Libya Mutabakatı AKP’nin 10 yıldan uzun süredir sahip olduğu dış politika anlayışını aynı şekilde devam ettireceğini gösteriyor.
27 Kasım’da AKP hükümeti ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin mutabakat muhtırası imzalandı. AKP iktidarının Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilimde elini güçlendirme çabasının sonucu olan bu muhtıra, aynı zamanda askeri işbirliğine yönelik maddeler de içeriyor. Antlaşmanın imzalanmasında sonra vakit kaybetmeden Libya’ya asker gönderilmesine izin veren tezkereyi meclisten geçiren AKP, yıllardır yaptığı gibi Türkiye’yi yeniden bir maceraya sürükleyecek gibi gözüküyor. Dış politikasını ABD’nin tetikçiliğini ve İslamcı güçlerin hamiliğini yaparak bölgede güçlenme üzerine kuran AKP, Libya ile yaptığı anlaşma ile bu doğrultuda ısrarcı olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu yazıda AKP’nin dış politikasını, Libya ile imzalanan mutabakat üzerinden ve Arap Baharı ile Suriye’ye yönelik emperyalist saldırganlıkta oynadığı rolü de göz önünde bulundurarak bir kez daha incelemeye çalışacağız.
Doğu Akdeniz Krizi ve Libya Mutabakatı
Libya ile yapılan anlaşma, Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilimde Türkiye’nin içinde bulunduğu yalnızlıktan kurtulma çabasının bir sonucu kuşkusuz. 2010 yılı Aralık ayında Kıbrıs Cumhuriyeti (Güney Kıbrıs) ile İsrail arasında imzalanan Kıta Sahanlığı Antlaşması ve Güney Kıbrıs’ın karasularında sondaj çalışmalarına başlaması ile yükselen gerilimde AKP hükümeti, 2011 Eylül’ünde Kuzey Kıbrıs ile benzer bir anlaşma yaprak elini güçlendirmeye çalışmıştı. Kuzey Kıbrıs dışında, o dönem Mısır’da iktidarda olan Muhammed Mursi yönetimini kendi tarafında tutmaya çalışsa da, 2013 yılında Mısır’da İhvancıların (Müslüman Kardeşler) iktidardan düşmesi ve AKP’nin yeni yönetim ile bütün bağları koparması, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi tam bir yalnızlığa mahkum etti. Türkiye’yi Yunanistan-Mısır-İsrail-Güney Kıbrıs cephesi karşısında izole eden AKP, dış politikadaki başarısızlıklarına bir yenisini daha ekledi.
Libya ile yapılan mutabakat, AKP’nin dış politikada sergilediği mezhepçilik ve maceracılığın devamı niteliğinde. İç savaşın bütün şiddetiyle devam ettiği Libya’da, AKP’nin anlaşma yaptığı Fayez al-Sarraj başkanlığındaki UMH, BM tarafından tanınan hükümet olmasına ve ABD tarafından desteklenmesine1 Kuşkusuz ABD emperyalizmi her zamanki gibi, bir grubu desteklerken diğeriyle tamamen ilişkisini koparmayıp alternatiflere açık olduğunu gösteriyor. Ayrıca ABD’nin, Türkiye ile Libya Ulusal Hükümeti arasındaki anlaşmaya eleştirel yaklaştığını da belirtmekte yarar var. “Reuters’in haberine göre, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili, Trablus’taki Fayez al-Sarraj hükümetini desteklemeyi sürdürdüklerini, ancak çatışan taraflardan herhangi birinin safında yer almadıklarını ve bunu Libya’daki tüm taraflara ilettiklerini belirtti. Reuters’e konuşan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın söz konusu yetkilisi, Türkiye