Oysa bugün, işçi sınıfının geleneksel örgütleri dağılmış, kapitalizm işçi sınıfının her dakikasını zapt etmeye başlamışken; tam da bugün başka bir şeye ihtiyacımız var. Bir gelecek kavgasına…
Yeni başlangıçlar, yeni çıkışlar ister istemez daha önce olmayan kimi özellikleri beraberinde getirme iddiası taşır. Devrim dergisi ile birlikte elbette hareketimiz de “yeni” iddialara ve odaklanma noktalarına sahip. Ancak böyle dönemlerde beklentilerin doğru ayarlanmaması, değişmeyen kimi doğrularımızın da çöpe atılacaklar listesindeymiş gibi değerlendirilmesi gibi bir sorunu beraberinde getirebiliyor. Bu nedenle tüm devrimcilerin ortaklaşması gereken, 100 yılı aşkın süredir değişmeyen kimi doğrularımızı tekrar ve tekrar vurgulamak kimilerine sıkıcı gelse de bir ihtiyaç olarak karşımızda duruyor.
Bu yazının amacı da yeni bir çıkış yaparken “eski” ve doğru olduğunu düşündüğümüz iddiaların ve politik konumlanmaların tekrar vurgulanması ve bu noktalardan hareketle yeniyi nerede arayacağımıza ilişkin ipuçlarına değinmek.
Devrim dergisi, özetle sosyalist hareketin devrimciliğini yitirdiğini ve kendisini kimlikler alanında var etmeye çalıştığını tespit ediyor ve devrimciliğin hedefe odaklı bir mücadele ile yeniden üretilebileceğini iddia ediyor.
Baştan başlayacağız dedik, o zaman soralım:
Devrimcilik Nedir?
Biz tarihin bir yönü olduğunu düşünüyoruz. İnsanlık, varoluşundan itibaren önce doğa ile, sonra da kendi yarattığı koşullar ile çetin bir mücadele içinde oldu hep. Bu mücadelede yaşamın kontrolüne ait ibrenin “bilinçli insan edimi”ne doğru kaymasına ilerleme; hayatımızın doğal felaketlerin, kimi gerici batıl inançların ya da azınlıkta olanların bireysel ekonomik çıkarlarının tarafından daha fazla belirlenir hale gelmesine ise gerileme diyoruz. Devrimcilik, her şeyden önce tarihi ilerletme kavgası ve arayışıdır!
İşte bu ilerleme, tüm toplumun ortak çıkarını ve özlemini yansıtmadığı için mevcut durumun sürmesini isteyenler ile onu değiştirmek isteyenler arasında hiç bitmeyen bir mücadele yaşanıyor. İçinde yaşadığımız toplumun temel niteliği ise başta iki temel sınıf olmak üzere sınıflara ayrılmış olması: İşçiler ve patronlar. Birisi hayatını sürdürmek için çalışmak, yani emeğini patronlara satmak zorunda iken; ötekisi üretim araçlarının mülkiyetine sahip olduğu için üretmek yerine emek satın alarak konumunu sürdürmeyi hedefliyor. Kâr için yapılan üretim, kapitalist bir anarşi yaratıyor; eşitsizlik ile birlikte insanlığın kendi üretimi üzerinde denetim sahibi olmasını da engelliyor; yani gerici bir rol oynuyor. İlericilik ve gericilik arasındaki kavga, proletarya ve burjuvazi arasındaki kavga olmaya devam ediyor. Diplomalı ya da diplomasız, eğitimli ya da eğitimsiz fark etmez: Hayatını sürdürmek için çalışmak zorunda olan herkes işçidir ve insanlığın ilerlemesi üretim araçlarının mülkiyetine bu sınıf tarafından el konulmasına bağlıdır. Devrimcilik, iktidarın ve her şeyin işçi sınıfına ait olması kavgasıdır!
