Sahte bilimler ve Vedik bilime eleştirel yaklaşımıyla tanınan Hint bilim tarihçisi Meera Nanda’nın Hindistan’da alternatif tıp değerlendirmesinin kısaltılmış halini Devrim dergisi okurlarıyla paylaşıyoruz.

Ayurvedik ilaçlar, özellikle mucizevi tedavi vaat edenler, fayda ve güvenilirlik hususunda bilimsel incelemeye tabi tutulmaya muhtaçlar.

Efsanevi şifacı ve Ayurveda’nın kadim kitabı Charaka Samhita’nın derleyicisi Charaka, konu üfürükçüler olunca sözünü sakınmıyor. Onlara “ölüm habercileri gibi ortalıkta dolanan… hekim kılığındaki sahtekârlar” diyor. Bu sahte doktorların “eski yazılardan, müdavi uygulamaların bilgi ve deneyiminden bihaber olmalarına rağmen eğitimsiz kişilerin önünde atıp tutmaya bayıldıklarını” söylüyor. Charaka, aklı başında hastalara “bu ilim gösterisi yapan aptal adamlardan uzak durmalarını” öğütlüyor.

Swami’nin Haridwar merkezli eczanesinde son yaşanan hatalı ilaç etiketleme olaylarının ve işçi sömürüsünün ortaya çıkışı büyük bir kargaşaya sebep oldu. Ancak bütün bu gürültü patırtı sadece Ramdev değil bütün geleneksel ve alternatif ilaçlar hakkında sorulması gereken gerçek soruları bastırıyor: Bu ilaçlar tedavi vaat ettikleri hastalıkların tedavisinde ne kadar etkililer? Tıbbi iddiaları, titizlikle yürütülen klinik testleri geçebiliyor mu? Şişenin üzerindeki etiket “vejetaryen” ya da “vejetaryen olmayan” tüm içerikleri gösterse dahi bu ilaçlar bilimsel araştırmanın modern standartlarıyla değerlendirildiğinde güvenilir ve faydalı bulunurlar mı şüpheli.

Ünlü Ramdev-Brinda Karat tartışmasında yaşananlar herkesçe bilinir. Nisan 2005’te Swami Ramdev’in Divya Yoga Mandir Trust isimli şirketi düşük maaşları ve çok kötü çalışma koşullarını protesto eden 115 işçiyi kovmuştu. İşçiler insan kafataslarını ve kemiklerini, samur testislerini ve antilop boynuzlarını elle toplayıp öğütmeye zorlanmaktan şikayetçiydi – aralarındaki Brahma rahipleri bunun “kirletici” olduğunu düşünüyordu. Bu şikayetlerin üzerine Hindistan Komünist Partisi (Marksist) Siyasi Büro üyesi ve milletvekili Brinda Karat, epilepsi ve cinsel yetersizliğe iyi geldiği söylenen iki formülasyonun örneklerini test için ilgili hükümet yetkililerine gönderdi. Ocak 2006’da sonuçlar pozitif çıktı: Örneklerin insan ve hayvan DNA’sı içerdiği ortaya çıktı. Swami’nin “bitkisel ilaçları” pek de bitkisel olmayan bir şey sunuyordu.

Bundan sonra olanlar adeta dikkatle izlenmesi gereken bir gösteriydi. İlginçtir, ABD’de (Hindistan’da değil) sattığı kızartmalarda eser miktarda dana eti çeşnisi bulunduğu tespit edildiği için Mumbai’deki McDonald’s restoranlarına saldıran Swadeshi-Hindutva-vejetaryen çetesi, fırınlanmış ve toz haline getirilmiş insan kafatası içeren hapları yutmakta bir sakınca görmüyordu. Aynı şekilde ilginç olarak Ramdev ve yandaşlarının nihayetinde Brinda Karat, komünistler ve diğer sol grupları Batılı ilaç şirketlerinin kuklaları, Hinduizmin ve milletin düşmanları olarak etiketlemeleriydi.

Ramdev ve yandaşları kendi şüpheli üretim ve pazarlama uygulamaları hakkındaki soruları yanıtlamak bir yana, Karat ve müttefiklerini yargı önüne çıkarmayı başardı. Tartışma bütünüyle milletin ve geleneklerinin savunusu çerçevesinde kuruldu ve Swami Ramdev’in yoga ve Ayurvedik ilaç markası Divya’yla ilgili tıbbi iddialarının nesnelliğine dair tüm soruların önü kapatıldı.

