6’lı masanın anayasa taslağı beklenen ilgiyi uyandırmadı. Hiç tartışılmıyor değil elbette. Birçok gazeteci, akademisyen taslağa ilişkin olumlu-olumsuz görüşlerini iletmeye başladı. Ancak iddia “tek adam rejimi”ni yıkmak, “parlamenter demokrasi”ye dönüş, hatta kimilerine göre faşizme doğru yönelişi durdurmak olunca gösterilen ilginin yetersizliği daha iyi anlaşılıyor.

Bu kadar büyük iddiaların kağıda dökülmesinin gündemde bu denli az yer kaplamasının önemli bir sebebi iktidarın bir süredir geçmişe oranla toparlanmış bir görüntü sergilemesi ve muhalefetin seçim zaferinin kesin olduğuna ilişkin yargıların artık pek de dillendirilmemesi.

İnisiyatifin yeniden iktidarın eline geçmiş gibi görünmesi uzunca bir süredir düzen muhalefetinin akıl hocalığını yapan ve muhalefetin en yanlış hamlelerinde dahi her türlü eleştiriyi göğüsleyen liberallerde bile soru işaretleri yaratmaya başladı.

Düzen muhalefetine “içeriden” gelen eleştiriler de artıyor. Kimileri ekonomide gidişat ortadayken anayasa konuşmanın yanlışlığını, kimileri adayın hala net olmamasını eleştiriyor. “Kazanacak aday” arayışının merkezde olduğu tartışmaların muhalefetin havasını bozduğunu söyleyenler de var.

Oysa hayaller bambaşkaydı. Seçim yaklaştıkça iktidarın yönetme kapasitesi azalacak, bilim dışı faiz kararı ekonomiyi batıracak, onurlu bürokratlar kanunlara aykırı emirleri yerine getirmeyecek, demokrasi isteyenler dışarıdan sıkıştıracak, içeride küçük ortak Bahçeli kazık atacak, HDP ziyareti gibi denemeler büyük krizler yaratacaktı.

Yani armut pişecekti, muhalefetin ağzına düşecekti.

Düşmedi. Karadeniz’deki savaşta Türkiye tarafsız kalırken komşularımızla yaşadığımız gerilimlerde erteleme arayışları hız kazandı. Her biri AKP’nin yavaş yavaş en dibe yolculuğunu müjdeleyen anketler paylaşılmaz oldu. Yabancı ülkelerden SWAP’lar ayarlandı, seçim ekonomisi için geri sayım başladı. Seçimden sonra misliyle geri alınacaklar müjde olarak açıklandı: EYT, teşvikler, kamuda kadro, asgari ücret artışı…

Yani beklenen olmadı, iktidar kendi haline bırakıldığında toparlanma yoluna gitti. Elbette şimdilik notunu düşmek kaydıyla… Çünkü Türkiye’nin karşı devrim sürecinde yaşanan tıkanıklık çok boyutlu ve Türkiye seçimlere kadar çokça yeni krize gebe.

Nerelerde hata yapıldı?

Peki muhalefet neden önüne gelen fırsatı değerlendiremedi? Bugün içinde bulunduğumuz durum yanlış tercihlerden mi kaynaklandı? Birçok yanlış bulunması doğaldır elbette. Ancak bizce bir tane çok temel yanlış var ve diğer tüm eksiklikler bu hatadan türüyor. Sorun muhalefetin Türkiye vizyonundan kaynaklanıyor. Düzen muhalefeti AKP’nin getirdiğini birkaç biçimsel değişiklik dışında aynen sürdürmek istiyor. Tıkanan karşı devrim sürecinin geldiği mevcut hali korumayı ve kurumsallaştırmayı hedefliyor.

Hedefe giderken AKP’den alınacak en önemli miras toplumun edilgenleştirilmesi ve kaderine razı gelmeye zorlanması. Düzen muhalefeti bu durumu değiştirmeye çalışmak bir yana, tersi yönde arayışlar ortaya çıktığında onları bastırmayı görev edinmiş durumda.

