Bir üretim biriminde tam otomasyonun hayata geçtiği koşulda; bu üretim biriminin işlevi yalnızca daha önce hammadde, makine ve yazılım üreten sektörlerde biriktirilmiş emek gücünün son ürüne herhangi bir değer katılmadan dönüştürülmesi yani döviz bürosu misali bozdurulması olabilir.
Teknolojik gelişmelerin etkileri ve tam otomasyon önermeleri farklı isimler altında (endüstri 4,0, akıllı fabrikalar, vb.) çokça tartışılıyor. Bu tartışmaların odak noktası patron sınıfının ortaya çıktığı günden itibaren sahip olduğu hayalin yani işçisiz fabrikaların artık teknik olarak mümkün olduğu ve bu hayalin gerçekleşmek üzere olduğu yönünde. Biz de bu yazımızda, Marx’ın kapitalizm konusundaki temel önermelerinden faydalanarak şu iki soruya yanıt arayacağız: Teknolojik gelişmelerin işçi sınıfına bir faydası var mı? İşçilerin olmadığı bir fabrika mümkün mü?
Kapital’in ilk cildinde Marx “Makineler ve Büyük Sanayi” bölümüne John Stuart Mill’in mekanik buluşların hiçbir insanın hayatını kolaylaştırmadığı yönündeki ifadesinden alıntı yaparken bir de dipnot ekler: “Mill, başka insanların emeğiyle beslenmeyen herhangi bir insanın demeliydi, çünkü makineler işleri yolunda olan aylakların sayısını hiç şüphesiz çok artırmıştır.” Aylaklar derken elbette burjuvaların kast edildiği bu ifadenin abartılı olduğunu düşünebilirsiniz. Sonuçta teknolojik gelişmeler ile insanlığın ortalama ömründeki ciddi artış arasında göz ardı etmemizin pek de mümkün olmadığı bir paralellik mevcut. Yalnızca bu paralelliğe bakarak bu olgular arasında neden-sonuç ilişkisi olduğu görüşüne hemen varmaya çalışmak ise bizi ciddi hatalara götürecektir. O halde, teknolojik gelişmelere ilişkin değerlendirmemizi daha sağlıklı yapmak için biraz başa saralım ve yine Kapital’den yararlanarak meta üretimine, metaların değişim değerine ve kapitalist üretim sürecinde teknolojik gelişmelerin etkilerine ilişkin kimi hatırlatmalar yapalım.
Piyasada değiş-tokuş (para karşılığı satış) için üretilen (hizmet de dahil) ürünlere meta denir. Bireyin kendisi için yaptığı üretimin yanı sıra örneğin kölelerin efendisi için üretmesi de meta sayılmaz. Yalnızca mübadele için yapılan üretim meta üretimidir. Ayrıca,üretim sürecinin çıktısının meta olarak adlandırılabilmesi için toplumsal bir kullanım değerine de sahip olması gerekir. Çünkü üreticisi dışında herhangi bir kullanım değerine sahip olmayan bir ürünü kimse satın almak istemeyecektir. Ancak kullanım değeri herhangi bir nicel(sayısal) karşılık barındırmaz. Metaların bir de değişim değeri vardır. Ürünün fiyatını belirleyen ana unsur olan değişim değeri fiyat ile bir ve aynı şey değildir. Fiyata etki eden şeyler arasında arz-talep dengesi, tekel rantı, devlet regülasyonu gibi unsurlar olabilir ve bunların sonucunda ürünün fiyatı değişim değerinin parasal karşılığının altında ya da üstünde olabilir. Metaların değişim değeri ise o metanın üretimi için gereken basit ortalama emek miktarı ile belirlenir. Emeğin daha nitelikli, yoğunlaştırılmış biçimleri ise basit ortalama emeğin çoğaltılmış bir hali olarak ifade edilebilir ve onun belirli bir miktarına toplumsal süreçle belirlenmiş bir oranla indirgenebilir. Kapitalist üretimde kâr, çoğu insan tarafından yanlış bilindiği