Sonunda, Swami yalnızca ilaçlarındaki vejetaryen olmayan içerikleri açıkça göstermediği için kınandı. Ancak toplumsal hiddeti besleyen daha büyük sorun– yani Ayurvedik formülasyonlarda insan ve diğer hayvansal ürünlerin kullanımının uygunluğu – özelinde Ramdev gelenek açısından kazanan tarafta kalıyordu.
Ayurvedik gelenek hayvandan da, bitkiden de, topraktan da (mineraller kast ediliyor) gelseler, uygun bir yolla ve belirli amaçlarla uygulandıkları sürece bütün maddeleri ilaç olarak kabul eder. Kadim hekimler, ilaç karışımlarında şu malzemelerin kullanımını öneriyordu: Çeşitli hayvanlardan elde edilen safra, vücut yağı, ilik, kan, et, dışkı, idrar, deri, meni, tendon, boynuz, tırnak, toynak, kıl, tüy ve pigment. Bu durum, benzer benzeri besler şeklindeki Ayurvedik felsefenin mantıksal sonucuydu: Et eti besler, kan kanı, yağ yağı, kıkırdak kemiği, meni meniyi, yumurta fetüsü, vb.

Çeşitli Ayurveda klasikleri hayvansal ürünlerin serbestçe kullanıldığı muhtelif ilaç tedavileri öneriyor; örneğin epilepsi tedavisi için sade yağda pişirilmiş inek idrarı, ülsere deva olarak kafatası kemiği ve inek idrarı karışımı ve Charaka Samhita’nın deyişiyle “burun iltihapı, düzensiz ateş, kuru öksürük, halsizlik, sindirim bozukluğu ve kas zayıflaması için” sığır eti. Çağdaş Ayurvedik ilaçlarda düzenli – ve yasal – olarak 75 hayvansal içerik kullanılıyor.

Bu hâlde Swami Ramdev, insan ve hayvan vücut parçalarını kullanmakla değil, bu içeriklerin gizlenmesi sebebiyle suçlanabilir. Bu şeffaflık problemi maruz kaldıkları ilaçlara nelerin girdiğini bilmek isteyen tüketiciler için değersiz bir mesele değil. Karat ve Divya Yoga Tröst işçileri şüphesiz önemli bir konuyu açıklığa kavuşturdular.

Ancak doğru etiketleme, Ayurvedik tedavilerin tıbbi iddialarının ciddiyetle soruşturulmasında son değil, başlangıç olmalıydı.

Bir mucize olup Hindistan’daki 361.881 lisanslı Ayurvedik doktorun tamamının şeffaflık ve iyi üretim pratikleri gerektiren yasaya uyduklarını hayal edelim. Tüm yasal boşlukların ortadan kaldırıldığını ve ihracata ya da ülke içi satışa yönelik tüm Ayurvedik ilaçların hangi geleneksel reçeteye göre yapıldıkları, son kullanma tarihleri, parti numaraları, riskleri ve yan etkileri, tüm bitkisel içeriklerinin geleneksel ve botanik isimleri, hayvansal ve mineral içeriklerin isimleri ve miktarlarıyla detaylı bilgileri mevcut.

Bütün bunlar Ayurvedik ilaçların etkisi ve güvenilirliğini garanti etmek için yeterli mi? Geleneksel reçetelere doğrulukla sadık kalmak işe yarayan ilaçlar üretir mi? Geleneksel Ayurvedik kitaplara göre seçilen içerikler ve metotlar titiz laboratuvar testlerine ve klinik testlere tabi tutulmadıkça salt şeffaflık ve iyi üretim teknikleri bunların hiçbirini sağlamaz.

Ayurveda’nın temel prensiplerini nesnel bir şekilde kavramadan ve Ayurveda’nın kadim reçetelerinin titiz ve kontrollü testleri yapılmadan bunların olası yararlarının yanında pek çok tehlikesini ve yetersizliğini samimiyetle yeniden üretme hatasına düşebiliriz.

Kadim geleneklerimizi tasdik etmeye yönelik bu heves, geleneksel bilimler üzerinde yürütülen araştırmalarda derin ve yaygın bir doğrulama sapmasına yol açtı. Başka bir deyişle, Ayurvedik araştırmacıları yalnızca mevcut inançlarını tasdik eden neyse onu arayıp tespit ederken inançlarıyla çelişen kanıtları ya araştırmıyorlar ya yok sayıyorlar ya da örtbas ediyorlar. Dahası, Hint entelektüeller ve bilim insanları, modern biyolojideki gelişmelerle geleneksel beden ve hastalık mefhumları arasında gerçek dışı benzerlikler kurmaya fazlasıyla hazırdı.

