Hem ortaya çıkan semptomlar hem de bu semptomların görüldüğü ülkeler tek bir gerçeği yüzümüze vurmaktadır: İnsanlık olarak pençeleştiğimiz illetin adı neoliberalizmdir. Tek tek ülkelerin pandemi ile baş etme kapasitesi neoliberalizme maruz kalma düzeyiyle ters orantılı bir seyir sergilemektedir.
Diyelim ki ateş, kuru öksürük, yorgunluk ve nefes alma güçlüğü gibi semptomlar gösteriyorsunuz. Bu durumda çevrenizdeki insanlarla mesafenizi arttırmanız ve en yakındaki hastaneye başvurmanız izlenebilecek en mantıklı yol olacaktır.
Peki gittiğiniz hastanedeki doktorların koruyucu malzemelerden yoksun olduğunu görüyorsanız; belirtilerini gösterdiğiniz hastalıkla ilgili test sayıları yetersiz olduğu için tanı alma süreciniz uzuyorsa; yaşadığınız ülkedeki iktidar sahipleri halk sağlığını korumak için gerekli önlemleri almanın yaratacağı ekonomik maliyet nedeniyle bu önlemleri almaktan imtina ediyorlarsa, yani ayrıcalıklı bir zümre evde kalarak kendini bu virüsten uzak tutmaya çalışırken yaşamak için emek gücünü satmaktan başka çaresi olmayan milyonlar her sabah yollara düşüyorsa, bütün gün hiçbir önlem alınmaksızın fabrikaları, tersaneleri, şantiyeleri, işyerlerini dolduruyorsa; akşam eve gidip dünyadaki verileri incelediğinizdeki ülkenizdeki hastalığın artış seyri, ölüm oranı ve tedavi oranı gibi verilerin başka ülkelere kıyasla belirgin bir biçimde olumsuz olduğunu fark ediyorsanız; ve bunu fark etmenizle birlikte ülkenizdeki sağlık hizmetlerinin son birkaç on yılda giderek piyasanın insafına terk edildiği gerçeği aklınıza geliyorsa izleyebileceğiniz en mantıklı yol ne olacaktır?
Doğru teşhis ve müdahale için öncelikle yukarıda sayılanların hangi durumun semptomları olduğunu ortaya koymak gerekiyor.
İlk olarak, hekimlere sağlanan malzemelerdeki ve test kitlerindeki yetersizlikten ülkenizdeki sağlık sisteminde bir yetersizlik olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu yetersizlik ile sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılması arasında bir ilişki olduğunu düşünmek de akla yatkın bir varsayım olacaktır.
İkinci olarak, sokağa çıkma yasağı, ücretli izin gibi önlemlerin alınmamış olması ülkenizde insan hayatına verilen değeri sergileyen önemli göstergeler olarak ele alınmalıdır. Bu dönemde evinden çıkmak zorunda kalanların yoksullar olması insan hayatına verilen değerin de sınıfsal bir nitelik taşıdığına işaret etmektedir.
Son olarak, ülkenizin göreli başarısızlığı coğrafi veya genetik bir faktörden kaynaklanmıyorsa, ki konumuz Korona ise bu iki seçeneği şu anda elimizde olan verilere göre elememiz gerekiyor, farklılığı ortaya çıkaran siyasal, iktisadi ve toplumsal faktörlere yoğunlaşmak mantıklı olacaktır.
Toparlayacak olursak… Yukarıdaki veriler bizi üç temel bulguya ulaştırmaktadır. Piyasalaştırma nedeniyle sağlık sisteminde ortaya çıkan yetersizlikler, yoksulların hayatına değer vermeyen insanlık dışı bir bakış açısı ve bütün bunların içerisine yerleştiği bir siyasi-iktisadi-toplumsal durum.
Sonuca ulaşmadan hemen önce bütün bu semptomları gösteren, yani Korona ile mücadelede özel bir başarısızlık sergileyen ülkeleri hatırlayalım: ABD, Büyük Britanya, İtalya, İspanya, Belçika ve son olarak bu gruba eklenen Türkiye. İçerisinde iki BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi, üç G-8 üyesi, üç AB üyesi barındıran, Türkiye dışındaki tüm ülkelerin yıllık 30 bin doların üzerinde kişi başına düşen milli gelire sahip olduğu bu listenin böylesi bir başarısızlık tablosunda yer alması ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Normalde muasır medeniyetleri simgelediği varsayılan Batı ülkelerinin bu yetersizliği aslında bu ülkelerin insanlık için varılması gereken bir ileri aşamayı simgelediği yönündeki yanılsamayı da sorgulatan bir durum ortaya koyuyor. Aydınlanma düşüncesini, Sanayi Devrimi’ni ortaya çıkaran, cumhuriyet ve yurttaşlık fikirlerinin oluşumuna öncülük eden toplumların bugün geldiği konum kapitalizmin tarihsel gelişiminde var olan bir ana eğilimi de ortaya koyuyor. Tarihsel sürecin belirli bir aşamasında ilerletici bir işlev sergileyen bir toplumsal sınıf, bir noktadan sonra bu ilerlemenin önünde engel oluşturan ve toplumun tümünün çıkarlarının aksi yönde bir doğrultuya insanlığı mahkum eden bir nitelik taşımaya başlıyor.
Bu noktadan sonra tanıya geçebiliriz. Hem ortaya çıkan semptomlar hem de bu semptomların görüldüğü ülkeler tek bir gerçeği yüzümüze vurmaktadır: İnsanlık olarak pençeleştiğimiz illetin adı neoliberalizmdir. Tek tek ülkelerin pandemi ile baş etme kapasitesi neoliberalizme maruz kalma düzeyiyle ters orantılı bir seyir sergilemektedir.
