CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisi özellikle AKP yandaşları tarafından ilgi ile takip ediliyor. Ne kadar kalacak, kiminle görüşecek, ne mesajlar verecek? Bu soruların yanıtlarını en fazla AKP’nin havuz medyası merak ediyor.
Daha doğrusu önden ifade ettiklerini doğrulayacak bilgi bekliyorlar. Kılıçdaroğlu’nun ABD’ye gideceği ilk duyurulduğunda hepsi tek bir ağızdan manşete taşımıştı: “İcazet almaya gidiyor”.
Nasıl demesinler? Kendi “yerli ve milli” reisleri de bu yollardan geçmişti sonuçta. Henüz belediye başkanı iken ABD’li elçi Abramowitz ve CIA ajanları Fuller ve Fides ile yemek yiyen de, AKP daha kurulmamışken ABD’yi ziyaret eden de Erdoğan’dan başkası değildi. Türkiye’deki yemekte Fethullah Gülen’e oturma izni konusunda kefil olunduğu ve Erdoğan’ın ABD ziyareti programında Gülen’in de yer aldığı yönündeki güçlü iddiaların aksi ise henüz kanıtlanmış değil.
Erdoğan yine AKP’nin iktidara geldiği ancak kendisinin siyasi yasaklı olduğu için aday olamadığı seçimlerden hemen sonra da bir ABD gezisi düzenlemişti. Oradaki temaslarda nelerin konuşulduğunu, hangi sözlerin verildiğini bilemeyiz elbette. Ancak geziden sonra işler değişmiş, dönemin CHP lideri Baykal’ın yol vermesi ile Erdoğan’ın siyasi yasağı kaldırılmış, saçma bir gerekçe ile seçimlerin tekrarlandığı Siirt’ten milletvekili seçilerek Başbakan olabilmişti.
***
Yine büyük bir ekonomik kriz döneminde gerçekleşecek seçimler öncesi yapılan bir ABD ziyareti ister istemez akıllara getiriyor: Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın izinden mi gidiyor?
CHP Genel Başkanı ise siyasi hiçbir görüşme yapmayacağını söyleyerek icazet iddialarını reddetmiş oldu. Sonlanmak üzere olan gezinin programı akademi çevrelerinin yanı sıra kendi ifadeleri ile “(i)nsan hakları alanında çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları, düşünce kuruluşları, yatırımcılar, sektör birlikleri ve sendikalar”ı kapsıyor.
Ancak bu kapsamda yapılan ziyaret dahi anlatıldığı kadar masum okunamaz.
Seçimlere hazırlanan bir partinin lideri, üstelik muhalefetin ortak Cumhurbaşkanı adayı olma iddiası ve çabası bu kadar belirginken, başka bir ülkeyi ziyaret ederse bu kendi başına siyasi bir anlam taşır. Hele bir de bu ülke dünyanın jandarmalığına soyunan Amerika Birleşik Devletleri ise siyasi anlamın içeriği de bellidir.
Kılıçdaroğlu hem ülkedeki patronlara hem de ABD yönetimine ve uluslararası tekellere ABD ekseninde ısrar eden bir Türkiye’nin sözünü veriyor aslında.
Emperyalist ABD’nin düşünce kuruluşlarına, “sivil toplum”una ve yatırımcılarına kendisini tanıtıyor, Erdoğan ile başlanan süreci devam ettireceğini kanıtlamaya çalışıyor.
“Siyasi olmayan” gezi kapsamındaki ziyaretlerden birinde Türkiye’nin savaşta Ukrayna’nın yanında olması gerektiğine yönelik ifadelerinin bu doğrultuda oldukça tehlikeli bir olasılığı işaret ettiğini de vurgulamak zorundayız. Türkiye’nin böyle bir pozisyon almasının anlamı ABD çıkarları için ülkemizin emekçilerinin daha fazla yoksulluk, açlık ve savaş ile karşı karşıya kalmasıdır. Yıkımdır.
Erdoğan’la gericilik yarıştırmaya doyamayan Kılıçdaroğlu şimdi de Amerikancılık ve maceracılık yarıştırmaya başlamış gibi görünüyor.
Amerikancılığın bir diğer ayağı ise yabancı yatırımcı arayışında kendisini gösteriyor. Ancak yabancı sermayenin Türkiye’ye girişi için çokça iddia edildiği gibi “demokrasi” yeterli olmaz. Yabancı sermaye için demokrasinin hiçbir önemi yoktur. Hatta mevcut iktidarın kalıcı olduğunu bilmeleri, onun küçük rüşvetler karşılığında kanun dışı imtiyazlar verebilmesi, sermayenin işine gelir.
Yabancı sermaye gireceği ülkeden ek güvenceler talep eder. Sosyal hakların gaspını ister. Yağmalanacak alanlar bekler.
Türkiye’den de beklenecekler bellidir. Tabi AKP döneminde yağmalanmadan bırakılan bir şey kaldıysa…
Kılıçdaroğlu, ABD gezisi ile birlikte vizyonunun 2002 AKP’sinin kötü bir kopyası olmaktan öteye gidemeyeceğini bir kez daha göstermiş oldu.
***
Oysa Türkiye’nin bambaşka bir istikamete doğru yol alması gerekiyor.
AKP’nin başında olduğu karşı devrim sürecini kurumsallaştırmaya değil tümden reddetmeye ve devrimci bir rotayı örgütlemeye ihtiyaç duyuyoruz.
ABD’nin çıkarları için savaşamayız. Türkiye’nin emekçi halkının çıkarlarının yalnızca barışta olduğunu görüyoruz.
Ülkemizin kaynaklarının yerli patronlar ve yabancı tekeller eliyle soyulmasına daha fazla sessiz kalamayız. Ekonomimizi kurtaracak olan kamucu ve eşitlikçi bir temelde, yani sosyalist bir kalkınma.
Ve hayır! ABD’ye göçmüş beyinler ile övünemeyiz. Türkiye dahil dünyanın çoğu ülkesine sınırsız gibi görünen imkânların neden yalnızca orada var olabildiğini sorgulamadan geçemeyiz. Bilimsel bir atılım yapmak istiyorsak önce emperyalist boyunduruktan kurtulmak gerek.
Bizim ABD’ye gitmeye değil, ABD emperyalizminin ülkemizden gitmesine ihtiyacımız var.