İmamoğlu hakkında verilen hukuksuz karar ülkenin bir numaralı gündemi. Yargı sürecinin kendisi ve yargılamaya konu olan suç iddiası, işin hukuki boyutunu tamamen tartışma dışı bırakıyor. Zaten iktidar medyasında dahi bu kararın haklı olduğuna yönelik bir savunu göremiyoruz.
Kararın baştan aşağı siyasi olduğu, iktidarın yargıyı sopa olarak kullandığı açık. Ancak açık olmayan, üzerine tartışılması gereken kimi alanlar ve yanıtlanması gereken çok ciddi sorular var.
İmamoğlu’na ceza kararı neden verildi?
Birbiri ile çelişmeyen ve hepsi birlikte olabilecek üç ihtimal var.
İlk akla gelen ve en basit açıklama elbette yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Siyasi yasak anlamına gelen ceza, Erdoğan’ın en güçlü olduğu varsayılan rakiplerinden bir tanesinin seçimlere girme ihtimalini zora sokuyor. Bunun yanı sıra seçimlere giderken İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin AKP’nin eline geçecek olması da seçim sürecinde iktidarın mali olanaklarını artıracak bir gelişme.
Her ne kadar bu tip cezalarda istinaf süreçleri uzun sürebiliyor olsa da iktidarın siyasi baskılarının süreleri oldukça kısalttığı örnekler de var. Dolayısıyla verilen ceza ve siyaset yasağı seçimden önce de kesinleşebilir.
Akla gelen ikinci önerme, muhalefetin gizlenmesi mümkün olmayan iç gerilimleri ile ilgili. 6’lı masanın adayı olma konusunda en çok öne çıkan iki isimden birisi İmamoğlu iken bir diğeri de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu. Daha önce İmamoğlu’nun bir seçim başlangıcı olarak yaptığı Karadeniz ziyareti CHP Genel Merkezi ve oraya yakın gazeteciler tarafından hedefe konulmuştu. Olayın merkezinde yer alan Nagehan Alçı aslında iki aday adayı için de makbul sayılacak birisi olsa da, Türkiye’nin mevcut gidişatından rahatsız olan hiç kimsenin yanında istemeyeceği bir profil olduğu için bu tartışma İmamoğlu’na oldukça zarar vermişti.
İmamoğlu’nun geri adım atması ile biraz olsun yatışan gerilim, Kılıçdaroğlu’nun son dönem performansı sonucunda İmamoğlu isminin yeniden gündeme gelmesi ile birlikte tekrar alevlendi. CHP İstanbul İl Başkanı ile yapılan atışma, masanın bir diğer güçlü genel başkanı olan Akşener’in İmamoğlu isminin masaya gelmesi durumunda destekleyeceğine yönelik açıklaması ile birlikte düşünüldüğünde iktidar müdahalesi için uygun bir zeminin varlığını gösteriyor.
Cezanın verildiği ve karşı tepkinin ortaya konduğu gün oluşan ayrı telden çalma hali yine bu zeminden doğuyor. İktidar medyasının ilk tepkileri ve Bahçeli’nin son açıklamalarında bahsettiğimiz gerilimin merceğe alınmış olması bu olasılığı güçlendiriyor.
Şimdiye kadar pek dillendirilmemiş bir diğer ihtimal, kararın bir tür “rehine takası” olarak kullanılma isteği olabilir.
Bildiğimiz gibi Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı makamında ikinci dönemindeyiz. Anayasa’ya göre, eğer meclis bir erken seçim kararı almazsa iki dönem seçilmiş bir kişinin tekrar aday olması mümkün değil. Bu konuda, birinci dönem başladıktan sonra gerçekleşen ve makamın yetkilerini artıran Anayasa değişikliğini gerekçe gösteren ve Erdoğan’ın bir hakkı daha olduğunu ifade eden görüşler olsa da hukuki durum en hafif ifade ile tartışmalı.
Muğlaklığı kesin olarak giderecek erken seçim kararı için ise AKP ve MHP’nin oyları yetersiz. CHP ve İYİP yakın zamanda erken seçim kararına destek vermeyeceğini açıklamış olduğu için de şimdilik seçimlere bu belirsizlikle gidilecek gibi görünüyor. Elbette kararı verecek olan YSK. YSK’nın geçmiş seçim dönemlerinde ortaya koyduğu profil, iktidarın işine gelmeyecek bir karar beklentisini düşürüyor. Ancak seçimlerden sonra iktidar değişebilir ve kararı verecek olanların seçim sonrası Anayasa’yı ihlal suçlaması ile yargılanmayı göze alacak kadar militan olup olmadıklarını bilmiyoruz.