Bir dünya sistemi olan kapitalizm yalnızca bireyler özelinde değil, ülkeler arasında da eşitsizlik yaratıyor. Farklı kapitalistleşme süreçlerinden geçen ya da bir başka deyişle yarışa zaten eşitsiz koşullarda ve birbirlerinden çok daha farklı zamanlarda başlayan ülkeler arasında ayrım daha da derinleşiyor; parasal sermayenin de hakimiyeti ile birlikte kapitalizm emperyalist bir aşamada varlığını sürdürüyor. Yağma, talan, işgal ve savaşlar bu sürece eşlik ederken en gelişmiş kapitalist ülkeler kendi çelişkilerini görece geç gelişen kapitalist ülkelere ihraç etmenin tek yol olduğunu keşfediyorlar. Bağımlılık kapitalist hiyerarşide alt sıralarda olan ülkeler için tek gerçek haline geliyor. Bağımlı ülkelerin burjuvaları kendilerini hızla bu duruma adapte ederken ulusal bağımsızlık arayışı ve emperyalizm karşıtlığı işçi sınıfının ve devrimcilerin sorumluluğuna kalıyor. Bağımsızlık kavgası, yalnızca ülkemizin değil, emperyalist ülkelerin işçilerine de hizmet edeceği için aynı zamanda enternasyonalist bir görev olarak da değer kazanıyor. Devrimcilik, bağımsızlık kavgasıdır!
Tarihin ilerlemesinden yana çıkarları olanlar bilime ve bilimsel düşünceye önem vermek zorunda oldular hep. Aristokratların ve feodallerin ezelden beri iktidar olmadığını, dolayısıyla ebediyete kadar da yönetmeleri gerekmediğini kanıtlamak için Aydınlanma düşüncesi burjuva sınıfı için paha biçilmez bir araç oldu. Daha önce tanrısal kabul edilenlerin etten ve kemikten olduğu dökülen kanla kanıtlandıktan ve yerine piyasa tanrısı geçtikten sonra ise burjuvaların Aydınlanma ile işi tamamen bitti. Artık ihtiyaç kapitalizmin ezelden beri var olduğunun ve ebediyete kadar var olacağının kanıtlanması olmuştu. Bilim karşıtlığı ve gerici düşünce kendini bu yeni duruma adapte etmekte hiç zorlanmadı. Sonuçta işlevi hemen hemen aynı kalmıştı. Dünyayı ters yüz etmek, ebediyeti fethedip değiştirmek isteyenlerin bilimsel düşünceye ise eskisinden daha çok ihtiyacı vardı. Devrimcilik, geri adım atmaksızın verilen bir Aydınlanma ve laiklik mücadelesidir!
Tarih boyunca topluluk halinde yaşayan insanlığın en önemli tartışmaları arasında eşitlik ve özgürlük yer alır. Çünkü insan topluluklarındaki bireyler arasında hem doğal nedenlerle ortaya çıkan hem de bizzat o topluluklar tarafından üretilen eşitsizlikler var oldu. Şu an içinde yaşadığımız kapitalist toplum ise tüm bu eşitsizlikleri kendi bağlamında yeniden üretmiş; bu sayede devamlılığını ve derinleşmesini sağlamış oldu. Eşitsizlikler bugün sermaye ilişkileri bağlamında yeniden anlamlandırılmış ve belki de bu sayede (en azından önemli bir kısmının) nihai çözümlerinin yol haritası da ortaya çıkarılmış oldu. Kalanı için ise tartışmanın ve bir bütün halinde aksiyon almanın en gerçekçi yolunun ise kontrolün bilinçli insan edimine geçmesi olduğu açık. İnsanın özgürleşmesinin önündeki en büyük engele karşı eşitlikçi bir toplum yapısı inşa etmenin yolu, kâr odaklı yapıdan kurtulmakla olacak. Devrimcilik, eşitlik ve özgürlük arayışıdır!
Devrim ve devrimcilik diyoruz. Sınıf kavgasını, bu devranın böyle gitmesinden çıkarı olanları anlatıyoruz. Tanımlar yaparken “kavga” kelimesini ısrarla kullanıyoruz. Uzlaşmaz olanları uzlaştırmaya değil, üretenin asalak olanı yok etmesine uğraşacağız diyoruz. Kısacası oyun oynamaktan, maceraya atılmaktan değil; ciddi bir işten bahsediyoruz. İçinde yaşadığımız ülkemizin ve tüm insanlığın kendi kendini yönetebilir olduğunu iddia ediyor ve aynı zamanda göreve talip olduğumuzu belirtiyoruz. Koca koca laflar edip; büyük holdinglere, emperyalist devletlere, onların fedailerine meydan okuyoruz. Tekrarlayalım, ciddi bir işten bahsediyoruz. Bu ciddi iş, yalnızca bir kimlik veya konumlanış olamaz. Devrimcilik, muhafaza edilecek bir değer değil, somut faaliyetlerdir. Devrimci, yalnızca bir birey olarak devrimciliğini icra edemez. Devrimcilik, kolektif bir aksiyon hali, devrim hedefine ulaşmak için verilen örgütlü mücadeledir!
