Yüksek işsizliğe ve yüzde 10’lar seviyesinde kalıcı hale gelen enflasyona, azalan reel ücretler eklendiğinde, önümüzdeki yıllar geçim dertlerinin arttığı, Korkut Boratav’ın ifadesiyle “toplumsal bunalım” yaşanan bir dönem olacak.
Korkut Boratav, Türkiye ekonomisinde 2018-2019 döneminde yaşanan krizi dört aşamaya ayırıyor: güven bunalımı – döviz krizi – ekonomik kriz – toplumsal bunalım.
Bu satırların yazıldığı Aralık 2019 itibarıyla, Boratav’ın sıraladığı aşamalardan dördüncüsü olan “toplumsal bunalım” aşamasındayız. Milli gelirin küçülmesi anlamında 9 ay süren “ekonomik kriz” aşamasının ardından, düşük büyüme ve kronik yüksek işsizliğin damga vurması beklenen bir döneme girmiş bulunuyoruz.
“Toplumsal bunalım” kavramını açmadan önce ekonominin nasıl krize sürüklendiğini kısaca hatırlayalım…
Krizin Öyküsü
Dış sermaye akımlarına ve ithal girdiye aşırı bağımlı olan Türkiye ekonomisinin yükseliş ve düşüş dönemleri, dünyadaki sıcak para ve sermaye akımlarının seyriyle doğrudan ilişkili. Son kriz de bu ilişkiyi teyit ediyor. 2008’de ABD’de başlayan küresel finans krizinin ardından 2009’da Türkiye ekonomisi yüzde 4,7 oranında küçülmüştü. Finansal kriz sonrasında ABD başta olmak üzere gelişmiş ülke merkez bankalarının faizleri rekor düzeyde düşürmesi ve tahvil alımları yoluyla piyasaya para akıtması, Türkiye gibi çevre ekonomiler açısından da “ucuz ve bol para” döneminin kapılarını açmış, ekonomi tekrar yüksek büyüme yoluna girmişti. Dünyada bollaşan sıcak para akımları, Türkiye’deki rejim değişiminin finansmanını da sağlamıştı. Ancak 2013’ten itibaren ABD Merkez Bankası’nın (Fed) parasal genişleme dönemini sona erdirmesi ve 2015’te yedi yıl aradan sonra ilk kez faiz artırması, Türkiye için alarm zillerinin çalmasına neden olmuştu. 2010-2017 döneminde inşaata 551 milyar dolar kaynak ayıran ve ithalata bağımlı büyüme modeli nedeniyle 2017’de milli gelirin yüzde 5.5’i oranında cari açık veren Türkiye ekonomisi, alarm zillerini duymazdan geldi. Rejim inşası açısından kritik 2014-2018 dönemecinde üst üste gelen seçimleri kazanmak ve hakim sermaye gruplarının büyümesini sürdürmek için, ekonomiyi fazla ısındırma riski göze alındı.
Göbekten bağımlı olunan uluslararası finans kapitalin (IMF, Dünya Bankası, ABD ve Londra merkezli büyük bankalar ve kredi derecelendirme kuruluşları), “frene basın, harcamaları kısın, faizleri yükseltin” uyarıları dikkate alınmadı ve Nisan 2018 itibarıyla başlayan “güven bunalımı”, Ağustos 2018’de “döviz krizini” tetikledi. 2018’de 3,78 seviyesinde başlayan dolar/TL kuru, Ağustos’ta 7,23’e yükseldi. Enflasyon yüzde 25’i gördü, birçok temel üründe fiyatlar katlandı, 221 milyar dolar döviz açığı olan (bir başka ifadeyle, döviz borcu döviz varlığından 221 milyar dolar fazla olan) finans dışı kesimin bilançoları bozuldu, binlerce firma borçlarını çeviremeyerek mahkemelere konkordato başvurusu yaptı, bankaların batık kredi oranı yüzde 6’ya yaklaştı, henüz batık olarak sınıflandırılmayan ancak geri ödemelerinde sorun olan (ya da daha doğru bir tanımla “yüzdürülen”) kredi oranı yüzde yüzde 10’u aştı ve en kötüsü işsizlik dar tanımıyla yüzde 14, geniş tanımıyla yüzde 20’ye dayandı. Ekim 2018-Haziran 2019 döneminde ekonomi yüzde 2,2 oranında küçüldü. Bu süreçte yatırımlardaki düşüş yüzde 15,7’yi, özel tüketimdeki düşüş yüzde 4,6’yı buldu. 2017’nin Ağustos-Aralık döneminde Türkiye’ye net 18 milyar dolarlık sermaye girişi olurken, 2019’un aynı döneminde nette 10,8 milyar dolarlık çıkış kaydedildi.
Merkez Bankası’nın (TCMB) faizleri Eylül 2018’de yüzde 24’e yükseltmesi ve Temmuz 2019’a kadar bu seviyede tutması, ekonominin küçüldüğü Ekim 2018-Haziran 2019 döneminde ithalatın Ekim 2017-Haziran 2018 dönemine yüzde 23,5 azaltılması ve TL’nin değer kaybının ihracat ve turizm gelirlerini artırmasına bağlı olarak döviz ihtiyacının azalmasıyla döviz krizi (bir süreliğine) kontrol altına alınırken, 2019’un üçüncü çeyreği itibarıyla yüzde 0,9’luk büyüme ile milli gelirin küçülmesi anlamında ekonomik kriz aşaması (şimdilik) geride bırakıldı. Ekonomik kriz aşamasının başlangıcı gibi sona ermesinde de küresel finansal ortam etkili oldu. 2018 sonu ve 2019 başında faiz oranlarını artırma ve bilançosunu küçültme adımları atan ABD Merkez Bankası, ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarının küresel ekonomiyi yavaşlatması ve küresel kriz olasılığının artması nedeniyle, finans piyasalarının da büyük baskısıyla faizleri tekrar düşürme ve bilançoyu tekrar büyütme yoluna geri döndü. Nitekim Avrupa Merkez Bankası’ndan da parasal genişleme adımı geldi. Bu da, TCMB’nin 2019’un Temmuz-Aralık döneminde faizleri 12 tam puan birden indirmesinin, hem havuç hem de sopa kullanılarak bankalardaki kredi daralması döneminin sona erdirilip kredi büyümesinin başlamasının önünü açtı.