ile Libya hükümeti arasındaki Akdeniz sınırlarının belirlenmesi anlaşmasını ise ‘bölgedeki gerilimin azalmasına yardımcı olmayan provokatif bir hareket’ olarak tanımladı”. (http://www.diken.com.tr/abd-libya-ve-turkiye-arasindaki-deniz-siniri-anlasmasi-provokatif/) (Erişim Tarihi: 14.01.2020) rağmen General Halife Hafter komutasındaki Libya Ulusal Ordusu karşısında özellikle askeri alanda oldukça zayıf. Ülkenin yüzde 80’inin elinde bulunduran Rusya destekli Hafter, aylardır başkent Trablus’u almak için savaşıyordu. Türkiye ve Rusya’nın ortak çağrısıyla 12 Ocak’ta ilan edilen ateşkese kadar da Trablus’a doğru ilerlemesini sürdürdü. AKP’nin tezkereyi meclisten geçirmekte acele etmesinin en önemli nedeni de, UMH’nin askeri alandaki bu zayıflığı. Tezke- renin kabul edilmesinin ardından koordinasyon göreviyle Libya’ya 35 asker gönderildi.2 Ayşe Sayın, “Suriyeli muhalifler neden Libya’ya savaşmaya gidiyor?” 8 Ocak 2020, BBC Türkçe. Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-51029014 (Erişim Tarihi: 14.01.2020) Ayrıca Türkiye’nin güdümündeki Suriyeli muhalif grupların muharip güç olarak Libya’ya gönderildiği iddiaları da ortaya atıldı.3 Ece Göksedef, “Suriyeli muhalifler neden Libya’ya savaşmaya gidiyor?” 10 Ocak 2020, BBC Türkçe. Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-51068160 (Erişim Tarihi: 14.01.2020)
Bu noktada AKP’nin anlaşma imzaladığı ve iktidarda kalması için savaşı bile göze aldığı UMH’de ağırlığın İhvancılarda olduğunu belirtmek gerekiyor. Zaman zaman çeşitli gerilimler yaşasa da temelde her zaman ABD’nin çıkarlarına hizmet eden ve bölgede mezhepçiliği kaşıyarak güç elde etmeye çalışan AKP’nin İhvancı bir hükümeti desteklemesi şaşırtıcı değil. AKP, Arap Baharı’nın başlangıcından beri, emperyalizmin istekleriyle uyum içinde Ortadoğu’da şeriatçıların etkin bir güç olması için çaba harcıyor. Bu çabasında bazen ABD’den bile daha ısrarcı olabilen AKP’nin Arap Baharı ve Suriye’ye yönelik emperyalist saldırganlıktaki tutumunu özetlemek, onun dış politikadaki genel yaklaşımını vurgulamak için faydalı olabilir.
Arap Baharı’ndan Suriye Hezimetine
Bir önceki sayımızda da belirttiğimiz gibi AKP, son 10 yıldır bölgede ortaya çıkan boşluklara oynayarak güçlenmeye çalışan bir aktör konumunda.4 Zozan Baran, “Barış Pınarı ya da Suriye’de Hezeyan”, Devrim, Sayı: 1, Ocak 2020, s. 28-31. https://dsosyal.com/devrim/sayi-1/baris-pinari-ya-da-suriyede-hezeyan/ Emperyalist-kapitalist sistemin içinde bulunduğu ekonomik ve ideolojik kriz, Türkiye gibi emperyalist hiyerarşide orta sıralarda yer alan ülkelerin böyle hamlelerine olanak veriyor. Ahmet Davutoğlu’nun adına bağlanan kerameti kendinden menkul ‘Stratejik Derinlik’ ya da AKP’nin ironik bir şekilde ‘Komşularla Sıfır Sorun’ olarak adlandırdığı dış politika yaklaşımı, ABD’nin tetikçiliğini yaparak bölgede kazanımlar elde etmenin bir aracı olarak anlaşılmalı. 10 yıldır bu politikada köklü bir değişiklik yaşanmadı ve AKP iktidarı bölgede mezhepçiliği kaşımaya, kaostan ve kandan beslenmeye devam etti, ediyor.