Yıllarca süren bu tarz savunu araştırması büyük bir sorun yarattı. Sorun, geleneksel tıbbi formül ve reçetelerin bugün mevcut olan en iyi bilimsel bilgi, metodoloji ve aletlerin kullanıldığı sistematik bir teste tabi tutulmamış olması. Hastalıkları tedavi etmeye yönelik iddiaları bütünüyle geleneksel ilme, anekdotsal kanıta ve guruların otoritesine dayanıyor.

Sonuç olarak, pek çok işe yaramaz, hatta zararlı kimyasallar, teşhis yöntemleri ve işlemler hala reçete ediliyor. Daha kötüsü, bunların birçoğu sanki modern bilim ve tıptaki gelişmelerle doğrulanmış gibi sunuluyor. Bilimsel ve Endüstriyel Araştırmalar Konseyi Direktörü Dr. R.A Mashelkar’ın ünlü “Altın Üçgen” konuşmasında (geleneksel tıp, modern tıp ve modern bilim arasında inşa edilecek altın üçgen hakkındaki konuşması) tavsiye ettiği gibi, geleneksel Hint tıbbında neyin işe yarayıp neyin yaramadığını, neyin sağlıklı neyin zararlı, neyin ölü neyin diri olduğunu rasyonel olarak anlayabilmek için Ayurvedik ürünleri “kırpmak” gerekiyor.

Swami Ramdev’in altın bhasma isimli hapı için büyük iddiaları var. Yauvanamrata Vati’nin bir parçası olarak düşünüldüğünde cinsel yetersizliği tedavi etmesi gerekirken tek başına ele alındığında “verem, kronik ateş ve sinirsel dermansızlığa karşı mucizevi etkide bulunduğu,” “zehirlenme…gut hastalığı, kala-azar ateşi ve sıtma ateşi” vakalarında yararlı olduğu ve kanı temizleyip toksinlerin atılmasını sağladığı düşünülüyor. Bunların yanında kanı arındırması ve zehirli maddeleri yok etmesi de gerekiyor. İçeriğindeki altın bu hapları aşırı derecede pahalılaştırıyor: Divya Yuavanamrata beş gramını 210 Yupi’ye (17,5 TL) satarken Divya Swarna Bhasam’ın bir gramı 1600 Yupi (133 TL). (Divya İlaç’ın elmaslardan yaptığı ve daha pahalıya, bir gramını 2000 Yupi’ye (166,5 TL) sattığı bir hapı var. ‘Heerak Bhasam’ isimli bu hapın kanseri iyileştirdiği düşünülüyor).

Sorun, bu iddiaların hiçbirinin uygun biçimde toplanıp test edilmiş bilimsel bulgularla kanıtlanmamış olması. Charaka Samhita’nın diğer beş metal (gümüş, bakır, kurşun, kalay ve demir) ve arsenik, antimon, kum, kireç ve kırmızı kalker gibi minerallerle birlikte altın kullanımını önerdiği doğru. Altını ahlaksızlıkla bir tutan Tantra simyasının Ayurveda üzerinde etki bıraktığı da doğru. Ve eğer hiçbir şifaları yoksa zamana nasıl dayandıklarını açıklamak güç olacağı için bu karmaşık bitki- mineral bhasamlarının yüzyıllar içinde iyileştirici bir etkilerinin olduğu kanısına varmak da makul.

Fakat elimizdeki tek şey bu geleneksel ilim. Bu iddiaları destekleyen klinik bir bulgu yok. Altının modern tıpta iyi yapılandırılmış tek kullanımı, klinik çalışmaların yapılandırabildiği kadarıyla, romatizmal eklem iltihabı tedavisinde gerçekleşiyor. Bu yazı için de danışılan Haydarabad’daki Kottakkal Arya Vaidya Sala Ajansı’ndan Ayurvedik hekim Dr. P. Viswanathan ise şöyle diyor: “Altın bhasamlar otoimmün hastalıkları için yararlı. Altın modern tıpta eklem iltihabı için de kullanılmakta. Bence altın bhasamın tüberküloz gibi hastalıkları tedavi ettiği iddialarının gerçekliği yok. Altın bhasamın cinsel güç için kullanımının da yalnızca pazarlama stratejisi olduğunu düşünüyorum.”