David Harvey’in geçtiğimiz günlerde Jacobin’de yer alan değerlendirmesinde de benzer bir vurgu yer alıyordu. Korona virüsüne karşı Batılı devletlerin sergilediği başarısızlığın altını çizen Harvey, virüsü “40 yıldan fazla süren neoliberal yağmacılığın karşısında doğanın intikamı” olarak nitelendiriyor ve şu ifadeleri kullanıyordu:
“Kuzey ve Güney Amerika ve Avrupa’daki kırk yıllık neoliberalizm, halkı böyle bir sağlık krizine karşı korumasız ve hazırlıksız bıraktı. Sözde ‘uygar’ dünyanın birçok yerinde, bu tür halk sağlığı ve güvenliği acil durumlarında her zaman savunmanın ön cephesini oluşturan yerel yönetimler ve bölgesel / devler kurumları, şirketlere ve zenginlere vergi indirimleri ve sübvansiyonlar sağlamak için uygulanan kemer sıkma uygulamaları yüzünden gerekli bütçeleri bulamadı.”1David Harvey, Koronavirüs ve Anti-Kapitalist Politika, Çeviren: Kubilay Cenk, http://uni-versus.org/2020/03/21/david-harvey-kapitalizm-koronavirus/?fbclid=IwAR1Za7EYQ0iIuY-91KTImD6yHtqL_IuUZ-1xuM1nzVPXuq4Yoa9Vsda1Epk
Sağlığın piyasaya bırakılması durumunda, halk sağlığı gibi pek de karlı olmayan alanlara yatırım yapılmaması kaçınılmaz oluyor. Örneğin böylesi bir durumda, önleyici, sağlık hizmetlerini geliştirmek ya da bir bulaşıcı hastalığın tedavisini bulmak rasyonel olmayan yatırımlar olarak değerlendirilebiliyor. Goldman Sachs’ın 2018 senesinde hazırladığı “Genom Devrimi” başlıklı rapor bu konuda oldukça dürüst. Raporda, “Hastaları tedavi etmenin sürdürülebilir bir iş modeli olup olmadığı” sorusuna oldukça samimi bir yanıt veriliyor. Neoliberal dönüşüm sağlık alanında yarattığı tahribatı özetleyen bu yanıtta şu ifadeler yer alıyor:
“Gen terapisi, genetiğiyle oynanmış hücre terapisi ya da gen editleme tekniklerinin en çekici yanı, hastaları tek uygulama ile tedavi etmeyi mümkün kılıyor olmaları. Fakat böylesi tekniklerin sağladığı sürekli hasılat kronik tedavilere kıyasla çok kısıtlı (…) Bu çözümler toplum ve hastalar için muazzam değer taşıyor, aynı zamanda sürekli para akışı arayan genom ilacı geliştiriciler için de ciddi bir zorluğu temsil ediyorlar.” 2https://www.cnbc.com/2018/04/11/goldman-asks-is-curing-patients-a-sustainable-business-model.html
Karlılığı insan hayatının önüne koyan bu anlayışın böylesi bir kriz durumunda başarısız kalması şaşırtıcı değil. Durumun kontrolden çıkması sonrasında alınması gündeme gelen önlemlerin de genel olarak kamulaştırma, test kitlerine erişimi ücretsiz yapma gibi bir doğrultuya kayması da. Diğer ülkelerin göreli başarısının temelinde de sağlık alanındaki neoliberal dönüşümün göreli olarak yavaş bir seyir izlemesinin yarattığı avantaj yatıyor.
Yazının sonlarına gelirken tanı aşamasından tedaviye doğru geçebiliriz. Öncelikle iyileşmenin kendiliğinden bir seyir izlemeyeceğini söylemek gerekir. Daha açık ifade etmek gerekirse… Neoliberalizmin başarısızlığını herkes tarafından daha da kolay anlaşılabilir hale getiren bu gelişme, burjuvazinin bu modelden gönüllü olarak hızlıca vazgeçmesi gibi bir sonuca yol açmayacak. Aksine, kapitalizm ortaya çıkan ekonomik yıkımı faturasını büyük ölçüde emekçi yığınların sırtına yükleyerek yoluna devam etmeye çalışacak.
Peki bu neoliberalizm illetinden nasıl kurtulacağız? Çözüm daha insani bir kapitalizm için bir mücadele hattı geliştirmek ve sermaye sınıfı üzerinde basınç oluşturmak mı? Bize kalırsa bu sorunun yanıtı olumsuz. Kapitalizmin şu anda içerisinde bulunduğu aşamada böylesi bir ara formülün hayata geçirilebilmesinin herhangi bir siyasi ve iktisadi temeli yok.
Dolayısıyla önümüzde tek bir yol var: Neoliberalizmin yarattığı bu tahribatı aşıp insanlığı ileriye taşıyabilecek tek alternatif olan sosyalizmi gerçek bir siyasal seçenek olarak inşa etmek. Bunu yapmak için dayanacağımız tek kuvvet ise bugün yaşama hakları hiçe sayılan, karlılık adına her gün hayatları riske atılan emekçi yığınlar.
Notlar:
[1] David Harvey, Koronavirüs ve Anti-Kapitalist Politika, Çeviren: Kubilay Cenk, http://uni-versus.org/2020/03/21/david-harvey-kapitalizm-koronavirus/?fbclid=IwAR1Za7EYQ0iIuY-91KTImD6yHtqL_IuUZ-1xuM1nzVPXuq4Yoa9Vsda1Epk
[2]https://www.cnbc.com/2018/04/11/goldman-asks-is-curing-patients-a-sustainable-business-model.html