İkinci tura üç gün kaldı. İlk tura sağcılığın İslamcı varyantının damgasını vurmasının ardından şimdi de ülkücülük sahnede. Birinci turun bitiminden beri gündemin merkezinde düzen siyasetçilerinin kişisel ikbali her şeyin önüne koyan pazarlıkları var.
Bahçeli’nin “siyaseti at pazarına çeviren fırsatçı bir aciz” olmakla itham ettiği Sinan Oğan Cumhur İttifakı ile saf tutarken Ümit Özdağ uzun süren pazarlıkların ardından Millet İttifakı ile hareket etme kararını açıkladı.
Bu tablo karşısında, sosyalistlerin fedakarca ve hiçbir pazarlığa girmeden Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi övgüler aldı. Bu durum, sosyalistlerin hem ahlaki üstünlüğünün hem de ülkeye olan sevgisinin bir kanıtı olarak alkışlandı. Açıkçası, bu övgüleri rahatsız edici buluyorum.
İki temel itirazım var.
İlk olarak, sosyalistlerin “koşulsuz destek” politikası bir ideal durumdan çok bir mahkumiyeti ifade ediyor. Üstelik, bu mahkumiyet yalnızca “Erdoğan’dan kurtulmak adına karşısında hangi seçenek varsa ona desteklemenin ahlaki doğruluğu” üzerinden açıklanamaz.
Sosyalistler, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden sürece kendi siyasi iddialarını geriye atarak girdi. “İlk turda bitirme” basıncının büyüsüne kendisini kaptırarak mevcut ikili yapıya yerleşemeyen ve sadece Sinan Oğan’a yönelen kitleden de ibaret olmayan merkezkaç eğilimleri görmezden geldi. Kendisini “fedakar destekçi” konumuna mahkum kıldı.
Bu süreçte, sosyalist bir Cumhurbaşkanı adayı çıkarma konusunda yapılan doğru ve devrimci çıkış da ne yazık ki tarihe not düşmenin ötesine geçecek bir maddi gücü harekete geçirmekte yetersiz kaldı.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri özelinde ortaya çıkan durum, sosyalistleri siyasal alanda herhangi bir hükmü olmayan bir topluluk konumuna itti. Tam da bu nedenle, mevcut “koşulsuz destek” konumunu idealleştiren her yaklaşım bizleri sonraki seçimlerde de ilkesiz sağcı pazarlıkları izlemeye mahkum etme potansiyeli taşıyor.
İkinci olarak, sosyalistlerin kendi çıkarlarını bir kenara koymasının ne anlama geldiği üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Bize göre, bu ifade kişiler değil siyasal hareketler için kullanıldığı ölçüde sorunlu bir algının da kapısını aralıyor. Açmaya çalışırsak, tek tek kişilerin değil siyasi bir hareketin/hareketlerin çıkarından bahsettiğimiz ölçüde kenara konulan kişisel ikbal kaygısı olmuyor. Şu ya da bu siyasi hareketten değil, özel olarak öncülük iddiasındaki özneden bahsediyorsak öznenin çıkarı, o ülkenin işçi sınıfının tarihsel çıkarlarına ilişkin ilgili öznenin yaklaşımlarını da içeren bir bütünlüğe tekabül ediyor. Dahası öncülük iddiası, başka birçok şey ile beraber öznenin hedef ve çıkarlarıyla ülkenin işçi sınıfının çıkarları arasında kurulan denklik, örtüşme ve karşılıklı ilişkilerin de olgunlaşmasının ifadesi. Dolayısıyla, sosyalist bir özne kendi çıkarını dayatmaktan vazgeçtiğinde geride bırakılan bu birikim, çaba ve yaklaşım oluyor.
Düzen içi çelişki ve boşlukları hedefleyen siyasal hamlelerde anahtar konumunda yer alması gereken bu çıkar dizgesi bir kenara bırakıldığında elimizde kalan ise çıkar gözetmeme değil pragmatizm oluyor.
Pragmatizmin siyaset dizgesinin kenara ittiği temel olgulardan biri gelecek tahayyülü. Siyasal etkinlik öncesiz ve sonrasız bir şimdiden ibaret hale geldikçe dönüştürücü/devrimci niteliğini yitirmiş tercihlere indirgeniyor.
Her şeyin şimdiden ibaret olduğu bu denklemde, tarihten, tarih bilincinden ve devrimci siyasal etkinlikten bahsetmek olanaklı değil.
Tarihin olgusal bilgisinden değil bir tarih bilincinden söz ediyorsak sadece geçmişle bugünü bağlamak da yeterli değil. Marksizmin harekete geçirici, devrimci bir teorik bütünlük olması bir gelecek kurgusuna dayanmasından ve bu bilimsel zemine yerleştirdiği bu kurguda öznel etkinliğe alan açmasından kaynaklanıyor. Yalnızca bugünü anlamak yetmiyor. Aynı zamanda bugünün bugünden ibaret olmadığının, içerisinde geleceğe uzanmanın olanaklarını taşıdığının harekete geçirici bilincine sahip olmak gerekiyor.
Bizleri sağcıların at pazarlıklarının sessiz izleyicisi olma konumundan kurtaracak temel faktör de bu bilincin maddi bir güç haline gelerek gerçek bir siyasi hareket halini alması olacak.