üzere ürünü değerinden fazlaya satarak değil, ürünü değerine satarak elde edilir. Kârın temel kaynağı üretim sürecinde ortaya çıkan ve kapitalist tarafından el konulan artık değerdir. Artık değer (ya da artık emek) ürünlerin üretilmesi için gereken değerden (emek-zaman) işçilere bunun için ödenen değeri (gerekli emek) çıkararak bulunur. İşçinin emek gücünün değeri (asgari ücret, toplu sözleşme vb. gibi işçi sınıfı kazanımlarının yokluğunda) işçinin çalışmak, yaşamak ve neslini devam ettirmek için ihtiyacı olan metaların değeri tarafından belirlenir.1 Ücretlerin yükseltilmesinde yalnızca ekonomik mücadele sonucunda elde edilmiş kazanımlar değil siyasal mücadelelerin etkisi de pay sahibidir. İşçi sınıfı yalnızca ekonomik koşullarının iyileşmesi için mücadele etmiş olsaydı ve örneğin genel oy hakkına sahip olmasaydı, bugün çok daha kötü koşullarda yaşamaya mahkûm olurdu. Artık değer oranı artık emeğin gerekli emeğe bölünmesi ile bulunurken kâr oranı ise artık değerin toplam sermayeye oranı ile bulunur. Toplam sermaye ise emek gücüne ödenen ücret (değişir sermaye) ve hammadde, makine, kira vb. diğer giderlere ödenen bedelin (değişmez sermaye) toplamından oluşur.
Hem kavramların tam olarak anlaşılabilmesi hem de teknolojik gelişmelerin etkisini daha iyi anlayabilmek açısından bir örnekle devam edelim.2Örnek olarak web sitesini özellikle tercih ettik. Hem konumuzla ilgili ve güncel olsun hem de metanın illa masa, ekmek vb. gibi elle tutulur bir şey olmasının zorunlu olmadığı anlaşılsın diye. Teknolojik gelişmenin sonucunda denkleme dahil olacak olan “makine”nin yıpranma, eskime, modası geçme nedeniyle değer yitiminin yerine ise lisans ücretini tercih ettik. Böylece güncel olmayı sürdürürken aynı zamanda daha anlaşılır olmayı da hedefledik. Özgür yazılım konusunda hassas olan arkadaşlarımızın bize bu nedenle kızmayacağını varsayıyoruz. Gerçekte olduğunun aksine herhangi bir hammadde için ayrılacak gider ya da başka bir gider olmadan saati 1 liradan çalışan 4 işçinin (yazılımcının) 8’er saat çalışarak 16’şar lira değerde 4 tane web sitesi ürettiğini düşünelim. Bu üretim döngüsünde üretilen metaların değişim değeri 16 lira x 4 = 64 lira olacaktır. İşçilere toplamda 1 lira x 4 x 8 = 32 lira ücret (gerekli emek) ödendiğine göre, bu üretim döngüsünde sermayedarın elde ettiği kâr da (artık değer) 64-32=32 lira olacaktır. Artık değer oranı 32/32 yani %100 olurken, gerekli emek dışında herhangi bir gider olmadığı için bu örnekte kâr oranı da %100 olacaktır.
Şimdi web sitesi yapmayı kolaylaştıran (yani emek üretkenliğini artıran) yeni bir yazılımın üretildiğini, bu yazılımın kendisinin üretim sürecindeki artık değer ve kar oranının da %100 olduğunu düşünelim. Yani yazılımımız X emek gücü ile 2X değişim değeri üretiyor olsun. Üretkenlik artışı için çarpan katsayısı ise 4 olsun. Yani eskiden 4 işçinin yapabildiğini, şimdi bu yazılım sayesinde tek bir kişi ile yapılabilir hale geldiğini varsayalım. Yani 1 işçi artı 8 saatlik lisans ücreti ile yine 64 liralık web sitesi üretilebilir hale gelecektir. Yazılım kullanılmadan önce 32 lira ödendiğine göre lisans ücreti 24 liradan aşağı düştüğü andan itibaren bu yazılımı kullanmak kapitalist için mantıklı hale gelir.