İşte İmamoğlu kararı, hem oluşan “Yargı kararı ile seçmen iradesine müdahale ediyorlar” havasının Erdoğan tarafından da pekâlâ kullanılabilecek olması hem de iki tarafın yasal konularda birbirlerinin işini kolaylaştıracak hamleler için pazarlığında koz olması açısından anlam taşıyor olabilir.
Neden daha önce değil de şimdi?
Bu konu pek tartışılmasa da önemli olduğunu düşünüyoruz. Sonuçta iktidar yargıyı ilk defa sopa olarak kullanmıyor. Cezaevleri siyasetçilerle, belediyeler ve üniversiteler kayyumlarla dolu. Ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi uzunca bir süredir CHP’li İmamoğlu tarafından yönetiliyor.
Türkiye’nin en büyük belediyesinin olanaklarının iktidar tarafından kullanılamıyor olmasında bir sorun görmediklerini söylemeyeceksek eğer; iktidarın neden şimdiye kadar İBB yönetimini gasbetme yoluna girmediğini konuşmak zorundayız.
Bir boyutu elbette düzenle ilgili. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne kararı veren dahil kimsenin inanmadığı bir gerekçe ile el koymanın bazı taşları yerinden oynatma ihtimali hiç de az değil. Ülkenin yarısının seçimlere olan inancını sarsmak, düzen açısından riskin artması anlamına geliyor. Dahası, büyük burjuvazi dahil düzenin başat aktörlerinin sus payı ve güvence olarak öne sürebilecekleri talepler, iktidar açısından bu hamlenin ekonomik getirisini azaltan bir faktör.
Daha baskın olduğunu düşündüğümüz ikinci bir neden ise iktidar blokunun iç ilişkileri ile ilgili. İktidar gücü yasal olarak sarayda ve tek bir kişide toplanmış olsa da, mevcut sistem sanılanın aksine ademimerkeziyetçi bir karakter de taşıyor. Özellikle MHP’nin, Soylu ve Akar gibi bakanların, güvenlik bürokrasisinin ülke yönetiminde ciddi bir ağırlığı var. Bu ağırlığın ana kaynağı ise doğrudan doğruya sopayı ellerinde tutuyor olmaları.
Diğer taraftan Erdoğan’ı ittifakın merkezinde tutan güç, kim ne derse desin onun sahip olduğu toplumsal destekten geliyor. İçinde bulunduğumuz düzenin normları açısından toplumsal desteğin en ölçülebilir ifadesi ise seçimlerde alınan oy. Dolayısıyla serbest seçimlerin varlığı ve buradaki başarı güç merkezini Erdoğan’a kaydırırken baskı ve şiddetin belirli bir ölçünün ötesine geçmesi şiddet aygıtını elinde tutanları kuvvetlendiriyor.
Serbest seçimlerin fiilen ortadan kalkmasının veya kitleler nezdinde herhangi bir inandırıcılığının kalmamasının iktidar blokunda kimi gereksiz hale getireceği açık olmalı. Dolayısıyla bu tarz hamleler Erdoğan açısından önemli bir riski de beraberinde getiriyor.
İktidar bu gücü ve cüreti nereden alıyor?
Bu başlıkta özel olarak bir sorgulama ihtiyacı var. Çünkü içinde ne yazarsa yazsın hiçbir yasa, kendi başına, iktidarlara herhangi bir norm tanımadan yalnızca kendi çıkarlarına göre karar alma gücünü veremez. Kâğıt üzerinde ne yazarsa yazsın yasaların uygulanışına ilişkin toplumsal alanda belli bir rızanın varlığı zorunludur.
Hiçbir kölelik düzeni, köle olmaya razı gelenler olmadan var olamaz.
Bizim örneğimiz de istisna değil. AKP, 20 yıllık iktidarında benzer adımlarına desteği hep muhalefetin bizzat kendisinden buldu.
AKP’ye alternatif olma iddiasındakiler iktidar tarafından çizilen sınırları kural olarak kabul edip o sınırların içine yerleştikçe AKP de kendinde bu sınırları daraltma gücü buldu. Saldırılar karşısında “dost” kuvvetlerden gelen sakinlik çağrıları, halkta oluşan öfkeyi söndürmenin ve kabullenme oluşturmanın en güçlü araçları oldular.