Gelecek İçin Devrim
Hedefi iktidarı almak ve geleceği kurmak olanlar geçmişe takılıp kalamaz. Reel sosyalizm deneyimlerinin birikimlerine sırt çevirmekten bahsetmiyoruz elbette. İnsanlık tarihindeki en büyük ileri atılımları karalayanların karşısında dikilecek, onları (tıpkı “gerçek İslam bu değil”ciler gibi) sosyalizmden saymayanlara gülüp geçeceğiz. Ancak tartışmalarımızın ağırlığının geçmişten çok bugünü ve onun geleceğe uzanan kolu olan somut mücadeleyi öne çıkaracak şekilde ayarlanması gerekiyor.
Çok basit ve somut bir sorunumuz var: Dünyada on yıllardır devrim olmuyor. Kapitalizm krizler yaratmaya devam ediyor. Halklar isyan ediyor. Emekçiler direniyor. Ancak o sihirli adım, siyasal iktidara sahip olan sınıfın değiştiği o tarihsel an bir türlü gelmek bilmiyor. Sorun Türkiye özelinde değil. Evrensel bir sorunumuz var. Ancak elbette Türkiye’nin devrimcileri olarak sorunun çözümüne ilişkin pratik birikimi bu topraklarda edinmek, denemelerimizi burada gerçekleştirmek zorundayız.
Neoliberal dönemde sınıf mücadelesinin gerilemesi ve reel sosyalizmin çözülmesi geçmiş dönemin stratejilerini büyük ölçüde geçersizleştirdi. Yanlış anlaşılmasın (sosyalist) bir devrim yapmak kolay veya belli şablonları yerine getirerek ulaşılabilen bir hedef olmadı hiçbir zaman. Ancak örneğin kapitalizmin henüz genç olduğu, aristokrasi ve feodalite ile savaşırken işçi sınıfını yardıma çağırdığı dönemde sınıf mücadelesinin daha fazlasını hedeflemesi gerektiğini söylemek, ya da reel sosyalist blokun var olduğu dönemde sosyalizmin savunulması hedefi için mücadele etmek oldukça somut, ülke koşullarına uyarlanabilecek pratik olarak zorlu olsa da “keşfedilmiş” görevler.
Oysa bugün, işçi sınıfının geleneksel örgütleri dağılmış, reel sosyalizm çözülmüş, kapitalizm ilk yıllarını andırır bir felaket gibi işçi sınıfının her dakikasını zapt etmeye başlamışken; tam da bugün başka bir şeye ihtiyacımız var. Bir gelecek kavgasına…
Gelecek kavgası diyoruz. Soyut ve mükemmel bir gelecek tarif edip onun için mücadeleye çağırmaktan bahsetmiyoruz elbette.1 “Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz bugünkü duruma son verecek olan gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda var olan öncüllerden doğarlar.” (K. Marx, F. Engels, Alman İdeolojisi[Feuerbach], Sol Yayınları, Altıncı Baskı, 2008) Gerçek gelişmelerin yarattığı gerçek gerilimlere ve gerçek olanaklara dikkat çekmek niyetimiz.
Bilime ve bilimsel gelişmelere olan ilgi, ilericilerin ve devrimcilerin değişmez özelliklerinden birisi oldu hep. Dünyayı anlama ve değiştirme mücadelesine katkı veren her gelişme bizim nezdimizde hak ettiği ilgiye ulaştı. Ancak, belki de teknoloji ürünlerinin sürekli pazarlanan ve çoğu zaman da abartılan birer meta olmalarına tepki olarak, teknolojiye hak ettiği önemi vermiyoruz uzunca bir süredir. Kitle iletişiminin yaygınlaşması, makineleşmenin geldiği konumun sonucu olarak üretimde verimliliğin akıl almaz boyutlara ulaşması gibi gerçek gelişmeler bizim açımızdan yeterli değeri görmüyor.