Sayıları ve hesapları görünce dikkat kesilen ve eline kâğıt kalem almış olan okuyucu burada bir gariplik olduğunu fark edecektir. Çünkü mevcut artık değer oranına göre 24 liralık teknoloji gideri 12 saatlik emek gücü değerine, yani 8 saat çalışan 1,5 işçiye eş değerdir. Yani aynı işi başta 4 kişi yaparken bunun 2,5 kişiyle yapılabilir hale gelmesine, yani daha verimli olmasına rağmen kapitalistimiz yeni teknolojiye geçme gereği duymayacaktır. Kapitalistimiz için genel toplumsal verimlilik hesabı kâr getirmediği sürece önemsiz olacaktır. Buradaki 1,5 işçilik fark ise teknoloji ürününün üretim sürecini yöneten kapitalistin de artık değere el koymasından kaynaklanmaktadır. O halde şunu rahatlıkla ifade edebiliriz: Özel mülkiyet ve meta üretimi ortadan kaldırıldığında verimlilik sağlayan teknolojik gelişmelerin önündeki kapitalizm kaynaklı kârlılık kıstası engeli ortadan kalkacaktır. Ayrıca verimlilik sağlayıp sağlamadığına bakılmaksızın tehlikeli ancak zorunlu olan sektörlerdeki makineleşmenin artması da bu sayede sağlanabilir.3 Bu konuda çokça örnek verilen sektör, sık yaşanan “kaza”larla gündeme gelen ve kaza olmadığı halde dahi işçilerinin sağlığına ciddi zarar veren madencilik sektörü olur genelde. İlgi çekici ve görece daha yeni bir örnek ise çoğunlukla hayranlıkla izlenen yüksek yapıların (gökdelen) camlarını silme işidir. Bu yapılar çok ciddi ve değişken hızlarda rüzgâr aldığı ve tasarlanırken birbirilerinden farklı olmaları önemsendiği için hepsinde cam silme işini yürütecek makineler üretmek pek de kârlı değil. Buralarda çalışan cam silme işçileri ise yerden yüzlerce metre yükseklikte ciddi tehlike altında çalışmak zorunda.
Şimdi kapitalizme geri dönelim ve bu sefer de verimlilik artıran yazılımın 16 lira olduğunu, yani bir işçinin 8 saatlik emek gücü ile üretildiğini varsayalım. Yani kapitalistimiz artık 8 saatlik bir döngüde lisansa 16 lira, emek gücüne 8 lira öderken 64 liralık metanın sahibi olacak. O halde yeni kâr 64-(8+16) =40 lira olurken, artık değer oranı 40/8=%500 ve kâr oranı 40/24 = %167 olacaktır. Harika! Ancak bir noktaya kadar. Çünkü yeni teknoloji sayesinde web sitesi artık daha az emekle üretilebildiği için bir süre sonra ucuzlayacak ve üretimde gerekli ortalama emek gücünün değerini bulacaktır. Yani bir süre sonra 4 web sitesi (yazılım)16 + (emek zamanın değeri)16 = 32 lira etmeye başlayacaktır. Bu durumda artık değer oranı en baştaki oran olan 8/8=%100’e dönerken kâr oranı ise 8/24=%34’e düşmüş olacaktır. Kapitalistimiz sermayesinin ne kadarının işçiye ne kadarının teknolojiye gittiğiyle ilgilenmez. Dolayısıyla onun için artık değer oranı değil kâr oranı belirleyicidir. Teknolojik gelişme ise başta kâr oranını artırırken piyasanın dengeye gelmesinden itibaren bu oran ilk halinin de altına düşecektir.4 Bu durum Kapital’in üçüncü cildinde kâr oranının düşme eğilimi yasası olarak belirtilir. Ancak buradan kârın her daim düşmek zorunda olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Kapitalist bu eğilimle sürekli olarak savaşır. Kapitalist bu nedenle yüksek teknolojiye herkesten daha önce erişmeye ve işçi ücretlerini düşürmeye çalışmak gibi hedefleri kovalamaya daima mecburdur.
