Son dönemde, bazı iktisadi kavramları geçmişe oranla daha fazla duymaya başladık. Hepimizin hayatına etki eden bu kavramların iktisadi düzlemdeki karşılığı ise halkın önemli bir çoğunluğu tarafından bilinmiyor. Bu durum, düzen siyasetinin geniş emekçi kesimleri manipüle etmesini kolaylaştırırken emekçilerin bağımsız taleplerini şekillendirmesini de güçleştiriyor.
Yakın dönemde karşımıza sıklıkla çıkan bazı iktisadi kavramların emekçiler açısından ne ifade ettiğine odaklanacağımız söyleşi serimizin ilk ayağını Ali Rıza Güngen ile “Faiz” konu başlığında gerçekleştirdik.
Politika faizi nedir?
Merkez Bankalarının para politikası kararlarını uygulamak amacıyla kullandığı temel niteliği bulunan faiz oranı politika faizidir. Para politikası kurul ya da komiteleri bu oranı belirler. Hangi finansal aracın kullanılacağı ve ne sıklıkla politika faizi kararı alınacağına Merkez Bankaları karar verirler.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası politika faizi bir hafta vadeli repo ihale faiz oranıdır. Ancak örneğin yakın geçmişte olduğu üzere politika faizinde değişiklik yapılmadan, fonlama kompozisyonunda ve araçlarda değişikliğe gidilerek faizin değiştirildiği olmuştur.
Politika faizi ile tüketici kredilerindeki faizler arasındaki ilişki ne? Faizin sürekli bir biçimde düşürülmesi ülke emekçilerini nasıl etkiliyor?
Politika faizi referans niteliğe sahiptir, çünkü bankaların liraya erişim maliyetini simgelemektedir. TCMB’nin politika faizinde yaptığı değişiklikler gerçek ve tüzel kişilerin krediye erişim maliyetini büyük oranda belirler. Finansal kuruluşlar varlıklarının kompozisyonuna, piyasadaki konumlarına, mevduatlara, kredi talebine ve risk yönetim çerçevelerine dayanarak kredi faizi belirledikleri için politika faizi ile örneğin tüketici kredileri arasında bir açı olması kaçınılmazdır. Ancak politika faizlerinin düştüğü bir ülkede kredi faizlerinin de düşmesi beklenir.
Merkez Bankalarının faizleri düşürmeleri ile ülke emekçilerinin bu karardan nasıl etkilendikleri, ülkenin küresel finansal hiyerarşideki konumuna ve makroekonomik göstergelere bağlıdır. Ancak faizlerin indirilmesinin varlık fiyatlarında artışa yol açması ve ekonomik faaliyetin temposunu artırması beklenebilir. Küresel Kuzey Merkez Bankaları 2008-09 krizi sonrasında resesyonu hafifletmek için faiz oranlarını indirdiler. Ancak bu hamle beklenen toparlanmayı beraberinde getirmediği için ilerleyen yıllarda yeni önlemlerle varlık alım programlarının uygulandığını ve finansal piyasalara destek sunulduğunu gördük.
Küresel likidite bolluğu nedeniyle Küresel Güney’de 21. yüzyılda birçok ülkede önceki döneme göre (20.yüzyıl sonu) daha düşük faiz oranları kaydedildi. Bu kararların o ekonomik coğrafyalarda çok hızlı bir kredi hacmi artışını beraberinde getirdiğini, göreli yüksek büyüme oranlarının arka planında hem hanelerin hem de şirketlerin borç oranlarının arttığını gördük. Dolayısıyla faiz oranları birer gösterge sunarlar, bu ise emekçilerin durumuna dair genel geçer bir tespitte bulunmamıza izin vermez. İlgili ekonomik coğrafya ya da ekonomideki değişkenleri, sınıf ilişkilerini, sermaye birikim stratejilerini ve büyüme modellerini inceleyerek bu etkiyi kavrayabilir ve gösterebiliriz.
Hükümetin faizi düşürme ısrarının gerçek nedeni ne?