Konu yalnızca hukuksuzluk ya da baskı değil. Geçtiğimiz yıl ekonomik yıkımın boyutları yeni yeni anlaşılmaya başlamışken oluşan toplumsal tepkiyi iktidar değil muhalefet susturmuş, seçimleri beklemeyi telkin etmişti. Seçimlerde oy vermek dışında kalan siyasete katılım kanallarını adeta suç ilan etmenin sonucu bugün daha iyi anlaşılıyor.
Ekonomik yıkıma alıştırılan halk seçim ekonomisinin de gündeme gelmesiyle dinamizmini kaybederken seçimlere sıkışan çözüm arayışı, yargı müdahalesi için uygun zemini oluşturmuş oldu.
Çıkış yolu Saraçhane’de mi?
Yasak kararının verileceğine dair kulis bilgisinin alınmasının ardından Saraçhane’de yer alan İstanbul Büyükşehir Belediyesi binası önüne bir çağrı yaptı İmamoğlu. Ceza kararının Kılıçdaroğlu’nun Almanya’da olduğu saatlerde alınması ve göze çarpan Akşener-İmamoğlu yakınlığı, 6’lı masanın iç gerilimlerini bu başlıkta da ortaya koydu.
Ancak yine de uzun zaman sonra kitlelerin bir araya gelmesi bir heyecan yarattı. Özellikle belediye seçimlerinde yapılan hukuksuzluğun ardından artan oy oranı ve Erdoğan’ın aldığı hapis cezasına rağmen oluşan siyasi kariyeri ile birleştiğinde mağduriyetin kazandırdığına yönelik bilinen hatalı ezber yeniden hatırlandı.
Yasak kararı ilginç ve bir o kadar da yanlış bir umut yaratmış oldu. Yanlış, çünkü iktidarın hamlelerinin nedeni, olası sonuçları ve yol haritası henüz kesin olarak bilinmiyor. Dahası, 6’lı masanın 2002 AKP’sinden ayrı hiçbir şey söylemiyor oluşu, İmamoğlu’nun siyasi karakteri ve düzeni korumayı her şeyin önüne koyan muhalefet anlayışı yerli yerinde duruyor.
Yani üç gün öncesine göre elde fazladan bir tane siyasi yasak kararı var, o kadar. Bu durumun kendisinin heyecan ve umut yaratması, düzen muhalefetine yönelik olumlu beklentinin ne kadar temelsiz olduğunu da kanıtlıyor.
Elbette çağrıya yanıt veren ve soluğu Saraçhane’de alan kitleler önemsiz değil. Buna ekranları başında oradan çıkan mesajlara dikkat kesilen milyonları da kattığımızda ülkenin gidişatından rahatsız olanların önemli bir bölümünü kapsadığı bir gerçek. Ancak kitlelerin peşine takılmak, sırf onlar yapıyor diye mevcut yanlışa güç taşımak yarar değil, zarar getirir. Bu durumda yapılması gereken, doğru zemini örgütlemeye odaklanmak.
AKP karanlığından bıkanların umutlanabileceği gerçek çıkış olanakları yaratmak, gerçek sorunları merkeze alarak ve düzenin frenleyici etkisine aldırış etmeden siyaset üretmekten geçiyor.
Düzenin sınırlarının dışına taşarsanız, örneğin toplumun tamamına yakınının rahatsız olduğu ancak bu düzen için vazgeçilmez olan tarikatların yok edilmesini savunabilirsiniz. O zaman, Türkiye’yi göçmen hapishanesi haline getiren emperyalist anlaşmaların yırtılıp atılabileceğini, bölgemizde huzuru sağlamanın oldukça mümkün olduğunu gösterebilirsiniz. Sıcak para bulacağız saçmalıklarını unutursanız, eşitliği temel alan bir kalkınma hamlesinin yoksulluk sorununu nasıl da kolayca çözebileceğini anlatabilirsiniz.
Mücadelenin ve kazanmanın tek yolunun seçim olmadığını bilirseniz, yalnızca AKP’nin mevcut hukuksuzluklarını engellemek için dahi en büyük engeli oluşturabilirsiniz.
Özetle, çıkış yolu Saraçhane’de değil, emekçi halkın çıkarlarını savunan devrimci bir siyasette. Bu siyasetin merkezinde yer aldığı Cumhurbaşkanlığı adaylığı çalışması ise bu yönde atılabilecek ilk büyük pratik adım olur.