O halde şunu rahatlıkla iddia edebiliriz: Teknik gelişmelerin sonucunda eğer fabrikalar canlı emekten (yani değişir sermayeden) tamamen arındırılırsa buralarda artık değer üretilemez ve dolayısıyla kâr da elde edilemez. Kimileri bu önermeden hareketle kapitalizmde işçisiz fabrikaların tamamen imkânsız olduğunu iddia ediyor. Ancak nasıl verdiğimiz örnekteki kapitalist, işin sonunda kâr oranının düşecek olmasına rağmen teknolojik gelişmeden faydalanıyor ise; teknik olarak mümkün olması halinde herhangi bir kapitalistin (canlı emekten daha ucuza mal edilmesi kaydıyla) fabrikasını bu şekilde düzenlemekten imtina etmeyeceği açık. İlk önermeden hareketle şu sonuca varmak ise daha doğru olacaktır: Bir üretim biriminde tam otomasyonun hayata geçtiği koşulda; bu üretim biriminin işlevi yalnızca daha önce hammadde, makine ve yazılım üreten sektörlerde biriktirilmiş emek gücünün son ürüne herhangi bir değer katılmadan dönüştürülmesi yani döviz bürosu misali bozdurulması olabilir. Yani tam otomasyon (ilgili) sanayi burjuvasını tüccara dönüştürür.5 Tam otomatik fabrikalar, kendileri için kullanım değeri son ürünleri üretmek olan hammadde, makine ve yazılımı girdi olarak alır ve piyasada satılacak başka kullanım değerlerine dönüştürür. Ancak bu dönüşüm, altının kâğıt parayla takasına benzer. Girdilerin ve çıktıların toplam değişim değerleri bir ve aynıdır. Burada fabrika sahibinin kazancı hammadde, makine ve yazılımı üreten işletmelerin kârından aldığı pay ile belirlenir. Kârın kaynağı ve sınıf mücadelelerinin odağı otomatik fabrikalarda kullanılan makinelerin ve yazılımın üretildiği, geliştirildiği, test edildiği; yani ücretli emeğin sürdürüldüğü alana kayar.6 Bu geri dönülemez bir değişim değildir. Yeni teknolojinin hangi koşulda kapitalist tarafından mantıklı bulunacağına dair örneğimizi hatırlayalım. Eğer bilişim sektöründe üretilen ürünlerin değişim değeri belirli bir miktarın (emek gücüne ayrılan ücretten tasarruf miktarı) üzerine çıkarsa fabrikalar otomasyonu terk etme eğilimine girerler. Nitekim makineleşmenin yeni olduğu dönemde kimi fabrikalarda makine yerine çok daha ucuz olan çocuk işçiler tercih edilmiş ve bu sayede çok yüksek kârlar elde edilebilmiştir. Dolayısıyla bu sürece bilişim sektöründeki iş bölümünün artırılması ve bu alandaki emeği ucuzlatacak girişimlerin eşlik etmesi sonucunda gerçekleşecek büyük işçileşme dalgaları beklenebilir.7Bilişim sektörü, doğası gereği iş bölümünün derinleşmesine oldukça uygun bir alan. Bu anlamda birçok devletin hedefi olan toplumun çoğunu “teknoloji okur yazarı” haline getirme hedefi ortalama vasıfsız emeğin yeniden tanımlanması ve bu sektördeki ücretlerin düşürülmesi için de önemli bir anlam taşıyor. Başlarda tıpkı zanaatçıların ürünleri gibi tam ve çalışan programlar üreten yazılımcılar bugün programların yalnızca belirli bloklarını üretiyorlar. Bu durumun aynı yönde ve daha da derinleşerek ilerleyeceğini iddia edersek hata yapmış olmayız.