2010 yılında Tunus’ta başlayan ve ülke emekçilerinin ekonomik ve toplumsal sıkıntılarının sonucu olan ayaklanmalar, kısa sürede birçok Arap ülkesine yayıldı. ABD emperyalizmi bölgeye müdahale etmekte zaman kaybetmedi. ABD’ye düşman ya da düşman olmamakla birlikte iktidarı tutmakta sorun yaşayan yönetimlerin yerine İslamcı iktidarları başa getirme hedefinin en büyük destekçisi AKP hükümeti oldu. AKP kendini bu projeye o kadar adamıştı ki, yakın zamana kadar iyi ilişkiler geliştirdiği Libya ve Suriye’ye kısa sürede düşman oldu. 2011 yılında işler ABD ve tetikçisi AKP’nin istediği şekilde gidiyor gibiydi. Mısır’da İhvan, Tunus’ta ise yine İhvan’ın Tunus kolu olan Nahda hareketi iktidarı aldı. Yine aynı yıl Libya lideri Kaddafi öldürüldü ve Suriye’ye sıçrayan ayaklanmalar iç savaşa dönüştü. Fakat kısa sürede rüzgar tersten esmeye başladı. 2013 yılında Mısır’da, 2014 yılında Tunus’ta Müslüman Kardeşler iktidardan düştü; Kaddafi’nin ölümüyle Libya büyük bir iç savaşa sürüklendi; Suriye’de ise Esad, kendi aleyhine olan koşulları Rusya ve İran ile kurduğu ittifak sayesinde tersine çevirdi ve nihayetinde iktidarını korumayı başardı. ABD, büyük bir emperyalist ülke olmanın gereği olarak değişen koşullara kısa sürede uyum sağladı ama diplomasiyi kabadayılık zanneden AKP kadroları aynı esnekliği sergileyemedi.5 AKP hükümeti savaş başladığından beri Suriye yönetimiyle resmi ilişki kurmazken ilk kez 13 Ocak’ta iki ülke istihbarat örgütleri düzeyinde resmen görüştü. Mursi’nin devrilmesinin ardından Mısır’la kopan ilişkileri tekrar kurmak için ise, böyle bir niyet yavaş yavaş dillendirilmeye başlasa da, bu yazı teslim edilene kadar herhangi bir adım atılmamıştı. https://www.birgun.net/haber/bir-u-donusu-de-misir-da-284062 (Erişim Tarihi: 17.01.2020)
AKP’nin dış politikada mezhepçi ve maceracı tutumunu en iyi gösteren örnek ise Suriye’deki savaşta yapılanlar oldu. Çatışmaların başladığı günden itibaren İslamcı çetelere silah yardımından sınır illerde hastane bakımına kadar her türlü yardımı sağlayan AKP, Suriye hükümetinin savaşı kazanacağı kesinleştiğinde bile geri adım atmadı. Alevi-Sünni çatışmasına yaslanarak Suriye pastasından pay kapmaya çalışan hükümetin bu ısrarı, sınır bölgelerde yaşayan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının can güvenliklerinin tehlikeye girmesi, zaten kötü olan ekonomiye yeni bir yük bindirilmesi ve bugün artık AKP’nin de altından kalkamadığı bir mülteci sorununun yaratılmasından başka bir işe yaramadı.
Tetikçi ve Maceracı
Kısaca özetlemeye çalıştığımız 10 yıllık AKP dış politikasında, zaman zaman ABD ile gerilimlerin yaşandığı bilinen bir gerçek. Fakat bu gerilimlerin herhangi bir Amerikan karşıtlığına dayanmadığını ve ABD liderliğindeki NATO’ya her alanda bağımlı olan AKP Türkiye’sinin zaten böyle karşı çıkışlar yapmasının mümkün olmadığını da tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor. İlişkilerin kopma noktasına gelecek kadar gerildiği dönemlerde bile, AKP’nin temel şikayeti, ABD’nin müttefiki Türkiye’ye haksızlık yaptığı yönünde oldu hep.6 Bunun tipik bir örneği için bkz. Mevlüt Çavuşoğlu, “America Has Chosen the Wrong Partner” (Amerika Yanlış Ortağı Seçti), 28 Ocak 2018. New York Times. Kaynak: https://www.nytimes.com/2018/01/28/opinion/us-turkey-syria-allies.html Bu olgu göz önüne alındığında, son birkaç yıldır dillendirilmeye başlanan ‘anti-emperyalist AKP’ iddialarının da ne kadar altı boş oldukları açıkça görülebilir.
AKP’nin ülke içinde de gittikçe azalan prestijini tazelemek için olsa gerek, anti-emperyalizm masalını uyduranlar, AKP Türkiye’si ile 20’ler ve 30’lar Türkiye’si arasında benzerlikler kurmaya başladılar. 15 Temmuz’dan sonra Mustafa Kemal’i hatırlayan AKP’lilerin ve cemaatin tasfiye edilmesinin ardından devlet kadrolarında yer edinmek için hükümete yaranmaya çalışan bazı grupların dillendirdiği bu iddia da, AKP’nin anti-emperyalist olduğu iddiası kadar dayanaksız. Böyle bir benzerliğin neden kurulamayacağından kısaca bahsederek yazımızı sonlandıracağız.
