Bilindiği üzere pandemi dönemi herkes için olduğu gibi ödeneksiz tiyatrolar için de oldukça zorlu geçiyor. Birçok tiyatro sahnesi perdesini kapatırken, topluluklar varlıklarına son veriyor. Bunun en dramatik örneği ise Ankara Sanat Tiyatro’sunun yıllardır bulunduğu mekandan çıkmak zorunda kaldığını açıklaması olmuştu. Moda Sahnesi ise işte tam da bu döneme bir politik haykırış anlamına da gelebilecek şekilde pandemi döneminde genç Fransız yazar Edouard Louis’in işçi sınıfı ailesinde yaşadıklarını anlattığı “Babamı Kim Öldürdü?” adlı son romanını çok özenli bir yorumlamayla sahneledi.

Oyuna daha yakından bakmadan önce roman ile ilgili birkaç noktayı vurgulamak gerek. Metnin yazarı 91’ doğumlu Edouard Louis, şiddet üçlemesinin sonuncusu olan bu romanında hem kendi gerçekliğini, yaşamını, başından geçenleri hem de ailesinin tüm özelliklerini, gelgitlerini, aslında iyi bir şey isterken ona ulaşma yolunda egemen ideolojinin belirlenimiyle bu arayışın sonucunda nasıl muhafazakar bir konuma sürüklediklerini bütün çıplaklığıyla anlatıyor. Hakiki bir muhakeme, gerçek bir anlatı asla şaşmayan bir sınıfsal bakışla bizi devrimi gerçek bir yol olarak düşünmeye teşvik ediyor.

Yoksulluk, eşcinsel oluşunun sonucunda karşılaştığı cinsiyetçilik ve baskının beraberinde ayrımcılık, ırkçılık, sömürü gibi girift konuları tam anlamıyla sınıfsal bir bakış açısıyla ajitasyondan kaçınarak düşüncenin süzgecinden geçiriyor. Dolayısıyla metnin dinamizmi, öfkesi asla arabeske kaçmayacak şekilde sınıfsal bir akılla ele alınıyor. Kimliksel sorunlar ana bağlamdan kopmaya yol açmıyor, tersine bu bağlamı perçinleyen bir rol alıyor ve ne kadar yan konularda dolaşsa da yazarın sınıfsal yaklaşımı oyunun seyri boyunca kendisini unutturmuyor.

Bunun yanı sıra, çok güçlü bir sınıfsal anlatının kendini gösterdiği bu metin, toplumsal cinsiyetle ilgili sorunları dile getirirken bu sorunları aynı zamanda özünü yitirmeden aktarabilmeyi ve bunu sınıfsal vurgunun hakim olduğu bir biçimde dile getirmeyi de başarıyor… Bu yaklaşımın günümüzün tartışmalarına da işler bir yol önerebileceğinin altını çiziyorum.

Dolayısıyla böylesine bir bütünlükte hakiki bir isyan, öfke ve dinamizm barındıran bu metin, sınıfsal bir bakışla, siyasetin ve ideolojinin hayattaki etkisini hepimizin yüzüne çarpmanın ötesinde nihai varılacak tek gerçek bir çözüm olarak ‘devrim’in gerekliliğini de net bir dille vurguluyor. Her zaman kaçınılan ‘devrim’ önermesi, tüm hikayenin sonuna sanki hikaye bütünlüğünün en doğal parçasıymış gibi karşımıza çıkıyor…

Metinle ilgili bir çerçeve çizmenin ardından oyuna geçecek olursak, yoksul bir ailede büyüyen 91 doğumlu – ki yaşının bu denli genç olmasının metne yansıdığını düşünüyorum – Edouard aslında Türkiye’de yaşayan genç kuşakla çok ortak yanlar barındıran bir hikayeye de sahip. Bu anlamıyla oyun oldukça güncel. Metin-oyun ilişkisi ele alındığında tüm oyun boyunca metnin dışsal biçimde oyunun temelini oluşturur bir konuma sahip olmadığını görebiliyorsunuz. Tam aksine, başından sonuna kadar metin oyunun tam merkezinde ve içinde yer alıyor.

Oyunun başlarında Edouard çocukluğu sırasında babasıyla yaşadığı gerilimleri, babasının eril davranışlarını, yoksulluklarını anlatırken bir yandan da aslında ailesinin iyiyi isteyen, katı olmayan bir aile olduğunu, babası mutlu olmayı içten içe istese de düzenin çizdiği ideolojik sınırların bu arayışın sonucunda onları nasıl daha geri bir konuma ittiğini de anlatıyor. Oyundaki baba-çocuk ilişkisi, öncelikle babasının henüz 50’li yaşlardayken birçok hastalıkla boğuşarak solunum sorunu çeker hale geldiği bir döneminde Edouard’ın yetişkin olarak babasının o haline çocukluktan şimdiye hayatlarını ve sitemlerini anlatması ile başlıyor. Edouard tek tek çocukluktaki eril baskıyı, erkek gibi davranmadığında, şarkı söyleyip dans ettiğinde babasının onu yok saydığını yüzüne vuruyor. Bunu yaparken aslında gizliden gizliye babasının da bu yönlerini gizlediğini ona söylüyor. Bu sitemler, tek kişilik bir oyun olmasına karşın, oyuncu Onur Ünsal’ın muhteşem performansı sayesinde tüm dinamizm ve olayların yaşanış biçimleri olduğu gibi izleyiciye geçiyor ve kopmadan pür dikkat sizi oyunda tutuyor.