Otomasyonun olamayacağına ilişkin bir diğer önerme ise üretilen ürünlerin aynı zamanda tüketicisi konumundaki mevcut işçilerin işsiz kalmalarının metalara olan talebi düşüreceği yönünde. Buna verilecek geçici yanıt daha düşük ücretlerle henüz otomasyonla tanışmamış iş kollarına yönelme, evrensel temel gelir ya da borçlanma gibi mekanizmalar olabilir. Uzun vadede geçerli olacak olan ise Marx’ın Ücret Fiyat ve Kâr isimli broşürde benzer ama bu sefer tersten başka bir önermeye; işçilerin ücret mücadelesinin boşuna olduğu, çünkü eğer işçi ücretleri artarsa metaların da fiyatları artacağından işçilerin gereksinimlerinin daha pahalıya mal olacağını ve sonuçta hiçbir şeyin değişmeyeceğine yönelik iddiaya verdiği yanıta bakmak faydalı olacaktır. Benzer önermelere özellikle asgari ücretin tartışıldığı dönemlerde rastlıyoruz. Kısaca özetlemek gerekirse asgari ücret arttığında kârlarını korumak isteyen burjuvaların da tüm metaların fiyatlarını artırma eğiliminde olacağı doğru. Ancak piyasadaki tüm ürünler doğrudan işçilerin gereksinimleri için olanlardan ibaret değildir. Asgari ücretin artması lüks tüketime yönelik ürünlere talebin azalmasına, işçilerin çoğunlukla tükettiği ürünlerde ise talebin artmasına neden olur. Bu durum bir süre sonra işçilere yönelik ürünlerin daha fazla üretilmesi, lüks tüketim ürünlerinin ise daha az üretilmesine neden olacak, sonuç itibarı ile işçiler bu işten fayda sağlayacaktır. Bizim örneğimizde ise tam tersi geçerli. İşçi sınıfını vuracak kitlesel bir işsizlik dalgasının sonucunda emekçilerin çoğunlukla tükettiği ürünler daha az üretilir hale gelirken lüks tüketim için üretim tavan yapacaktır. Örneğin bu durumda daha az bebek bezi üretilirken, daha çok golf sahası inşa edilmesi beklenir. Yolcu uçağı üreten şirketler, özel uçak üretimine yönelirler. Yani işçi sınıfının bir bölümünün alım gücünün ortadan kalkması otomasyonun önünde kesin bir engel olarak değerlendirilemez.
Teknik gelişmelerden fayda sağlama konusuna geri dönecek olursak teknolojik gelişmeler sayesinde geçim araçlarının değeri de düşeceğinden işçi sınıfının alım gücünün artacağı, dolayısıyla bu durumdan fayda sağlayacağı iddia edilebilir. Ne var ki, emekçilerin ücretleri sabit olmadığından ve bu ücretin alt limiti geçim araçlarının değeri tarafından belirlendiğinden dolayı teknolojik gelişmelerin aynı zamanda ücretleri de düşürmesi beklenir. Gerçekte kapitalist toplumlarda emek üretkenliğini artıran her tür gelişme el koyulan artık emeğin karşılık geldiği niteliği büyütür. Yani Marx’ın ifadesi ile aylaklık edenlere(patronlara) fayda sağlar. Dolayısıyla yazının başında ele aldığımız paralellik bir nedensellik ilişkisi içermez. Gerçekte emekçilerin hayatlarını kolaylaştıran onların sınıf mücadelelerinde elde ettiği kazanımlardır. Asgari ücretle ve çalışma saatinin sınırları ile ilgili yasalar, sendika ve her türlü sınıf örgütlülüğü, genel oy hakkı nedeniyle burjuva olanlar dahil siyasal partilerin işçi sınıfına da seslenme zorunluluğu, işçi sınıfının iktidara geldiği ülkelerin yarattığı basınç gibi etkenler ücretlere artı yönde baskı yaparlar. Teknolojik gelişmeler ise üretilen ve burjuva tarafından el konulan zenginliği artırdığı ölçüde sınıf mücadeleleri sayesinde kazanılabilecek olan potansiyel zenginliği artırır. İşçi sınıfının bu potansiyelden faydalanıp faydalanamayacağı ise siyasal ve toplumsal mücadelelerin konusudur artık.
Notlar:
[1] Ücretlerin yükseltilmesinde yalnızca ekonomik mücadele sonucunda elde edilmiş kazanımlar değil siyasal mücadelelerin etkisi de pay sahibidir. İşçi sınıfı yalnızca ekonomik koşullarının iyileşmesi için mücadele etmiş olsaydı ve örneğin genel oy hakkına sahip olmasaydı, bugün çok daha kötü koşullarda yaşamaya mahkûm olurdu.