Geçtiğimiz yıl sonundaki döviz krizini hatırlayalım. Halkın tepki göstermesi, sokağa çıkması bir AKP’yi bir de CHP’yi rahatsız etmişti. AKP polisiye önlemlerle halkı bastırmayı tercih ederken CHP ise toplum yeni duruma alışana kadar oyalama görevini üstlenmişti. Türkiye’ye yayılma eğilimi gösteren tepkiler, Kılıçdaroğlu’nun konu ile ilgili Mersin’den mitinglere başlayacağını duyurması ile yatıştırılmış, Mersin’deki miting hiç de sürpriz olmayan biçimde ilk ve son miting olmuştu.

Konu sadece ekonomi de değil. Tarikat yurtlarında yaşananlar, konserlere yönelik saldırılar, yobazlar tarafından örgütlenen cinsiyetçi kampanyalar, KPSS skandalları… Ne zaman gidişata yönelik bir toplumsal tepki ortaya çıksa 6’lı masa tek ses oldu: “Aman provokasyona gelmeyin. Zaten seçimde gidecekler. Siz hele bir haftaya sosyal medyadan yayımlayacağımız videoyu izleyin. Bakın neler anlatacağız.”

Yani siyasetçi anlatır. Yurttaş izler. AKP’ye de yeniden denemek için bol bol zaman ve alan kalır.

Umut nerede?

O zaman başlıktaki soruya dönelim. Eğer AKP karşısındaki en büyük güç olan 6’lı masanın çizgisi temelden yanlış ise ülkenin geleceğinde hiç mi umut yok?

Ülkenin geleceğinden umutlanabilmek için düzen muhalefetinden umudu kesmek zorundayız. Evet, 6’lı masadan hiç mi hiç umut yok. Çünkü onlar AKP’nin yarattığı tahribatı kalıcı kılmak istiyorlar. Bu nedenle yurttaşları mücadelenin dışına itiyorlar. Eğer kazara kazanırlarsa AKP’nin yaptığı tek bir hamleyi bile geri alma baskısı yaşamamak için AKP’ye bir dönem daha hediye etmeyi dahi göze alıyorlar. Yeter ki bu düzen sarsılmasın, yeter ki bu halk ayağa kalkmasın.

Yakın zamana kadar şöyle söyleniyordu: “AKP bu saatten sonra seçimleri kazanamaz. Ancak muhalefet kaybedebilir.” Muhalefet en baştan kaybetti. Yani artık ifadeyi tersten kurmak zorundayız: Düzen muhalefeti bu saatten sonra kazanamaz. Kaybederse AKP kaybeder.

Kendi yarattığı krizlerle boğuşmak zorunda olan AKP’nin kaybetmesi için ise emekçi halkın sahneye çıkması gerekiyor. Gerçek insanların, gerçek bir mücadeleyle ve Türkiye’nin geleceğini kurmak için adım atmasına ihtiyaç var. Yalnızca AKP’den kurtulmak için dahi sorunu AKP’ye sıkıştırmayan ve düzeni toptan değiştirmeyi hedefleyen bir mücadele zorunlu.

Evine sığınıp zam yağmurunun dinmesini bekleyen insan, yağmuru kimin dindirdiğine bakar. Dışarıda kalıp fırtınaya savaş açan ise kendi zaferine odaklanır. Eğer ekonomik krizin en yakıcı olduğu, insanların fiyat artışlarına alışamadığı dönemde kalıcı tepkiler ve örgütlenmeler ortaya çıksaydı AKP bugün seçim ekonomisine bu kadar kolay başvuramazdı.

Eğer tarikatlara, konser yasaklarına, yobazların saldırılarına, kamuda yaşanan skandallara karşı oluşan toplumsal tepki seferber edilseydi sürece halk damga vururdu. AKP toparlanabilir mi diye sormamıza bile gerek kalmazdı.

O yüzden umudu görmek için AKP karanlığından kurtulma işini bizim yerimize yapacağını iddia edenlere sırtımızı dönmeliyiz. Oturup beklemeyi telkin edenlere kulaklarımızı tıkamalı, kendi kurtuluşumuz için kendi mücadelemizi güçlendirmeye odaklanmalıyız.