Altın bhasam bizi sıradaki sorunla karşı karşıya bırakıyor: Ağır metaller. 2004’te Amerikan Tıp Kurumu Dergisi’nde [Journal of American Medical Association (JAMA)] yayımlanmış bir çalışma Hindistan’da üretilip Amerika’da satılan Ayurvedik karışımlarının %20’sinde kayda değer miktarda cıva, kurşun ve arsenik gibi ağır metaller bulmuştu (Tablo 1). Toplanan örneğin %64’ünün kayda değer miktarlarda cıva, aresenik ve kadmiyum içerdiği tespit edilen Hindistan’da durum çok daha kötü.

JAMA raporu tarafından yapılan kötü reklamın ardından Hindistan hükümeti ihraç malı niteliğindeki bütün ilaçların ağır metal içeriklerinin kabul edilir sınırda olduğunun belgelendirilmesini istedi. İşin garip tarafı, iç tüketim için üretilen haplar, en azından bunları test etmek için daha fazla laboratuvar kuruluncaya kadar bu zorunluluktan muaf tutuldu.

Ayurvedik karışımlarda toksik ağır metal varlığı şaşırtıcı değil. Tantra ve Siddha simyasında olduğu gibi Ayurveda’da da tıbbi amaçlar için kurşun ve altın tüketimi eski bir gelenek. Charaka ve Susurta Samitha, cıva kullanımına sadece harici kullanımlar izin veriyor. Vagbhatta (MS 6-7.yüzyıl) cıvanın tedavi edici amaçla dahili kullanımlarını öneriyor. 13. yüzyıl sonlarında Hindistan’ı ziyaret eden İtalyan gezgin Marco Polo, söylendiğine göre uzun ve sağlıklı yaşamın sırrını cıva ve sülfürden yapılan bir içecekte bulan yogilerle tanışmış. Hindistan’ı 17. yüzyıl sonlarında ziyaret eden Fransız gezgin François Bernier, arkasında sıhhi amaçlar için altın yapmayı ve cıvayı hazırlamayı bilen Hindu din adamlarıyla ilgili bir bırakmıştır. Marco Polo ve Bernier’in gözlemlediği bu Siddha simya geleneğinde cıva ve altın, ahlaksızlık verebilen hayat iksirleri olarak görülüyordu. Ayurvedik gelenek zamanla bu simyacı fikirleri kapsadı. Bhasamların karmaşık yapım süreçleri cıva, altın, arsenik, kurşun ve değerli taşların öncelikle bitkisel özlerde art arda ısıtılıp soğutularak saflaştırılması (sodhana işlemi) ve ardından bitkilerle öğütülüp ve kapalı toprak kaplarda tezek yakılarak ısıtılmasından (bhasmikaran işlemi) tedricen evrildi.

Sadece antik Ayurvedik formüllere bağlı kalmak güvenilirlik temin etmiyor. Bu kadim işlemlerin dayandığı temel kavram ve süreçler ciddi deneysel incelemeye tabi tutulmalı.

Son bir örnek olarak Swami Ramdev’in “A’dan Z’ye bütün hastalıklar” için mucizevi şifa parnayam reçetesine bir bakalım. Ramdev bulaşıcı hastalıklar (kolera, cüzzam, frengi), hormonal bozukluklar (diyabet, tiroit bozuklukları) ve karmaşık, hayati tehlikesi bulunan, sistemik kalp, karaciğer, böbrek, beyin ve üreme sistemi hastalıkları dahil 260 civarı rahatsızlıktan söz ediyor. Yalnızca yoga ve parnayam (derin nefes egzersizleri) ile bütün bu rahatsızlıkların “tamamen” tedavi edilebileceğini vaat ediyor. 2004-2005 boyunca düzenli olarak organize ettiği “yoga-bilim” kamplarındaki hastalarda yalnızca sekiz gün yoga ve parnayam ile kan şekeri, tansiyon, kolestrol ve trigliserid değerleri, akciğer fonksiyonu ve obezitede kayda değer düzelme görüldüğünü iddia ediyor.

