Merkez Bankası ve onun faiz kararlarının ekonomiye etkileri bir süredir siyasi tartışmaların da merkezinde yer alıyor. Özellikle Erdoğan’ın sıklıkla düşük faiz isteğini dile getirmesi ve gittikçe sıklaşan aralıklarla Merkez Bankası’nda görev değişikliklerine gitmesinin bu durumda etkisi büyük. Diğer yandan ekonomide uzun zamandır yaşanan kötüye gidiş ve atılan her adımda halkın biraz daha yoksullaşması var olan tartışmaların hararetini de artırıyor.

İktidar her ne kadar Türkiye’nin tırmanışta olduğunu iddia etse de herkesin farkında olduğu bir gerçek var: Ekonomi gerçekten kötü. İşsizlik tırmanıyor, alım gücü giderek düşüyor. Zaten sürdürebilir olanın çok üstünde borçla yaşamaya alışmış olan halkımızın borçları katlanarak artıyor. Erdoğan yaşananları zikzaklar olarak tanımlayıp küçük göstermeye çalışıyor. Mızrak çuvala sığmadığında marketler, dış güçler, faiz lobisi, muhalefet ya da o gün aklına kim gelirse suçu ona devrediyor. Muhalefette ise “demokrasi eksikliğinin mevcut sonuca yol açtığı” ve “iktidarın ekonomi bilmediği” görüşleri hâkim.

Tartışma ise tek bir noktada, faizlerin düşük mü yoksa yüksek mi olması gerektiği konusunda düğümleniyor. Türkiye’nin nasıl buraya geldiği, meselenin sistemsel boyutu ve gerçek bir çıkış için hangi adımların atılması gerektiği konuşulmuyor. Dahası bu süreçte yoksullaşan emekçi halkın acil ihtiyaçları tartışmaların dışında kalıyor. Sorunun tek bir nokta üzerinden konuşulmasının bizce üç temel nedeni var: Taraflaşma ve konum belirtme açısından oldukça basit olması, ülkeyi yönetenlerin kendisinde sorumluluk görmemesi ve ülkeyi yönetmeye talip olan düzen muhalefetinin konuyu buraya sıkıştırarak çözüm arayışlarının düzen dışına taşmasını engellemek istemesi.

Gerçekten de içinde bulunduğumuz durumun nedenleri, piyasa ekonomisinin nasıl işlediği ve kapitalizmin krizli doğası gibi tartışmalar bir yana Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın varlığı, işlevi, çokça dile getirilen bağımsızlığı gibi konular bile tartışmaya başlamak için ciddi bir ön hazırlığın ve dünya görüşünün gerektiği zor konular. Kitlelerin bu konularda konum alabilmesi için ciddi bir mücadele birikimine ve örgütlülüğe ihtiyaç var. Tersine, yalnızca faizlerin düzeyi tartışıldığında ve sorunların çözümü olarak artırmak ya da azaltmak önerildiğinde konum almak ve fikir beyan etmek kolaylaşıyor. Üstelik yüksek faizin ekonomiye yavaşlatıcı etkide bulunduğu, düşük faizin ise Türk Lirası’nda değer kaybını hızlandırdığı oldukça kolay deneyimlenebiliyor.

Türkiye’yi bu hale getiren AKP iktidarı konuyu tek bir noktaya odaklıyor. Bu sayede iktidara geldiği günden bu yana kamu mallarını yerli ve yabancı sermayeye nasıl dağıttıkları, Türkiye’nin ekonomisini zaten olduğundan çok daha fazla dışa bağımlı ve kırılgan hale nasıl getirdikleri ve emperyalistlerle bir olup ülkenin doğal kaynaklarını nasıl yağmaladıkları değil de iş bilmez bürokratlar ya da kim olduğu belli olmayan dış güçler ve lobiler konuşulabiliyor. İktidarda olmanın sağladığı tüm yasal gücü kullanmakla kalmayan ve hatta Anayasa’yı dahi çiğnemekten çekinmeyen AKP böylece hiçbir sorumluluk taşımayacağı bir eksen oluşturuyor. “Faiz neden enflasyon netice teorisi” gibi çıkışlar ile de ekonomiyi hızlandırmak için can havliyle attığı ve işleri iyice karmaşıklaştıran adımlara dini kılıflar uydurarak tabanını tutmaya çalışıyor.

AKP’nin güç kaybı ile yeni dönemde iktidara gelme hazırlıklarına hız vermiş olan muhalefet ise daha “sorumlu” davranarak mevcut düzeni korumak adına pozisyon alıyor. AKP’nin yarattığı yıkım yalnızca yolsuzluk, Merkez Bankası bağımsızlığına müdahale gibi sistem dışı sapmalar olarak görülen olgular üzerinden eleştirilirken işin ideolojik boyutu normalleştirilmiş oluyor. AKP’nin “ekonomi bilimine aykırı müdahaleler” ile ülkeyi batırdığını söyleyenler liberal ekonomiyi tek gerçek olarak önümüze çıkarıyorlar. Bugünlere gelmemizde asıl paya sahip olan 2002 AKP’si kapsanırken mevcut sorunlar tek adamın deliliğine veriliyor. Beşli çeteye yönelik sert çıkışlar sömürüyü kanunlara biraz daha uygun bir biçimde yapan burjuvalar için güvence anlamına geliyor.

***

Tartışmanın hiçbir yerinde elbette bir kurtuluş rotası yok. Kurtuluşun rotasını bulmak için düşük-yüksek faiz tartışmalarının dışına çıkmak ve doğru soruları sorarak başlamak gerekiyor: Türkiye bu hale kimler tarafından ve nasıl getirildi? Dünya genelinde neredeyse tüm ülkelerin emekçileri neden giderek yoksullaşıyor? İşsizlik ve hayat pahalılığı nasıl engellenecek? Bu gidişatı nasıl tersine çevirebiliriz? Doğru sorular temelden yanıtları çağırır. Türkiye’nin bugün çıkışsız gibi gösterilen duruma gelmesinin nedeni kapitalizmdir. Halkın büyük çoğunluğunun kapitalizmin krizlerini eskisinden de sert bir biçimde yaşamasının nedeni başta AKP iktidarı olmak üzere Türkiye’de iktidarların uyguladığı liberal programlar ve işçi sınıfının sosyal kazanımlarının ortadan kaldırılmasıdır. Muhalefetin ise bu gidişata hiçbir itirazı yoktur. Faiz konusunda tartışmalar bir yana asıl önerilen aynı programın henüz kirlenmemiş siyasetçiler eliyle sürdürülmesidir.

Kalıcı çözüm arayanlar yani işsizliği ve yoksulluğu gerçekten engellemek isteyenler için ise geriye yalnızca devrim ve sosyalizm mücadelesi kalıyor. İşsizliğin ortadan kaldırılması ve halkın refahının sağlanması ancak ve ancak ekonominin sosyalist prensiplerle en baştan örgütlenmesi ile mümkün olur. Türkiye’nin kalkınması için kamu kaynaklarının piyasaya göre değil gelecek planlarına göre değerlendirilmesi gerekir.

Döviz ile destek olmak için Patreon üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Türk Lirasıyla destek olmak için Kreosus üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Devrim dergisini dijital ya da basılı olarak edinmek, abone olmak için Shopier’daki mağazamıza göz atabilirsiniz.