taahhüdü olmaz. Günümüzdeyse bu iki ucun arasındaki sistemler tercih edilir. Örneğin herhangi bir döviz kuru hedefi ve taahhüdü verilmez; ancak hızlı hareketlerde müdahalede bulunulur veya döviz kuru hedefi konur ancak bu tam sabit değil, belirli değişkenlere endekslenir.
Türkiye’nin dalgalı kura geçiş sürecinin temelleri 24 Ocak 1980 kararları ile atıldı. 1989’da TL serbest piyasada alım-satım yapılabilir hale getirildi, 1990’da IMF TL’nin konvertibilitesini onayladı, 1999’daki IMF programıyla enflasyon endekslemesi yapıldı ve 2001 krizinden sonra tam serbest kur halini aldı. Türkiye’deki finansal serbestleşme; küresel sistemin ruhundaki değişikliğin bir sonucuydu; ihracata dayalı büyüme modelininse zorunluluğu oldu. Fakat uygulandığı dönemlerde, enflasyonla mücadelede başarı kazanılamadığı için daha çok istikrarsızlıklar yarattı. 2001 sonrası süreçte TL çok değerlendiği zaman döviz alımı, değer kaybı olduğu zamansa rezerv satışı yapılarak müdahalelerle denge amaçlandı; fakat ikisi de yeterince başarılı olmadı. İlk durum TL’nin değerlenmesiyle ithalatın önünü açtı, ikincisi ise sermayenin panikleyerek kaçmasıyla sonuçlandı. Nihayetinde önce kısa vadeli bir refah oluştuğu yanılgısı oluştu, uzun vadede ise bunun bedelinin ağırlığı yaşandı.
Dövizin değerinin artması emekçileri nasıl etkiliyor?
Türkiye’nin dış üretime bağlılığı yüksek ve kur artışları maliyet enflasyonuna; doğal olarak hayat pahalılığına neden oluyor. Ücret artışları kur artışını altında kaldığında veya enflasyon doğru bir şekilde hesaplanmadığında; emekçi gruplarda satın alma gücü kaybı oluşuyor. Ötesi, finansal kesim hariç özel sektörün döviz borçluluğunun yüksekliğinden dolayı, firmalar zarar yazıyorlar ve ayrıca geleceğe ilişkin beklentileri bozulup yatırım yapmaktan çekiniyorlar. Bu durumun doğal sonuçlarıysa istihdamın zayıf seyri ve işverenlerin yüksek maaş zamlarını kabul etmemeleri. Son olarak merkezi hükumetin de döviz ve altın cinsi borçlarının bulunduğunu; yani TL değer kaybettikçe borçların vergi gelirinin üzerinde arttığını belirtmek gerek. Neticesinde kamu hizmetlerin nitelik ve kapsamı azaltılır, vergiler artırılır ve devlet daha borçlu hale gelir.
Türkiye’nin ithalata bağımlılıktan kurtulması için neler yapılmalıdır?
Ülkeler kısa vadede dış açıklarını kapamak için rekabetçi kur denerler; yani kendi para birimlerini değersiz hale getirerek ve üretimin döviz cinsi maliyetlerini düşürerek dış ticarette rekabet gücü kazanmayı hedeflerler. Fakat oluşan enflasyon toplum genelinde yoksulluğa yol açar, diğer taraftan hedeflenen büyüme başarılsa bile bundan sermaye kesimleri daha çok nemalanır. Bu nedenle dış açıkları kapatan, yeşil dönüşümü esas alan ve istihdamı artırmayı amaçlayan kapsamlı kalkınma planlarına ihtiyaç duyulur.
Üretimi kalıcı artırmak için eğitim devrimi, teknoloji atılımı, iş gücüne katılımın artırılması, yatırımları teşvik eden iş ortamı, kendi para biriminden uzun vadeli borçlanabilme, devletin tekelci niteliği olan alanlarda yatırımı üstlenmesi gerekir. Bu üretimin sürdürülebilirliğini sağlamak için tek seferlik değil yenilenebilir kaynaklar kullanılmalı; çevre kirliliği yaratabilen veya dış sermayeye bağımlılığı artıran yöntemlerden kaçınılmalıdır. Oluşan varlığı adilce dağıtabilmek için eş anlı olarak vergi sistemi yeniden yapılandırılarak vergi yükü daha varlıklı kesime aktarılmalı ve eğitim, sağlık ve çocuk-yaşlı bakımı gibi alanlarda kamu hizmetlerinin kapsam ve niteliği artırılmalıdır. Dezavantajlı kesimler için pozitif ayrımcılık uygulanmalı, böylece insanca çalışma ve haliyle yaşama hakkı herkese sunulmalı.
Notlar:
[1] Söyleşi serimizin önceki bölümlerini Cüneyt Akman ile “Enflasyon” (https://devri.me/vhue6), Anıl Aba ile “Asgari Ücret” (https://devri.me/prkjx) ve Ali Rıza Güngen ile “Faiz” başlıklarında gerçekleştirmiştik (https://devri.me/3mqnh).