Uzunca bir süredir hayatımızın değişmez parçası haline gelmiş olan internet bir örnek. İnterneti yeterince etkin ve faydalı kullanmayı öğrenemedik henüz. Ya da ona afiş ve yazı asılacak duvar muamelesi yapmanın ötesine geçemedik diyebiliriz. Basit sosyal medya paylaşımları yapmanın ötesinde bir durumdan bahsediyoruz. İnterneti; devrimcilerin üreteceği, üretimlerini sergileyeceği, nitelikli tartışmalar yapacağı ve tüm bunları kendisi dışındaki insanları da sürece dahil edebilecek bir örgütlenme olanağı olarak değerlendireceği bir biçimde kullanabilmemiz gerekiyor. Katılım, basitçe demokratik olmanın ötesinde bir anlam taşıyor. Sözümüzün, ürettiklerimizin gerçek olması; karşılığının test edilebilir ve yayılabilir, aynı zamanda milyonların sözü ve talebi haline gelebilme potansiyelini barındırır olması gerekiyor. Kitle iletişim araçlarını güzel bir fotoğraf ve sözün “viral” olması ve binlerce paylaşım almasının ötesinde değerlendirmek gerekiyor. Sözün ve sloganın ötesinde emekçilerin politik ihtiyacının ifadesi olabilecek bir siyaset tarzının üretilmesine katkı koyacak bir mecra olarak değerlendirebilir miyiz interneti? Sorun bizim açımızdan bu. Yoksa, basılı gazetenin daha kolay ulaşılabilir bir versiyonu zaten yapıldı, burada devrimci bir düşünceye ihtiyaç olduğunu sanmıyoruz. İhtiyacımız, interneti bir etkileşim aracı olarak değerlendirmek. Devrim dergisi ile birlikte yayın hayatına başlayacak olan internet sitemiz (dsosyal.com) bu yönde bir deneme olacak bizim için.2 Sitenin kendisi bu ihtiyaca bir ölçüde karşılık verebilen bir araca dönüşebilir. Ya da daha sonra böyle bir araç üretmemiz için giriştiğimiz ilk deneme olarak değer kazanabilir. Kesin olan şey şu: Sitemizin yalnızca yazdıklarımızı astığımız bir duvar olarak kalmasını istemiyoruz. Etkileşime teşvik eden sosyal bir platform ihtiyacını gidermeye yönelik denemelerde bulunacak, bu konuda başarılı olmak için ısrar edeceğiz.
Geleceğe ilişkin bir diğer önemli tartışma ise otomasyon ve yapay zekâ tartışmaları ile ilgili. Özellikle son dönemde “büyük veri” ve “derin öğrenme” gibi alanlar sayesinde başarılar elde edilmesinin sonucunda popülerleşen bu konular, uzunca bir süre daha konuşulacak. Bunun nedeni ise basit ve somut: Daha az işçi çalıştırarak aynı ürün üretilebilir hale geliyor. Bu, bizlere müjdeler sunularak gösteriliyor. Ancak bunun hem daha fazla işsizlik, daha fazla aşırı üretim krizi, daha fazla çevresel sorun gibi dönüşleri olacağını belirtmek gerekiyor. Ayrıca kapitalizmde kârın ana kaynağı işçinin üretiminin artık değerine el koymak olduğu için tamamen otomasyona dayanan bir kapitalizmin imkânsız olması gibi gerilimlerden de bahsetmek zorundayız. Bu yazıda tartışmaya bir giriş denemesi işlevi görmesi adına iki boyutu açarak yazımızı noktalayalım:
- Teknolojideki gelişim gerçekten de işçisiz ya da çok çok az işçili fabrikalar oluşturulmasına el verecek hale gelebileceğine ve hiçbir kapitalist “işçi çalıştırmazsam artı değer üretemem o yüzden işçisiz fabrika kurmayla uğraşmayayım” demeyeceğine göre; büyük işsizlik dalgaları, çok çok büyük sosyal problemler ve devrimci dönüşümlere yataklık edebilecek krizlerin geleceğini iddia etmek falcılık olmaz. Zaten kimi “öngörülü” burjuvaların “evrensel temel gelir”3 Evrensel temel gelir özetle, her