Yoganın inkâr edilemeyecek faydaları var. Ancak diyabeti iyileştirmek? Bulaşıcı hastalıkları iyileştirmek? Bu iddialar için hiç güvenilir bilimsel bir kanıt yok. Hakemli medikal literatürde yoganın tespit edilen tek faydası hipertansiyonu azaltmak (o da aerobik egzersizler ve çok düşük yağlı diyetlerle tamamlandığı zaman). Ayrıca astım ve karpal tünel sendromunda (el ve bileği etkileyen bir rahatsızlık) marjinal ve kısa süreli iyileşme sağladığını gösteren bazı raporlar var. Yoganın güç ve esnekliği geliştirdiği de kanıtlandı, fakat yürüyüş dahil diğer fiziksel egzersizlerden daha fazla değil.

Ramdev’in “mucizevi tedavi” iddialarına güvenilebilir mi? “Bilimsel kanıtı” klinik testlerin en düşük standartlarını bile karşılamıyor. Ama kanıtta kalite düşüklüğü Ayurveda tartışmalarında neredeyse konu dışı. Swami Ramdev’in tedavilerine inananların çoğunluğu arkadaşlarından, akrabalarından ve televizyonda konuşan insanlardan duydukları anekdot ve kişisel hikayelerle ikna oluyor gibi.

Ancak anekdotsal kanıt ve şahsi beyanlara çok fazla güvenilemez. Dr. C. Viswanathan’ın açıkladığı üzere, sadece beyanlarla hareket edilirse bütün mucizelerin gerçekleştiğini kabul etmemiz gerekecektir. Nihayetinde sadece duayla her şeyin tedavi olduğunu söyleyen pek çok insan var. Dr. C. Viswanathan’a göre anekdotsal kanıtın sorunu, çoğu zaman hastaların ve doktorların hastalığın doğal seyrine aşina olmayıp doğalında gerçekleşecek olan bir “iyileşme” için belirli bir tedavi yöntemine temelsiz bir itibar göstermeleri. Dahası, tıp biliminde şu çok kabul görmüş bir gerçek: Bir tedavi işe yaramadığında bile insanların semptomları tekrar değerlendirmelerini ve bunları daha az şiddetli hissetmelerini sağlıyor (Bu sebeple klinik testlere sahte tedavi ya da plasebo alanlar da dahil ediliyor).

İnsanların daha iyi hissettikleri beyanına dayalı anekdotsal kanıt, Ayurveda veya başka herhangi bir tıbbın “bilimsel” tasdiki için yeterli temeli sağlayamıyor.

Yoga ve Ayurveda’nın “mükemmel” ve ”en yüce” bilim olduğuna dair çok iddia duyduk. Artık zaman, bu kadim bilimlere bugün anladığımız şekliyle tıbbi ve biyolojik testler uygulamamızın zamanı.

Sona doğru gelirken Maricia Angell ve Jerome Kassirer’in New England Tıp Dergisi’nde (New England Journal of Medicine) yer alan 1998 tarihli ünlü başyazılarındaki bilgece sözlerini akılda tutmakta fayda var:

“Geleneksel ve alternatif şeklinde iki tür tıp olamaz. Yalnızca layığıyla test edilmiş ve edilmemiş tıp, işe yarayan ve yarama ihtimali olan veya olmayan tıp vardır. Alternatif tedaviler, geleneksel tedavilere uygulanandan daha az titiz olmayan testlere tabi tutulmalıdır.”

Charaka bu fikre kesinlikle katılırdı. Sonuçta, şifacı meslektaşlarına “bilgiye ulaşmak için çabalamayı” öğütleyen Charaka’ydı: “ Tıp biliminin sonu yok. Bu sebeple, özenle kendinizi ona adamalısınız. Yeterli bilgiye sahip olsanız da bununla övünmemelisiniz.”

Çeviri: Ezgi Cengiz

* Yazının orijinali, “Ayurveda Under the Scanner” başlığıyla Frontline dergisinin 21 Nisan 2006 tarihli nüshasında yayımlanmıştır. Türkiye’de sahte bilimler ve aşı karşıtlığı korkutucu bir hızla yayılırken söz konusu olgunun bize görece uzak bir coğrafyadaki örneğini kısaltarak aktarmayı uygun bulduk. Çeviri içerikler, Devrim dergisinin yayın politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.

Döviz ile destek olmak için Patreon üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Türk Lirasıyla destek olmak için Kreosus üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Devrim dergisini dijital ya da basılı olarak edinmek, abone olmak için Shopier’daki mağazamıza göz atabilirsiniz.
Meera Nanda
Author