“Yapılan yayınlar, eğer halkın isteklerini dile getiriyorsa, tesir yapar. Eğer halkın düşüncelerine ve menfaatlerine aykırı ise, kendi kendine erir, gider. Mevcut muhalefet gazetelerine karşı partili gazetecilerin kopardığı, koparacağı gürültüler ve kıyamet, halkı ne aldatmaya, ne de şaşırtmaya yeter. Gazetelerden değil, halktan korkunuz”1Roman Gibi, Sabiha Sertel 1919 – 1950, Anılar, Ant Yayınları, 1969 diye yazdı Sabiha Sertel son yazısı olduğunu bilmeden 4 Aralık’ta çıkacak olan Tan gazetesine…

4 Aralık 1945’te Tan matbaası “Kahrolsun Serteller, kahrolsun Komünistler”, “Biz Yeni Dünya istemiyoruz! Bize eski dünyamız yeter!” sloganlarıyla basıldı. Olayın ardından ise gazeteciler Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel tutuklandı. Buna rağmen gazetecilik yapıldı.

2 Mayıs 1954’teki genel seçimlerden yaklaşık 2 ay önce çıkarılan “Neşir Yoluyla ya da Radyo İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun’un yasalaşmasıyla birlikte namus, şeref veya haysiyete saldırılması, itibar kırıcı yayın yapılması, özel veya aile durumunun rıza alınmadan teşhirine dair haberlere 6 aydan 3 yıla kadar hapis ve 1000 lira ila 10.000 lira arası para cezası getirildi. Öte yandan devletin siyasi ve mali itibarını sarsacak veya halkın telaş ve heyecanlanmasına yol açacak yalan haberlerin yayını da 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılmasına karar verildi. Buna rağmen gazetecilik yapıldı.

Bu dönemde Demokrat Parti’yi eleştiren, hür basının boğulduğunu yazan Ulus gazetesi tam 6 kez kapatılma cezası aldı2https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/77857/249319.pdf, 1000’i aşkın gazeteci hakkında soruşturma açıldı,  200’ü aşkın yakın gazeteciye de hapis cezası verildi. Buna rağmen gazetecilik yapıldı.

12 Mart 1971 muhtırası sonrası basın özgürlüğünü düzenleyen 1961 yasasının 22. Maddesinin 3. fıkrası değiştirildi. Böylece devletin milletiyle bütünlüğünü, kamu düzenini, millî güvenliğin gerektirdiği gizliliği ve genel ahlâkı korumak için; suç işlemeye kışkırtmayı önlemek veya yargı görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak için basın özgürlüğü kanunla sınırlandırıldı.3http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46551.pdf Buna rağmen gazetecilik yapıldı.

Milliyet’i Milliyet yapan, 1960 Basın Ahlak Yasası’nı kaleme alan Milliyet Gazetesi genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi 1 Şubat 1979’da  İstanbul Maçka’daki evinin yakınlarında arabasında katledildi. Buna rağmen gazetecilik yapıldı.

1980 yılında yapılan 12 Eylül darbesi sonrası Sıkıyönetim Kanunu değişiklikleri ile gazeteciler bir bir tutuklandı ve Sıkıyönetim Komutanlığı’na haberleşmeyi engelleyecek kısacası ‘sansür’ yetkisi verildi. 12 Eylül darbesi ile birlikte 300 gün yayın yapılamadı,  13 büyük gazeteye 300’ü aşkın dava açıldı, 400 gazeteciye toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi ve yüzlercesi de  saldırıya uğradı.4https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/480251 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 311. ve 312. Maddeleri değiştirildi ve suça tahrik suçunun kitle iletişim araçları vasıtasıyla gerçekleştirilmesi ağırlaştırıcı sebep olarak kabul edildi.5http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/52169.pdf Dönem Türkiye basın tarihinin en karanlık dönemi olarak kayıtlara geçti. Buna rağmen gazetecilik yapıldı.

Türkiye’de 1980’li yıllarda neoliberal politikaların uygulanmasıyla birlikte yaşanan değişimden basın da kendine düşen payı aldı ve mülkiyet yapısı değişerek sermayenin kontrolü altına girmesinin yolu açıldı. Ticari çıkarların halkın haber alma ve gazetecinin de haber verme hakkının önüne geçtiği bu dönemde gazetecilik mesleğinin etik kodları da aşınmaya başladı. Buna rağmen gazetecilik yapıldı.