[2] Örnek olarak web sitesini özellikle tercih ettik. Hem konumuzla ilgili ve güncel olsun hem de metanın illa masa, ekmek vb. gibi elle tutulur bir şey olmasının zorunlu olmadığı anlaşılsın diye. Teknolojik gelişmenin sonucunda denkleme dahil olacak olan “makine”nin yıpranma, eskime, modası geçme nedeniyle değer yitiminin yerine ise lisans ücretini tercih ettik. Böylece güncel olmayı sürdürürken aynı zamanda daha anlaşılır olmayı da hedefledik. Özgür yazılım konusunda hassas olan arkadaşlarımızın bize bu nedenle kızmayacağını varsayıyoruz.
[3] Bu konuda çokça örnek verilen sektör, sık yaşanan “kaza”larla gündeme gelen ve kaza olmadığı halde dahi işçilerinin sağlığına ciddi zarar veren madencilik sektörü olur genelde. İlgi çekici ve görece daha yeni bir örnek ise çoğunlukla hayranlıkla izlenen yüksek yapıların (gökdelen) camlarını silme işidir. Bu yapılar çok ciddi ve değişken hızlarda rüzgâr aldığı ve tasarlanırken birbirilerinden farklı olmaları önemsendiği için hepsinde cam silme işini yürütecek makineler üretmek pek de kârlı değil. Buralarda çalışan cam silme işçileri ise yerden yüzlerce metre yükseklikte ciddi tehlike altında çalışmak zorunda.
[4] Bu durum Kapital’in üçüncü cildinde kâr oranının düşme eğilimi yasası olarak belirtilir. Ancak buradan kârın her daim düşmek zorunda olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Kapitalist bu eğilimle sürekli olarak savaşır. Kapitalist bu nedenle yüksek teknolojiye herkesten daha önce erişmeye ve işçi ücretlerini düşürmeye çalışmak gibi hedefleri kovalamaya daima mecburdur.
[5] Tam otomatik fabrikalar, kendileri için kullanım değeri son ürünleri üretmek olan hammadde, makine ve yazılımı girdi olarak alır ve piyasada satılacak başka kullanım değerlerine dönüştürür. Ancak bu dönüşüm, altının kâğıt parayla takasına benzer. Girdilerin ve çıktıların toplam değişim değerleri bir ve aynıdır. Burada fabrika sahibinin kazancı hammadde, makine ve yazılımı üreten işletmelerin kârından aldığı pay ile belirlenir.
[6] Bu geri dönülemez bir değişim değildir. Yeni teknolojinin hangi koşulda kapitalist tarafından mantıklı bulunacağına dair örneğimizi hatırlayalım. Eğer bilişim sektöründe üretilen ürünlerin değişim değeri belirli bir miktarın (emek gücüne ayrılan ücretten tasarruf miktarı) üzerine çıkarsa fabrikalar otomasyonu terk etme eğilimine girerler. Nitekim makineleşmenin yeni olduğu dönemde kimi fabrikalarda makine yerine çok daha ucuz olan çocuk işçiler tercih edilmiş ve bu sayede çok yüksek kârlar elde edilebilmiştir.
[7] Bilişim sektörü, doğası gereği iş bölümünün derinleşmesine oldukça uygun bir alan. Bu anlamda birçok devletin hedefi olan toplumun çoğunu “teknoloji okur yazarı” haline getirme hedefi ortalama vasıfsız emeğin yeniden tanımlanması ve bu sektördeki ücretlerin düşürülmesi için de önemli bir anlam taşıyor. Başlarda tıpkı zanaatçıların ürünleri gibi tam ve çalışan programlar üreten yazılımcılar bugün programların yalnızca belirli bloklarını üretiyorlar. Bu durumun aynı yönde ve daha da derinleşerek ilerleyeceğini iddia edersek hata yapmış olmayız.
Kaynakça:
Marx, K. (2012), “Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi Cilt: I”, (M. Selik, N. Satlıgan, Çev.). İstanbul: Yordam Kitap.
Marx, K. (2003), “Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Üçüncü Cilt”, (A. Bilgi, Çev.). Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. (2019), “Ücret, Fiyat ve Kâr”, (E. Özalp, Çev.). İstanbul: Yordam Kitap.