vatandaşa aylık olarak belirli bir maaş bağlanmasını ifade ediyor. Bu sayede ortaya çıkacak işsizlik dalgalarının büyük sosyal sorunlar yaratmaması hedefleniyor. Bir süre için uygulanabilir bir şey gibi gözükse de iş özünde “burjuvadan alınan vergiyle burjuvanın malının satın alındığı” garip bir kapalı devre sisteme benzeyeceği için bunun gerçekçi bir çözüm olması imkânsız. Ayrıca, bu tarz önermeler “çalışma hakkı” gibi gerçek kavga başlıklarını da önemsizleştirme gibi bir özelliğe sahip. gibi hayatı “Monopoly” oyununa dönüştürecek öneriler yapması gelecek olanın ciddiyetini gösteriyor. Oysa aynı teknolojik gelişme çok basit bir biçimde daha az zorunlu çalışma anlamına gelebilir. Elbette bunun için mülkiyet tartışmasını yeniden açmamız gerekiyor. Evet, 21. yüzyılda devrimciler açısında en önemli tartışma yine üretim araçlarının özel mülkiyeti tartışması olacak. Sorunun ifadesini basitleştirmeyi başarmamız gerekiyor: Geçmişte toprak ve fabrikalar için söylediğimiz sözü genişletmek zorundayız. Robotlar ve yapay zeka kimin malı olacak? İşte insanlığın geleceği bu soruya verilecek cevaba bağlı. Emekçilerin mi, patronların mı?
- Kapitalistler açısından geçmişte olduğu gibi gelecekte de aşırı üretim dışında gidilecek herhangi bir yol yok. Krizleri ortadan kaldırmak anlamında kapalı bir yol ama buna mecburlar. Bunun iklim sorunlarını daha da derinleştireceği açık.4 Çevreciler ve benzeri hareketlerle olan ilişkimize ve mesafemize dair önemli olduğunu düşündüğümüz bir notumuz var: Çevreci hareket genel olarak tüm yeni toplumsal hareketler gibi “farkındalık” oluşturmayı temel alan ve “aklın yolu bir”miş gibi davranan bir hareket. Haliyle hatalı. Ancak burada devrimcilerin alması gereken pozisyonun bir inceliği var. Bu tüm “hatalı” hareketlere uygulanabilecek bir prensip. Dünyanın bu hale gelmesinin sorumluluğu çevrecilerde değil burjuvalarda. Dolayısıyla çevrecilere yönelik eleştirilerimizin ve onlarla aramızdaki mesafenin iyi ayarlanması gerekiyor. Tüm sorunlar sınıfsal bağlamında değerlendirilmeli ya da bir başka deyişle şu ezberimiz hâlâ geçerli: “Sınıfsal meseleyi temel almayan her çıkış baştan hatalıdır, sorunun çözümünü sağlamayacağı bilimsel olarak kesindir.“ Ancak sırf bu nedenle çevrecilere öfke kusmak da son derece anlamsızdır. Son dönemin popüler çevrecilik ikonu Greta Thunberg üzerinden örnek verebiliriz. Kendisi çevre sorunlarının ne kaynağı, ne de çözümüdür. Çevre sorunlarını “kamuoyu yaratarak” hafifletebileceğine inanan bir grubun yüzüdür sadece. İhtiyacımız olan bu grupların “layt” tarzı sayesinde kolaylıkla yayılabilmesinden güç alarak kendi saflarımızda kafa karışıklığı yaratmasını önlemek, kendi mücadele başlıklarımızda ve alanlarımızda güçlendikten sonra ise çevre gibi sorunlara dair kendi çözümlerimizi hegemonik kılmaktır. Bu yaklaşım aynı zamanda kimlik sorunları için de geçerlidir. “Vizyon sahibi” kimi kapitalistler dünyanın tüketilmesinin önüne geçemeyeceklerini kavradı ve Mars’a nükleer atmayı savunmaya başladı bile!5 Bu düşüncesizce yapılan önermenin yüzyılın dâhisi olarak pazarlanan şımarık burjuva Elon Musk tarafından gündeme taşındığını da belirtmiş olalım. Merkezi bir akla sahip olmayan, plansız ve teker teker sermaye sahiplerinin kâr ihtiyacı ile belirlendiğinden ötürü kontrolsüz ve yıkıcı bir üretim anlayışının yerine insanlığın kolektif kontrolünde, ihtiyaca yönelik ve doğanın korunması sorumluluğunun da insana ait olduğunun bilinci ile yapılan planlı üretimin yerleştirilmesi önerisinin gerçekçi olduğunu düşünüyoruz. Özellikle de milyonlarca kilometre uzaklardaki ve yaşanılabilir bir atmosfere sahip olmayan gezegenlerin kolonileştirilmesi ihtimali üzerine bahis oynamaya göre çok çok daha gerçekçi…
