Seçimlere en fazla 10 ay kaldı. Zaman geçtikçe düzen muhalefetinin stratejisine ilişkin daha fazla veri birikiyor.

Türkiye’nin karşı devrim iktidarı ile karşı devrimle uyum vadeden düzen muhalefeti arasında sıkışmak ve bunlardan birini tercih etmek zorunda olmadığını defalarca yazdık. Seçim aritmetiği hatırlatılarak yapılacak bol “ama”lı uyarıların önümüzdeki süreçte daha fazla artacağını öngörebiliriz. Ne var ki, olası uyarıları elimizin tersiyle itme gerekçeleri de eş zamanlı olarak artıyor.

Seçim kazanmak için yapılacak manevraların bir yere kadar makul olduğunu kabul etsek dahi düzen muhalefetinin bu noktanın çok ötesine gittiği açık. Üstelik, muhalefeti gitgide daha fazla AKP’ye benzeten bu manevraların asıl meramının seçim kazanmak değil, Türkiye’yi AKP zihniyetine alıştırmak olduğunu söylemek için çokça neden var.

Altılı masanın iki bileşenine, Davutoğlu’nun ve Babacan’ın partilerine bakalım. CHP ve İYİP gibi toplumsal tabanı görece büyük olan partiler ellerinden tutmasa silinip gidecek, ısrarla parlatılmalarına karşın anketlerde oy oranları pek de yüksek çıkmayan ve AKP’de umulduğu kadar büyük yarılmalar da yaratamadıkları görülen bu iki partiye bu kadar alan açılmasının mantığı ne olabilir?

Oy deseniz, ciddi bir oy potansiyelleri yok, olduğu kadarını da CHP tarafından parlatılmalarına borçlular. İmaj deseniz, sevmeyeni seveninden fazla olan, getirdiğinden fazlasını götüren unsurlar oldukları da açık. Üstelik getirdiklerinden fazlasını götürmelerinin tek nedeni “sevilmeyen” figürler olmaları da değil. 20 yıllık AKP iktidarlarının yol açtığı yıkımın mimarlarından olmaları. Bunların altılı masadaki varlığı, Millet İttifakı’nın halkın muzdarip olduğu pek çok konuda kayda değer bir değişikliğe gitmeyeceğinin teyidi haline geliyor. AKP projesini var eden güç odaklarına güven veren bu tercih, muhalefetin toplumdan alabileceği desteği ise azaltıyor.

Savaşın 11. yılında Türkiye’ye hala can kayıplarından sığınmacı krizine, sınır güvenliğinden artan ekonomik maliyetlere bir dizi bela getiren Suriye politikasında altılı masa elle tutulur bir öneri yapamıyor. Masadaki diğer partiler gevelemeyi ve konjonktüre uygun düşen çelişkili beyanlarla konuyu geçiştirmeyi tercih etse de Davutoğlu’nun varlığı, olası Millet İttifakı iktidarında Türkiye’ye beladan başka bir şey getirmeyen Suriye politikasının özünde değişmeyeceğinin teyidi oluyor.

Keza özelleştirme yağması yüzünden gıdadan elektrik faturalarına, işsizlikten yaşam pahalılığına bir dizi ekonomik sorunla boğuşan halk yoksulluktan çıkış ararken muhalefet elle tutulur bir ekonomi programı da ortaya koyamıyor. Elektrik faturaları örneğinde sorunun kaynağı olarak elektrik dağıtım ağlarının özelleştirilmesine işaret eden CHP yeniden kamulaştırma demekten ısrarla kaçınsa da sermaye sınıfının olası tereddütlerini gidermek için bununla yetinmiyorlar. Babacan’ın masadaki varlığı, özelleştirmecilikten taviz verilmeyeceğinin garantisi haline geliyor.

Karşı devrim iktidarının yarattığı esas sorunlar kendi toplumsal tabanını eritirken düzen muhalefeti de yıkımın mimarlarını yeniden kadraja sokarak alternatif oluşturma potansiyelini bile isteye heba ediyor. 20 yıllık karşı devrimin uygulayıcılarına yer açılan masaya ister istemez bu 20 yılın bagajı ile karşı devrimin dayandığı güç odakları ve ilişki ağları da oturmuş oluyor.

Millet İttifakı bir seçim değil Türkiye’yi sağcılaştırma, sağcılaştırarak AKP zihniyetine alıştırma stratejisi izliyor. Stratejinin amacı AKP’nin gidişinin tetikleyebileceği laik, halkçı ve yurtsever bir dalgayı frenlemek, AKP’den kurtuluşun karşı devrimle hesaplaşmaya dönüşmesini engellemek. Çünkü sermaye aklı bunu gerektiriyor.

Bu noktada yaklaşan 2023 seçimlerinin anlamını ve potansiyelini ele almak gerekiyor. Bu seçimler, emekçi halkın her ikisi de sermaye aklının ürünü olan iki seçenek arasında sıkıştırılmaya çalışıldığı bir uğrak. Bununla birlikte, akıl ve cüretle hareket eden sosyalistlerin devrimci bir siyasal alternatifi şekillendirip halkın arasında örgütleme fırsatını yaratabilecekleri bir düzlem.

Karşı devrim iktidarı mı, Amerikancı-TÜSİAD’cı muhalefet mi?

Türkiye bu seçeneklere mahkum değil. Devrimcilerin görevi de Türkiye’yi bu iki seçenek arasında sıkışmaya zorlayanlara uyum sağlamak değil, devrimin seçeneğini oluşturup örgütlemek.

Sosyalistler, üzerine düşeni yapacaktır.

**

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin en yetkin ve üretken Marksistlerinden Metin Çulhaoğlu’nu yitirdik. 50 yılı aşkın süredir mücadelenin içinde olan, kendisiyle ayrı yollardan yürüyenler dahil her kuşaktan sosyalistin çok şey öğrendiği bir teorisyendi. Anısına saygıyla.