AKP iktidarı bir süredir Ortadoğu politikasında ciddi revizyonlar yapmaya çalışıyor. Ekonomik, siyasi ve zaman zaman da askeri açılardan ilişkilerin çok gerildiği, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bağlayıcı beyanlarla hedef aldığı kimi hükümetlerle arayı düzeltmek için ciddi bir çaba içindeler.
Söz konusu gerilimlerin ortak özelliği, AKP’nin İhvancı Ortadoğu politikasından kaynaklanıyor olmalarıydı. Haliyle bu kavgalarda atılan geri adım da İhvancı çizgiden taviz anlamına geliyor.
Dünya Kupası vesilesiyle gidilen Katar’da Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah es-Sisi’yle verilen fotoğraf, bu tavizlerden biriydi. Oysa AKP iktidarı İhvancı Muhammed el-Mursi’yi deviren Sisi liderliğindeki darbenin ardından Mısır’dan büyükelçiyi çekmiş, diplomatik ilişkinin düzeyini düşürmüştü. Sisi karşıtı ve İhvancı Mısır politikasının ürünü olarak Rabia sembolü dolaşıma girmişti. Katar’da elini sıktığı Sisi’ye çeşitli açıklamalarında yüklenen Erdoğan, işi 2019’daki yerel seçimlerde miting kürsüsünden “Binali Yıldırım’a mı Sisi’ye mi oy vereceksiniz” diyecek kadar ileri götürmüştü.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile de buzların eritildiğini görüyoruz. Ekonomik kaygıların daha ağır bastığı bu başlıkta yakın zamanda yaşanan gelişmeleri hatırlayalım: BAE’yi 15 Temmuz’un finansörü olmakla suçlayan Süleyman Soylu, bu ülkeyi bizzat ziyaret etti. Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nda öldürülen İhvan yanlısı Cemal Kaşıkçı cinayeti davası kapatılarak Suudi Arabistan’a devredildi. Yine Suudi Arabistan yakın zamanda TC Merkez Bankası’na 5 milyar dolar yatıracağı açıkladı. Uzun lafın kısası, Körfez ülkeleriyle gerilim de büyük ölçüde düşürülmüş durumda.
Sırada yine İhvancı ajanda nedeniyle köprülerin atıldığı Suriye ile “normalleşme” var ama burada durum daha çetrefil.
Yandaş medyanın uzun süredir verdiği sinyallerin ardından Erdoğan açıkça “Suriye’yle de görüşülebilir” dediyse de henüz somut bir gelişme olmadı. AKP’lilerin tüm manipülasyon çabalarına karşın ağırdan alan tarafın Suriye olduğu anlaşılıyor.
Önce muhtemelen pazarlığın bir parçası olarak Suriye tarafı, “Esad’ın Erdoğan’dan gelen görüşme talebini reddettiği” bilgisini basına sızdırdı. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın Erdoğan’ın aslında Esad’a “Şans vermeye hazırım” mesajı gönderdiğini iddia ederek durumu kurtarmaya çalıştıysa da görüşmeyi en kısa sürede yapmak isteyenin Erdoğan olduğu herkesin malumu.
Kimi yandaşlar “Erdoğan’la görüşmeye kendisini hazır hissetmiyor” gibi söylemlerle kendilerince küçümseseler de Esad’ın tutumunda anlaşılmayacak bir şey yok. Erdoğan’ın sıkıştığını gördüğü için el yükseltiyor. Üstelik buna ihtiyacı var çünkü Suriye’nin kendi topraklarında yeniden egemenlik kurabilmesinin yolu da AKP iktidarına ciddi geri adımlar attırabilmesine, ondan büyük tavizler koparabilmesine bağlı.
İşlerin bundan sonra nasıl ilerleyeceğinden bağımsız olarak karşı devrimci AKP iktidarının İhvancı ajandasının duvara tosladığı, bu esnada Türkiye’yi de çok zora soktuğu açıkça görülüyor. Tabii Erdoğan’ın iktidarda kalmak için İhvancı ajandasından önemli tavizler vermek zorunda kaldığı da…
Bir kez daha görüldü ki siyasal İslam’ın Türkiye’ye vereceği hiçbir şey yok. İslamcılığın ajandası ile bir ülke olarak Türkiye’nin ihtiyaçları ve çıkarları arasında zerre kadar ortaklık kalmamış.
Türkiye’yi büyük sorunlarla karşı karşıya bırakan yayılmacı ve Amerikancı Ortadoğu politikasının sorgulanmaya başlaması önemsiz değil. Bu politikanın özel olarak saldırgan öğelerinde geri adım atılması, özellikle Suriye’yle yeniden ilişki kurulması halka bir nebze olsun nefes aldırabilir. Ancak bu politika değişiklikleri anti-emperyalist bir eksene yerleşmediği, bunlara bölgede işbirlikçi ve gerici politikaların tümünün terki eşlik etmediği sürece sonuçları ülkenin hayrına olmaz. İşbirlikçiliğin bir biçiminden başka bir biçimine geçiş yapmanın emperyalizmi geriletmesi, Türkiye’de ve diğer bölge ülkelerinde halklara yarar sağlaması beklenemez.
Erdoğan işini yapıyor. Bölgede kendisini köşeye sıkıştıran bagajlardan kurtulmak, vizyon sahibi lider imajı yaratmak istiyor. Tabii Körfez ülkelerinden koparacağı parayla seçim ekonomisine kaynak yaratmak, Suriye’yle vereceği fotoğraf üzerinden mülteci sorununun çözüm yoluna gireceği umudunu satmak, mümkünse yine seçim sürecinde propaganda malzemesine dönüştürülecek bir sınır ötesi harekat için muhataplarının onayını almak gibi seçim endeksli hesapları da var.
Kimileri bu tablodan sahte bağımsızlık masalları üretebilir. Başkaları da – sanki bu iktidardan bağımsızlıkçı bir hamle beklenmeyeceğini bilmiyorlarmış gibi – Türkiye Batı ekseninden kopacak diye dövünüp ABD ve NATO’ya bağlılık yeminleri edebilir. Devrimcilerin bunların ikisiyle de işi olmaz.
AKP’den halk yararına bir hareket gelmez. AKP’nin başına buyruk adımlarından tedirgin olan emperyalist merkezlerden ve gözü bu merkezlerde olanlardan da…
İhvancılığın yenilgisini cebimize koyalım ama bununla yetinmeyelim. İhvancılıkla birlikte bölgedeki gerici ve emperyalist projelerin tümünü birden hedef alalım, gerçekten ilerici ve yurtsever bir alternatifi örgütleyelim, bu alternatifi emekçilerle buluşturarak mücadeleyi yükseltelim.
İhvancılığın yenilgisini halkın zaferine dönüştürmek için…