90’lı yıllara geldiğimizde ise onlarca gazeteci öldürüldü, yüzlerce gazeteci tutuklandı, gazete ve dergiler toplatıldı. ‘Ağca Dosyası’, ‘Papa-Mafya-Ağca’, ‘Sakıncalı Piyade’, ‘Suçlular ve Güçlüler’, ‘Kürt İslam Ayaklanması’ ve ‘Kürt Dosyası’ gibi çeşitli konuları ele aldığı çalışmalarla araştırmacı gazeteciler arasında hala ilk sırada gösterilen Uğur Mumcu 4 Ocak 1993’te aracına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu katledildii. Buna rağmen gazetecilik yapıldı.

AKP’li 2000’lere geldiğimizde ise 800’den fazla gazeteci tutuklandı, yayımlanan gazete sayısı her yıl eksildi, sadece 2020 yılında 467 bin 11 bin internet sitesi erişime engellendi ve yayın yapan gazetelerin yarısından fazlası kapandı. Gazetecilere yönelik polis şiddeti arttı, basın kartları iptal edildi, muhalif medyaya akreditasyon uygulandı. Emniyet Genel Müdürlüğü ‘Polis görevini yaparken ses ve görüntü alınmasının engellenmesi, bu eylemde bulunanlar hakkında işlem yapması’ genelgesi yayınladı. RTÜK, iktidarın elindeki sopa oldu ve muhalif kanallara cezalar yağdırdı. Durum öyle bir hal aldı ki muhabirin orman yangını haberini sunarken kullandığı “Alevler kabus gibi” sözüne idari para cezası verdi. 2020 yılında “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” kabul edildi. Buna rağmen gazetecilik yapıldı.

Tüm bunlar yetmemiş olacak ki AKP ve MHP tarafından ‘Dezenformasyon Yasası’ adı altında bir ‘Sansür Yasası’ hazırlandı ve dün 40 maddelik bu yasa Meclis Genel Kurulu’nda tamamen kabul edildi. Buna göre Basın İlan Kurumu’nun (BİK) ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BİK) yetkileri artacak ve denetim aracı olarak kullanılacak. 29’uncu maddeye göre6https://refleksiyon.org/sansur-yasasi/teklif-maddeleri-tablosu/ ‘Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kişi’ bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilecek. Böylece sadece gazeteciler değil yurttaşlar da denetim altına alınmış olacak. Whatsapp gibi anlık mesajlaşma uygulamaları da artık Türkiye’de temsilcilik açmak zorunda kalacak ve yükümlülüklere uymazlarsa da yüzde 95’e kadar bant daraltabilecek…

Türkiye’nin basın tarihinden verdiğimiz tüm bu örnekleri göz önüne alırsak her dönemde gazeteciler ve gazetecilik mesleğinin düzenin hedefinde olduğunu görüyoruz. Bunun nedeni ise gazetecinin gerçeğe ulaşmadaki ısrarı.  Ancak gördüğümüz bir şey daha var ki o da tüm bu baskı dönemlerinde gazetecilik faaliyetinin devam ettiği, mesleğine sahip çıkan gazetecilerin var olduğu. Bugün hakkında “Eğer bir gün elime geçerse dilini keseceğim’ sözlerini söyleyen7https://journo.com.tr/sabiha-sertel-ilk-kadin-gazeteci Joseph Goebbels tarihin karanlık sayfalarına hapsolurken, gazeteci Sabiha Sertel ise gazetecilik yapanlara aydınlık bir mirası bırakıyor. Bizler de bu kalemi devralan gazeteciler olarak dün Sansür Yasası geçmeden önce de gazetecilik yapıyorduk bugün de yapıyoruz ve yarın da yapmaya devam edeceğiz.

Notlar:

[1] Roman Gibi, Sabiha Sertel 1919 – 1950, Anılar, Ant Yayınları, 1969

[2] https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/77857/249319.pdf

[3] http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46551.pdf

[4] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/480251

[5] http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/52169.pdf

[6] https://refleksiyon.org/sansur-yasasi/teklif-maddeleri-tablosu/

[7] https://journo.com.tr/sabiha-sertel-ilk-kadin-gazeteci

Esra Tokat
Author