Edouard bu çocukluk döneminin ardından babasına nasıl bu hale geldiğini tek tek anlatmaya başlıyor. Yaşadığı bir iş kazası sonucu beli ezilen baba, yatağa bağlı kalıyor ve bu süre zarfında yardım alarak geçiniyor. Ancak ilerleyen süreçte bu hak gasp ediliyor ve çalışamayan baba, tamamen siyaset eliyle açlığa mahkum ediliyor. Chirac’ın, Hollande’ın, Sarkozy’nin, Macron’un adım adım sakatladığı baba, almış olduğu sosyal yardım hakkının gasp edilmesi sonucu beli ezilmiş olmasına rağmen çöpçülük yapmak zorunda kalıyor. Edouard’ın doğrudan bu siyasetçilerin ismini vererek teşhir etmesinin sözüne kuvvet kattığını söylemeden geçemeyiz. Aslında çok net biçimde görüyoruz ki, anlatılan salt işçi bir Fransız ailesinin öyküsü değil, tüm amele sınıfının ve neoliberalizmin işçileri nasıl öldürdüğünün hikayesi… Edouard babasına tek tek tarihleriyle liderlerin ismini vererek çıkan yasalar sonucunda nasıl ölüme terk edildiğini, siyasetin hayatını bu denli nasıl etkilediğini etkileyici biçimde anlatırken burjuvaziye verilen devasa vergi indirimlerinin de bu gaspların devamında gerçekleştiğini ekliyor.

Bu noktada Edouard ile babası arasındaki ilişkiye dair birkaç noktayı vurgulamak gerekir. Bu ilişkinin seyri göze alındığında, ikili arasındaki ilişkinin, kesinlikle klişe bir baba figürü ve erkek çocuk çatışması, Freudyen bir baba açmazına yönelen bir çizgide ilerlemediğini, Edouard’ın bu klişeyi reddettiğini söylemek mümkün. Bu açıdan klişe bir ‘babayı öldürme’ hikayesi yerine, başta belirttiğimiz üzere Edouard’ın oyun boyunca kendini gösteren konuyu sınıfsal işleyişinin bir sonucu olarak babadan bir yoldaş kazanma ve sonunda onu öldürmek gibi bir yol yerine dönüştürmeyi tercih ettiğini mutlaka dikkate almak gerekir. Böylelikle Edouard aslında siyasete normal insanların katılıp haklarını savunmasının ne denli önemli olduğunu babasını ikna ederek bize anlatmış oluyor…Öyle ki, oyunun devamında babasının komünist olduğu için kendisini suçlamasının yanlış olduğunu, siyasetin bu kadar etkili olduğu, burjuvazinin bu kadar örgütlü olduğu bir yerde bundan esas etkilenenlerin de siyasete katılması gerektiğini anlatarak babasını ikna etmeye çalışıyor.

Burada oyunun yine vurgulanması gerek birkaç noktası mevcut. Yönetmen Kemal Aydoğan’ın verdiği röportajda1https://youtu.be/HlrgxO_LCT0 Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi, Babamı Kim Öldürdü, 17 Kasım 2020 belirttiği önemli bir nokta var. Aydoğan, “Bizim için çalışma sırasında en çok dikkat ettiğimiz şey metnin sınıfsal aklına tüm oyun boyunca sadık kalmanın yollarını aramaktı” diyor. Edouard’ı canlandıran Onur Ünsal’ın metindeki sınıfsallığı, arabeskten kaçınarak doğru yere ateş etmesinin getirdiği zorluk gibi ince çizgileri gözetirken öte yandan oyunun tüm dinamizmi ve hareketliliği de bundan etkilenmeyecek biçimde maharetle birleştirildiğinde izlerken kendinizi doğrudan metnin içinde buluyorsunuz. Bu çok dolayımlı ilişkiler yumağının, bu kadar sınıfsal bir akıl ve olağanüstü sahne performasıyla sergilenmesinin takdir edilmesi gerekir.

Edouard babasını mücadeleye kazanmaya gayret ederken bütün bu çatışmalar, açmazlar, sonuçta tek bir yola, devrime çıkıveriyor. Oyunun yol göstermesi, böylesine yoksulluğun olduğu bir tarihsel dönemde bu kadar net ve yalın bir dille, amasız fakatsız devrim önermesi, bunu da hamasi söylemlerden, ajitasyondan kaçınarak yapması oyununun en önemli özelliklerinden biri.

Pandemi döneminde hazırlanan bu oyun, bize yeni bir yolun, işçilerin hayatlarındaki yangını söndürmenin ve insanca bir yaşamın mümkün olduğunu söylüyor. Bu yangının söndürülmesinin de bizden başka kuşakların değil, bizim görevimiz olduğunu bütün aciliyetiyle bize hatırlatıyor. Metnin okunmasının, oyunun sezonlar boyu ülkemizde oynanmasının, tartışılmasının ülkemizdeki yol arayışlarının doğru yere yönelmesine tahmin edeceğimizden de öte katkılarda bulunabileceğini söylemek mümkün…

Bitirirken, bu aciliyetin giderilmesi için topluma çok doğru ve etkileyici bir anlatı sunabilecek bu ve başka oyunların bu dönemde de sürebilmesi için ödeneksiz tiyatrolarla dayanışmanın önemini tekrar tekrar dile getirmek gerekir. Moda Sahnesi emekçilerine böylesine bir oyunu sahneledikleri için teşekkür ederken, pandemi döneminde oyunları çevrimiçi olarak sahneden naklen izleyebileceğinizi hatırlatalım.

Notlar:

[1] https://youtu.be/HlrgxO_LCT0 Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi, Babamı Kim Öldürdü, 17 Kasım 2020

Döviz ile destek olmak için Patreon üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Türk Lirasıyla destek olmak için Kreosus üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Devrim dergisini dijital ya da basılı olarak edinmek, abone olmak için Shopier’daki mağazamıza göz atabilirsiniz.