2020’den itibaren, dünyadaki konjonktürden de destek alınarak, tüketime, betona, ithalata ve borca dayalı büyüme modeli sürdürülmeye çalışılacak. Kanal İstanbul projesinin tekrar gündeme gelmesini de bu modelde ısrar edileceğinin göstergesi olarak ele alabiliriz. Resmi takvime göre 2023’te yapılacak olan ancak erkene alınması ihtimali hiç de az olmayan seçim dönemine kadar, daha önce yürünen yolda yürünmeye çalışılacak.
7.2 Milyon İşsiz
Şimdi gelelim krizin “toplumsal bunalım” aşamasına…
Uluslararası finans kapitalin temsilcileri, 2018 krizinin ardından Türkiye ekonomisinin potansiyel büyüme oranının yüzde 5’ten yüzde 3’e düştüğünü belirtiyor. Yüksek büyüme dönemlerinde bile yüzde 10’un altına düşmeyen ve yeterli istihdam üretmeyen Türkiye ekonomisinde, işsizliğin aynı seviyede kalması için bile yüzde 5 büyümesi gerekirken, önümüzdeki dönemde yıllık yüzde 3’lük büyüme, zaten yüksek olan işsizliği daha yakıcı bir sorun haline getirecek. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Eylül 2018’de yüzde 11,4 olan dar tanımlı işsizlik oranı, Eylül 2019’da yüzde 13,8’e yükselmiş durumda.
TÜİK, iş aramak için son 4 hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve 2 hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan 15 ve daha yukarı yaştaki kişileri işsiz olarak tanımlıyor. Bu rakama, iş bulma ümidi kalmadığı için son 4 haftada iş aramamış ancak iş bulursa çalışmaya hazır olanlar da eklendiğinde elde edilen geniş tanımlı işsiz sayısı, krizin başladığı ay olan Eylül 2018’de 6 milyon 362 bin iken Eylül 2019’da 7 milyon 199 bine, geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 20’ye yükseldi. Bir yılda geniş tanımlı işsiz sayısındaki artış 837 bin kişiyi buldu. Mevsim etkisinden arındırılmış genç işsizliği 2018 Eylül ayında yüzde 21,6 iken Eylül 2019’da 4,5 puan artarak 26,1’e yükseldi. Yani çalışabilir durumdaki her 4 gençten 1’i işsiz durumda.
Eylül 2018’de yüzde 15 olan mevsim etkisinden arındırılmamış kadın işsizliği Eylül 2019’da yüzde 17.3’e, tarım dışı genç kadın işsizliği ise 6.4 puan artarak yüzde 40’a yükseldi. Özetle, çalışabilir durumdaki her 5 genç kadından 2’si işsiz. Ne eğitimde ne istihdam olan gençlerin, toplam genç nüfus içindeki oranı toplamda yüzde 27,4’e, kadınlarda yüzde 37’ye yükseldi.
Eylül 2018’de 28 milyon 718 bin olan mevsim etkisinden arındırılmış istihdam, 607 bin kişi azalarak Eylül 2019’da 28 milyon 111 bine geriledi. Kayıt dışı çalışanların oranı yüzde 33,8’den 36’ya yükseldi. Bu rakamların anlattığı şu: Yüksek işsizliğe ve yüzde 10’lar seviyesinde kalıcı hale gelen enflasyona, azalan reel ücretler eklendiğinde, önümüzdeki yıllar geçim dertlerinin arttığı, Korkut Boratav’ın ifadesiyle “toplumsal bunalım” yaşanan bir dönem olacak. Krizden çıkış için artırılan bütçe açığını azaltmak için yükseltilen ya da yeni koyulan vergiler, geçim derdini artıracak. Sermayenin kaynak ihtiyacı, işçi sınıfının kıdem tazminatı gibi haklarının fona devredilmesi ve emeklilik sisteminin değiştirilmesi yoluyla sağlanmaya çalışılacak.
Üstelik, ABD’nin Rusya’dan alınan S-400 füzeleri nedeniyle uygulamayı planladığı yaptırım riskleri, Doğu Akdeniz’de doğalgaz kaynaklarının paylaşımı için artan gerilim, Suriye krizi çözüme ulaşmadan giderek artan düzeyde müdahil olunan Libya krizi riskleri artıracak. Küresel finansal koşullarda yeni bir sıkılaşma döneminin başlaması ise başka bir risk olarak ufukta duruyor. Bu riskler, toplumsal bunalımın şiddetlenmesi riskini de beraberinde getirecek.
Bu dönem; sermaye sınıfının yeni siyasi arayışlarını ve sermaye sınıfı içi çekişmeleri de artıracak.
Geçim derdi katlanan emekçi sınıflar da siyasette yeni arayışlara daha açık hale gelecek. Bu dönemde emekçi sınıfların dertlerini siyasal alana taşıyabilen ve güç biriktirerek ilerleyebilen bir sola büyük ihtiyaç olacak.