Türkiye’de 2002-13 arasında esas politika çerçevesini oluşturan iç talebin büyümesi ve borçlandırmaya dayalı, sermaye girişlerine bağımlı model 2010’ların ikinci yarısında işlemedi ve Türkiye ekonomisinin krize sürüklendiğine şahit olduk. Bir büyüme koalisyonu olarak AKP ve Erdoğan yönetimi faizlerin düşürülmesi yanı sıra devlet bankalarını seferber ederek kredi hacmini zaman zaman artırmaya çalıştılar. Bu yönelim Türkiye’de 2010’ların ikinci yarısında bazı dönemlerde yüksek büyüme oranları kaydedilmesine neden oldu. Ancak hem Türkiye’den sermaye çıkışları, hem de yaratılan geçici büyümenin Türkiye’deki şirketlerin döviz ihtiyacını artırması Türk lirası üzerinde sürekli bir baskı yarattı. Bu koşullar altında Erdoğan yönetiminin geleneksel ve Ortodoks bir para politikası uygulaması orta vadede düşük büyüme oranları, küçük ve orta ölçekli çok sayıda firmanın borçlarını çevirememesi gibi sorunları ortaya çıkartacaktı. Dolayısıyla her fırsatta faizlerin indirilmesi ve çeşitli teşvikler ve kredi kampanyalarıyla büyümenin canlandırılması girişimlerini gördük.
Kısacası AKP hükümetlerinin ve 2018 sonrasında da Erdoğan yönetiminin faizi düşürme isteğinin arkasında yüksek büyüme oranları kaydetme isteği yatmaktadır. Ancak Türkiye, başka Küresel Güney ülkeleri gibi, küresel finansal hiyerarşide alt sıralarda yer alan ve uluslararası sermayeye yüksek faiz önermek zorunda olan bir ülke. Türkiye kapitalizminin yapısal sorunları çok canlı bir şekilde gözümüzün önünde geçit töreni sergiliyorlar. Faiz indirme tercihi önce cari açığın artışı ve sermaye hareketleri nedeniyle, son yıllarda ise artan belirsizlik arka planında hanelerin ve şirketlerin dövize hücumu nedeniyle art arda kur şokları yarattı.
Bütün yaşananlara karşın Erdoğan yönetiminin faiz indirme ısrarında atlanmaması gereken bir husus da uluslararası finansal piyasalara daha sınırlı erişimi bulunan ve daha yerel-ulusal özellikler sergileyen sermaye gruplarının işini kolaylaştırmak. Çoğunlukla daha emek yoğun üretim yapan bu gruplar, politika faizi indirildiğinde, başka önlemler ve zorlamaların da katkısıyla bir süreliğine daha uygun koşullarda krediye eriştiler. Türk lirasının değer kayıpları sırasında da ihracat avantajı yakaladılar.
Enflasyon ile mücadelenin yolu faizin artırılması mı?
Para arzının kontrolü ya da politika faizinin artırılması (sıkı para politikası duruşu) enflasyonu dizginleyecek önlemler, ancak hem Türkiye gibi tasarruf ve yatırım oranları düşük seyreden bir ülke için çözüm değiller, hem de fiyat artışlarının tek bir etkenle açıklanamayacağını atlamamak gerekir. Türkiye gibi finansal bağımlılığı son derece yüksek kapitalist formasyonlarda enflasyonla mücadele etmek için birçok farklı aracın bir arada kullanılması gerekir. Küresel finansal koşullar, krediye erişim kanalları ve borç kompozisyonları fiyatların seviyesini etkileyecektir. İklim krizi ve gıda üretimindeki dalgalanmalar ya da enerji hammadde fiyatlarındaki dalgalanmalar nedeniyle enflasyonla mücadele kapsamlı, demokratik ve planlı bir ekonomik yapının inşası ile bir anlam ifade edebilir.
Ekonomik yapı değişmediği ve çoklu krizlere karşı halkçı bir perspektif ortaya konulmadığı müddetçe pozitif faiz politikası ve küresel finansal koşulların elvermesiyle geçici bir süreliğine kontrol altına alınabilen enflasyon, tekrar ağır bir sorun olarak karşımıza çıkabilir.