Türkiye “ne olursa olsun önce AKP’den kurtulmak lazım” temasının baskın geldiği bir seçim sürecinden daha geçiyor.

Ülkemizin içerisinden geçtiği son birkaç yıllık süreçte halk kitlelerinin siyasal alana yönelik her hamlesinde, çözüm düzlemi olarak işaret edilen seçim dönemecindeyiz. Yine de “İktidarın ekmeğine yağ sürmemek” için seçim sürecine ertelenen meselelerin neredeyse hiçbiri gündemde değil.

İçeriksizleşme durumu, ertelenen hesaplaşmaların halı altına süpürülmesi ile de sınırlı kalmıyor. Seçim sürecinin genel olarak siyasetten arındırıldığını söyleyebiliriz. Bolca isim tartıştık ve tartışmaya devam ediyoruz. Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı tartışması, bu adayın ne yapacağı tartışması bütünüyle geri plana atılarak yapıldı. Bu durumu, Cumhurbaşkanı yardımcılarının isimlerine ve yetkilerine, vekil adaylarının isimlerine ilişkin tartışmalar izledi.

Siyasetin biriken bütün sıkışmalarına çözüm olacağı iddia edilen seçim sürecinde siyaset “kimin yöneteceği” ve “iktidarını ne ölçüde paylaşacağı” bağlamlarıyla tartışılıyor. “Yürütme ve yasama yetkisine sahip olanların alacağı kararların içeriği” meselesi, en azından önümüzdeki bir ay için rafa kaldırılmış görünüyor.

Özetle bundan önce seçime ertelenen siyasal katılım bu sefer de seçimler nedeniyle ileriye erteleniyor. Yurttaşın seçmene indirgenmesi mekanizması tam da bu nedenle siyasete katılımın adım adım tasfiyesi anlamına geliyor. Salt seçmenlik, yurttaşlıktan tebaa olmaya gidişi ifade ediyor.

Burada ortadan kaldırılan, modern siyasal sistemlerin üzerine inşa edildiği temel oluyor. Modernleşme süreçleri ile beraber egemenliğin kaynağı olarak ortaya çıkan ulus, halk, yurttaşlık gibi tarihsel kategoriler rafa kaldırılıyor. Bunların yerini, bütün karar alma sistematiği öncesiz ve sonrasız tekil bir ana sıkıştırılmış rasyonel seçmen alıyor. Bu zamanda koparılmış seçmenin birinci görevi, vereceğin oyun sonuçlarını maksimize etmek oluyor. Siyasal bilinç yerini d’Hont sistemine ilişkin kuru bir bilgiye, karar alma yerini kazanacak adayın kim olduğu tartışmasına bırakıyor. Seçim, siyasal değil teknik bir tartışma halini alıyor.

Tarihsel olmayan ve bundan dolayı her seçimi tarihi ve son yapan bir zaman, akılcı olmayan bir rasyonalite, seçim yapmayan bir seçmen, siyaset olmayan bir siyaset…

Tarihin akışı, halkta biriken tepki, geniş anlamıyla siyasetin nesnel zemini varlığını koruyor. Değişen, düzen siyasetinin bunlarla ilişki kurma iradesi ve kapasitesi. Tam da bu nedenle bize gereken, bunları işleyecek bir akıl ve iradenin siyasetin sıkıştırılmaya çalışıldığı bu dar düzlemde kalmayı reddederek devrimci bir yeniden kuruluş iddiasını sergilemesi.

Bahsettiğimiz tablo aynı zamanda bu yeniden kuruluşun da ayağını basacağı nesnel zemini ifade ediyor. Daralma, hem her şeyin bu daraltılmış alandaki seçenekler üzerinde toplanması hem de burada ifade edilemedikleri ölçüde yeniden etrafa saçılması dinamiğini yaratıyor.

Siyasal alanda yaşanan farklılaşma, AKP’den kurtulma temasının dışavurma biçimlerinin de karmaşıklaşmasına neden oluyor. Sürecin bütününe baktığımızda çelişkisiz bir ana eğilimden çok birbiri ile çelişen iki ana mekanizmanın işlediğini görmek olanaklı. Bir yandan AKP’den kurtulma ihtiyacının şiddeti her şeyi AKP ve onun karşısındaki baskın seçenek arasında dağıtma yönünde çalışıyor. Bu durum seçmene indirgeme mekanizmasının da nesnel dayanağını oluşturuyor.

Diğer taraftan, tam da aynı sürecin sonucu olarak düzen siyasetinin halkın birikmiş talep ve beklentilerini kendi prizmasından geçirerek soğurma yeteneğindeki (ve niyetindeki) olağanüstü aşınma biriken talep ve beklentilerin yeni aktörler aramasına neden oluyor. Siyasal alan siyasal olmaktan çıktığı sürece biriken talep ve beklentiler yeni siyasal mecralar arama ve yaratma potansiyeline kavuşuyor. Talep ve beklentilerin dışarıda bırakılma hali aynı zamanda bunların birikerek ve gecikmeli biçimde siyasal alana hücumuna yol açıyor. Bu durum yeni siyasal kırılganlıklara, krizlere ve parçalanmalara kapı aralıyor.

Siyaset sahnesinde birbiri ile çelişen iki ana eğilim göze çarpıyor: İkiye indirgenme ve parçalanarak çok aktörlü hale gelme. İlk eğilimin sosyalistlerin bağımsız siyasal çıkışları üzerinde yarattığı basınç ne kadar gerçekse ikinci eğilimin bu düzen dışı çıkışlara sunduğu zemin de o kadar gerçek. Siyasal katılım seçmen olmaya, seçmenlik ise rasyonel seçmen davranışına indirgenirken oluşan siyasal boşluğu hiç de hafife almamak gerekiyor.