Düzen muhalefeti, AKP’ye karşı geniş toplumsal kesimlerde biriken öfkeyi yalnızca seçim zeminine sıkıştırmak için yıllardır büyük bir çaba harcıyor. Haziran Direnişi’nden sonra daha da yoğunlaşan bu çaba tek başına bir siyasi pragmatizmin ürünü değil. Seçim zeminine sıkıştırma, öfkenin düzen dışına taşma ihtimalinden korkunun bir ürünü.
Tartışmanın seçim/seçmen zemini üzerinde inşa edilmesi bir başka kritik işleve daha sahip. Özellikle kendisini solda tanımlayan ciddi bir seçmen ağırlığına sahip olan CHP, sınıfsal bir tercihin ürünü olan sağ politikalarını seçim kazanmak için yapılan pragmatik bir açılım gibi gösterme şansı elde ediyor. Dolayısıyla, AKP’ye karşı öfkeli milyonlarca seçmeni sağ politikaların doğruluğuna ikna etmenin zorluğuyla uğraşmadan “AKP’den kurtulmak için sağ tabana seslenme zorunluluğu” argümanına yaslanabiliyor.
Peki AKP’ye oy veren yoksul kesimlere seslenmenin yolu sağcılaşmak mı? CHP cidden sağın tabanına mı sesleniyor? Millet İttifakı’nın giderek AKP artıklarını kapsayacak biçimde genişletilmesi “tabana seslenme” kapsamında değerlendirilebilir mi?
Bize göre bu soruların tümüne “hayır” yanıtını vermek gerekiyor.
Bugün, AKP’den kopma/uzaklaşma eğilimi en çok ekonomideki kötü gidişin etkilerini yoğun bir biçimde hisseden kesimlerde görmek olanaklı. Cumhur İttifakı dışında kalan sağ liderlerin tümünü toplayıp fotoğraf vermek, giderek daha da yoksullaşan milyonlarca yurttaşın beklentileri açısından herhangi bir anlam ifade etmiyor.
Zaten AKP’nin kendisi dahi bu kesimlere seslenirken tek başına gericiliğin hareketsiz kılıcı etkisine bel bağlamıyor, siyasallaştırılmış sosyal yardım mekanizmalarını devreye sokma ihtiyacı duyuyor. Buna karşın, iş gericilikle mücadeleye geldiğinde “birinci gündem ekonomi” argümanının arkasına sığınarak sessiz kalan düzen muhalefetinin sesi ekonomik gündemlerde de oldukça kısık çıkıyor. Gündemden bütünüyle kaçmak mümkün olmadığında da Kılıçdaroğlu’nun bireysel fatura protestosu gibi “geniş halk kitlelerini siyasette aktif hale getirme” korkusunun ürünü olan tuhaflıklar ortaya çıkıyor.
Bize göre, yoksulları sağdan koparmanın yolu belli: Solculuk yapmak. Yoksullukla ve onun kaynakları ile savaşmak. Memleketin dört bir yanında yükselen işçi direnişleri hakkındaki ölüm sessizliğini bozmak bunun için iyi bir başlangıç noktası olabilir.
CHP, bunları yapmadığı ölçüde sağın tabanına değil, bu tabanı temsil ettiğini varsaydığı düzen aktörlerine seslenmeyi tercih ediyor. Sağcılar ile aynı karede yer almak stratejinin ana unsuru haline geliyor. Ancak, bu figürlerin ve başkanlığını yaptıkları siyasal partilerin ittifaktaki varlığı, taban nezdinde önemli bir değişikliğe tekabül etmiyor. Aksine, halka seslenmeme ve dolayısıyla halkı siyasallaştırmama tercihi tabandaki geçişleri daha da yavaşlatıyor ve toplumsal düzlemdeki konum alışları katılaştırıyor. CHP’nin bir ana muhalefet partisi olarak, ülkenin alt üst olduğu 15 yılda oy oranını sabit tutma başarısını göstermesi de bu tercihten kaynaklanıyor. Başarısızlığı kanıtlanmış bu stratejide ısrarın nedeni ise daha önce de söylediğimiz gibi sınıfsal.
Peki kendi sağına seslenirken “toplumsal tabanı değil de o tabanı temsil ettiğini varsaydığı siyasal aktörleri referans alma sorununu” sadece CHP’de mi görüyoruz?
Bize göre bu sorunun da yanıtı “hayır”.
Sosyalist solun da önemli bir bölümü kendi sağına seslenirken halk kesimleri ile düzenin siyasi aktörleri arasındaki ayrımı silikleştiriyor. Bu durum, hem sosyalist hareketin düzen muhalefetine yönelik eleştirilerinde daha tereddütlü bir tavır takınmasına yol açıyor hem de kendi bağımsız siyasal açılımlarını yapma konusunda titrek hareket etmesi sonucunu doğuruyor. Bu durumun en somut sonucunu, kimi sol çevrelerin Millet İttifakı’nın sağ stratejisinin göstermelik olarak eleştirse de bu ittifakın olası cumhurbaşkanı adayına desteğini şimdiden ilan etmesinde görmek mümkün.
Ancak, sosyalistlerin bu yanlış tercihte ısrarının CHP’nin kendi sağı ile kurduğu ilişkiden farklı olarak sınıfsal bir rasyonalitesi yok. Siyasal alternatif inşa etme konusundaki tereddüt ve düzen aktörlerinin peşine takılma sorunları, sosyalist hareketin uzunca bir süredir devam eden apolitizm ve pragmatizm arasında sıkışmasının ürünleri. Dolayısıyla, sosyalist hareketin kendi sağına seslenirken düştüğü hataların düzeltilmesi (yine CHP’den farklı olarak) nesnel olarak olanaklı. Ancak, bu hata daha köklü bir sıkışmanın ürünü olduğu ölçüde basit düzeltmeleri değil bütünlüklü bir yeniden kuruluş iradesini gerektiriyor.