Notlar:
[1] “Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz bugünkü duruma son verecek olan gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda var olan öncüllerden doğarlar.” (K. Marx, F. Engels, Alman İdeolojisi[Feuerbach], Sol Yayınları, Altıncı Baskı, 2008)
[2] Sitenin kendisi bu ihtiyaca bir ölçüde karşılık verebilen bir araca dönüşebilir. Ya da daha sonra böyle bir araç üretmemiz için giriştiğimiz ilk deneme olarak değer kazanabilir. Kesin olan şey şu: Sitemizin yalnızca yazdıklarımızı astığımız bir duvar olarak kalmasını istemiyoruz. Etkileşime teşvik eden sosyal bir platform ihtiyacını gidermeye yönelik denemelerde bulunacak, bu konuda başarılı olmak için ısrar edeceğiz.
[3] Evrensel temel gelir özetle, her vatandaşa aylık olarak belirli bir maaş bağlanmasını ifade ediyor. Bu sayede ortaya çıkacak işsizlik dalgalarının büyük sosyal sorunlar yaratmaması hedefleniyor. Bir süre için uygulanabilir bir şey gibi gözükse de iş özünde “burjuvadan alınan vergiyle burjuvanın malının satın alındığı” garip bir kapalı devre sisteme benzeyeceği için bunun gerçekçi bir çözüm olması imkânsız. Ayrıca, bu tarz önermeler “çalışma hakkı” gibi gerçek kavga başlıklarını da önemsizleştirme gibi bir özelliğe sahip.
[4] Çevreciler ve benzeri hareketlerle olan ilişkimize ve mesafemize dair önemli olduğunu düşündüğümüz bir notumuz var: Çevreci hareket genel olarak tüm yeni toplumsal hareketler gibi “farkındalık” oluşturmayı temel alan ve “aklın yolu bir”miş gibi davranan bir hareket. Haliyle hatalı. Ancak burada devrimcilerin alması gereken pozisyonun bir inceliği var. Bu tüm “hatalı” hareketlere uygulanabilecek bir prensip. Dünyanın bu hale gelmesinin sorumluluğu çevrecilerde değil burjuvalarda. Dolayısıyla çevrecilere yönelik eleştirilerimizin ve onlarla aramızdaki mesafenin iyi ayarlanması gerekiyor. Tüm sorunlar sınıfsal bağlamında değerlendirilmeli ya da bir başka deyişle şu ezberimiz hâlâ geçerli: “Sınıfsal meseleyi temel almayan her çıkış baştan hatalıdır, sorunun çözümünü sağlamayacağı bilimsel olarak kesindir.“ Ancak sırf bu nedenle çevrecilere öfke kusmak da son derece anlamsızdır. Son dönemin popüler çevrecilik ikonu Greta Thunberg üzerinden örnek verebiliriz. Kendisi çevre sorunlarının ne kaynağı, ne de çözümüdür. Çevre sorunlarını “kamuoyu yaratarak” hafifletebileceğine inanan bir grubun yüzüdür sadece. İhtiyacımız olan bu grupların “layt” tarzı sayesinde kolaylıkla yayılabilmesinden güç alarak kendi saflarımızda kafa karışıklığı yaratmasını önlemek, kendi mücadele başlıklarımızda ve alanlarımızda güçlendikten sonra ise çevre gibi sorunlara dair kendi çözümlerimizi hegemonik kılmaktır. Bu yaklaşım aynı zamanda kimlik sorunları için de geçerlidir.
[5] Bu düşüncesizce yapılan önermenin yüzyılın dâhisi olarak pazarlanan şımarık burjuva Elon Musk tarafından gündeme taşındığını da belirtmiş olalım.