20’ler ve özellikle de 30’lar Türkiye’si ile AKP Türkiye’si arasındaki en önemli fark ekonomiye dair yaklaşımda ortaya çıkıyor. Savaştan çıkmış genç Cumhuriyet, sanayi, tarım ve hayvancılık alanlarında bir dizi kalkınma hamlesiyle çökmüş ekonomisini hızlıca toparladı. Cumhuriyet kadroları, bunu yaparken bağımsızlığın temelinde ekonomik bağımsızlık olduğunun bilinceydiler. AKP’nin ekonomi idaresinin bu yaklaşımın tam zıddında yer aldığını söylemek sanırım abartılı olmayacaktır. Yeni devlet işletmelerini kurulması şöyle dursun, var olan neredeyse bütün işletme ve tesislerin tekellere peşkeş çekildiği, tarım ve hayvancılığın çöktüğü, planlamanın p’sine bile rastlanmadığı, çevre yıkımı ve rant üzerinden inşaat sektörünün şişirildiği Türkiye ekonomisi, adı üstünde bir ‘rant ve yağma ekonomisi’ haline gelmiş durumda. Mustafa Kemal liderliğindeki Cumhuriyet ile AKP Türkiye’si arasındaki ikinci temel fark, iki dönemdeki dış politika anlayışlarının farklılığı. İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında bir denge politikası gözeterek bağımsızlığını güçlendirmeye çalışan ve ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ sözüyle özetlenebilecek barışçıl bir dış siyaset izleyen genç Cumhuriyet’in aksine AKP, hem göbekten bağlı olduğu ABD’nin tetikçiliğini yapmaktan bir an bile vazgeçmiyor, hem de maceracılığıyla Türkiye ve bölge halklarına yıkım getiriyor.
Toparlarsak, Libya Mutabakatı AKP’nin 10 yıldan uzun süredir sahip olduğu dış politika anlayışını aynı şekilde devam ettireceğini gösteriyor. ABD’nin tetikçiliğine soyunarak ve bölgede mezhep çatışmalarından beslenerek güç kazanmaya çalışan AKP hükümeti, pervasızlığıyla hem Türkiye hem de bölge halklarına büyük zararlar veriyor. Kurtuluş ise, her zaman söylediğimiz gibi, bölgede emperyalizme ve gericiliğe karşı direnişin büyümesinden ve bu direnişin öncülüğünü sosyalistlerin almasından geçiyor.
Notlar:
[1] Kuşkusuz ABD emperyalizmi her zamanki gibi, bir grubu desteklerken diğeriyle tamamen ilişkisini koparmayıp alternatiflere açık olduğunu gösteriyor. Ayrıca ABD’nin, Türkiye ile Libya Ulusal Hükümeti arasındaki anlaşmaya eleştirel yaklaştığını da belirtmekte yarar var. “Reuters’in haberine göre, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili, Trablus’taki Fayez al-Sarraj hükümetini desteklemeyi sürdürdüklerini, ancak çatışan taraflardan herhangi birinin safında yer almadıklarını ve bunu Libya’daki tüm taraflara ilettiklerini belirtti. Reuters’e konuşan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın söz konusu yetkilisi, Türkiye ile Libya hükümeti arasındaki Akdeniz sınırlarının belirlenmesi anlaşmasını ise ‘bölgedeki gerilimin azalmasına yardımcı olmayan provokatif bir hareket’ olarak tanımladı”. (http://www.diken.com.tr/abd-libya-ve-turkiye-arasindaki-deniz-siniri-anlasmasi-provokatif/) (Erişim Tarihi: 14.01.2020)
[2] Ayşe Sayın, “Suriyeli muhalifler neden Libya’ya savaşmaya gidiyor?” 8 Ocak 2020, BBC Türkçe. Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-51029014 (Erişim Tarihi: 14.01.2020)
[3] Ece Göksedef, “Suriyeli muhalifler neden Libya’ya savaşmaya gidiyor?” 10 Ocak 2020, BBC Türkçe. Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-51068160 (Erişim Tarihi: 14.01.2020)
[4] Zozan Baran, “Barış Pınarı ya da Suriye’de Hezeyan”, Devrim, Sayı: 1, Ocak 2020, s. 28-31. https://dsosyal.com/devrim/sayi-1/baris-pinari-ya-da-suriyede-hezeyan/
[5] AKP hükümeti savaş başladığından beri Suriye yönetimiyle resmi ilişki kurmazken ilk kez 13 Ocak’ta iki ülke istihbarat örgütleri düzeyinde resmen görüştü. Mursi’nin devrilmesinin ardından Mısır’la kopan ilişkileri tekrar kurmak için ise, böyle bir niyet yavaş yavaş dillendirilmeye başlasa da, bu yazı teslim edilene kadar herhangi bir adım atılmamıştı. https://www.birgun.net/haber/bir-u-donusu-de-misir-da-284062 (Erişim Tarihi: 17.01.2020)
[6] Bunun tipik bir örneği için bkz. Mevlüt Çavuşoğlu, “America Has Chosen the Wrong Partner” (Amerika Yanlış Ortağı Seçti), 28 Ocak 2018. New York Times. Kaynak: https://www.nytimes.com/2018/01/28/opinion/us-turkey-syria-allies.html