AKP gericiliğinin yarattığı tahribatın somutlandığı alanlardan biri genel olarak Türkiye ilericiliğinin, özel olarak ise sosyalistlerin ülke ile kurdukları bağların zayıflatılması oldu.
Bu durum sadece Türkiye’nin güncel durumu ile bağ kurmakta zorlanmayı değil aynı zamanda ülkenin tarihsel birikimine yabancılaşmayı ve memleketin geleceğine ilişkin umut beslemekte/hak iddia etmekte sergilenen bir zayıflığı ifade ediyordu.
Sıraladığımız düzlemler ile ilericilerin/sosyalistlerin bağının kopartılmasının ilk halkası gericiliğin güç ve etkisinin olduğundan büyük gösterilmesiydi. İkinci halka ise ilericiliğin tarihsel ve güncel birikiminin ilericiler/sosyalistler nezdinde de itibarsızlaştırılmasıydı. İlericiliğin kendi kökleriyle ve güncel beslenme kaynaklarıyla ilişkisi bu biçimde kurutulabilirdi. İlk görevi gerçekleştirmek gericilere, ikincisi ise liberalizme düştü.
İlkinden başlayacak olursak…
Gericiliğin rolü ve etkisinin abartılması, yeni bir tarih yazımını gerektiriyordu. Neredeyse Yavuz ve Abdülhamit’ten ibaret bir Osmanlı anlatısı ile İslamcı yanılsamalarının tarihsel köklerinin zayıflığını örtmeye çalıştılar.
Gerçekleştirmek istedikleri dönüşümün sonuç vermesi için tüm aktörlerin onların referansları üzerinden düşünmesini ve hareket etmesini sağlamak gerekiyordu. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına sevinen bir grup meczubun Türkiye toplumunun önemli bir ağırlığını temsil ettiğine düzen muhalefetinin tümünü ikna etmeyi başardılar.
Siyasal katılım, ülkenin geleceği hakkında söz sahibi olmaya değil, gericiliğin insaflı ve insafsız versiyonları arasındaki yarışta pasif destekçiliğe indirgendi. Yurttaş edilgen bir seçmen haline getirildi.
Bunlar ilericilerin/sosyalistleri genel olarak ülke ile bağının zayıflamasına hizmet ettiler. Ancak tek başına bu mekanizma kısıtlı bir etkiye sahipti. Liberalizm burada devreye girdi ve girmeye devam ediyor. Ve mesele sadece bir referandumda “Yetmez ama evet” demekten ibaret değil. Liberalizmin bozucu etkisi bu utanç verici sloganın çok daha ötesine uzanıyor. Bu etkiyi tarihsel birikim, güncel beslenme kanalları ve gelecek kurgusu düzlemleri üzerinden somutlamak mümkün.
AKP iktidarının özellikle ilk yarısında liberaller ülkenin geçmişinde ilericilik adına ne varsa hedef aldılar. İlericileri/sosyalistleri, geçmişe ilişkin doğru bildikleri her şeyin aslında yanlış olduğuna ikna etmeye çalıştılar. Ülkenin tarihine bakışta sınıfsallığın rafa kaldırarak yerine merkez/çevre, ceberut devlet/toplum gibi gerilim eksenlerini yerleştirmeye çabaladılar.
Aynı yaklaşım etkilerini güncelliğe bakışta da gösterdi. Laiklik, yurtseverlik, kamuculuk… İlericilerin tüm değerlerine özgürlükçülük/demokratlık adına savaş açıldı.
İlericilerin memleketi yönetme iddiasına sahip olması “tepeden inmecilik” olarak nitelendirilerek eleştirildi. İktidar iddiasını kaybedenlerin ülkenin geleceği ile olan bağlarının da zayıflaması kaçınılmazdı.
Neyse ki tablo bunlardan ibaret değil. Türkiye’de yukarıda bahsettiğimiz tahribata direnen önemli bir devrimci birikim var. Bu birikimi temsil edenlerin önünde duran görev ise açık: Türkiye’de ilericilerin/sosyalistlerin ülkeyle olan bağlarını yeniden inşa etmek. “Bu Memleket Bizim” demek…