“Dün itibariyle kayyum Melih Bulu’nun bu göreve devam edip etmeyeceği tartışması bitmiştir. Üniversiteyi yönetemeyeceği bir kez daha ortaya çıkan Bulu’nun o göreve devam etmesinin imkanı kalmadı. Mesele artık Bulu’ya görevden ne zaman ve hangi biçimde el çektirileceğiyle ilgili.”1 Deniz Ali Gür, “Aşağı Bakmayanlar Tarih Yazıyor,” Dsosyal, 2 Şubat 2021, Kaynak: https://devri.me/i26gr

Bu satırlar, yazıldığı 2 Şubat’tan 5 ay sonra, yani kayyum Bulu’nun “krizin biteceğini öngördüğü” 6 aylık süre zarfında resmen doğrulandı. Zamanlama ve görevden el çektirilme biçimiyle ilgili belirsizliği ortadan kaldırarak…

Yazar müneccim değil. Tarihin 15 Temmuz’a döndüğü saatlerde yayımlanan Resmi Gazete’deki kararların altında tek başına imzası olan tek yetkilinin şahsı yahut maiyetiyle teması da yok. Gelmekte olanı görmek için bunlara değil, mücadele etmeye ve mücadelenin doğasını kavramaya ihtiyaç var.

Melih Bulu’nun göreve devam etme olasılığının kalmadığını saptadığımızda üniversite bileşenlerinin direnişi bir ayı geride bırakmıştı. Boğaziçi Üniversitesi son yılların en kitlesel öğrenci eylemlerinin yanında son birkaç on yılın en kararlı akademi mücadelesine tanık oluyordu. Kampüste çığ gibi büyüyen itiraz sokağa taşıyor, sokakta da aynı akıl, cesaret ve kararlılıkla sürdürülüyordu. Üstelik bu itiraz Bulu’nun şahsıyla sınırlı kalmayıp politikleşiyor, Türkiye’deki karşı devrim sürecinin en önemli saldırılarından biri olan rektör seçimlerinin kaldırılmasını tartışmaya açıyor, rektör seçimi talebini kamuoyuna mal ediyordu. Direnişin tek bir üniversiteyle ya da genel olarak üniversite camiasıyla sınırlı kalmayıp toplumun tamamında tartışılıp önemli bir bölümünün desteğini kazanması tüm bunların ortak sonucu oldu.

Daha ayrıntılı bir muhasebeyi Boğaziçi’ndeki direnişin özneleri yapacaktır. Kayyumun gidişinden itibaren yapılacakları, kağıt üzerinde seçimsiz olan atama prosedürü karşısında alınacak tutumu ve Bulu’nun bir başka varyantının atanması halinde atılacak adımları da… Burada Boğaziçi direnişinden çıkarılacak mücadele derslerine kafa yoracağız.

Büyük ölçüde unutulmuş olsa da direnişin ilk günlerinde duyduğumuz, bundan sonra da başka mücadele başlıklarında duyma ihtimalimiz olan “elitizm” ve “ayrıcalık” söylemlerine kulak asmamak ilk ders olsun. Boğaziçi direnişine “tuzu kurular,” “elitler,” “kendilerini ayrıcalıklı sananlar” gibi sol görünümlü burun kıvırmaların hayatta bir karşılığı yoktu. Çoğunluğunu emekçi çocuklarının oluşturduğu farklı kesimlerden gençlerin torpille, referansla, parası neyse ödeyerek değil öyle ya da böyle nesnel başarı kriterleriyle girdikleri bir üniversiteyi bu gerçeği görmezden gelerek “elit” diye yaftalamak zevzeklikten başka bir şey değil. Haklarımız ve geleceğimiz için mücadelede öncelikle emekçi yığınların örgütlü gücüne, buna ek olarak da yeni bir ülke ve yeni bir dünya tahayyülünü olgunlaştırmamızı sağlayacak bilimsel ve kültürel gelişkinliğe ihtiyacımız var. Bu ikinci ihtiyacı görmezden gelen, halk için mücadeleyi halkın bugünkü ortalamasını kabullenmek sanan, gerici dayatmaları ve vasatlık övgüsünü “halkın değerleri” diye meşrulaştıran sözde “anti-elitizm” bizden uzak olsun.

Gerici dayatmalar demişken… AKP’li yılların hasarlarından biri de siyasetin sandığa indirgenmesi oldu. İtirazın tek yolunun sandık olduğu, sandıkta kazananın istediğini yapma hakkını elde ettiği, sandıkta kazananın tasarruflarına itiraz etmenin meşru olmadığı yanılsamaları gereksiz yaygınlaştı. Direniş başlar başlamaz üniversitelilere “Bekleyin, seçimleri kazandığımızda rektör seçimini getireceğiz” diye seslenenlerin yaptığı, kayyuma karşı mücadele edenlerin zamansız harekete geçtiğini, tepkilerini bir sonraki seçimde muhalefetin adaylarına oy vermekle sınırlamaları gerektiğini ima etmek oldu. Üniversite bileşenleri mücadeleyi sandığa indirgemeyip kendi iradesiyle ortaya çıkarak, kayyuma itiraz etmek için seçimleri beklemeyerek kazandı. Mücadeleyi sandığa indirgeyen, yurttaşlıktan feragat edip seçmene indirgenmeyi kabul edenler yenilmeye mahkum. Ancak seçmenlikle yetinmeyip örgütlü yurttaşlar olmayı tercih edenler kazanabilir.

Provokasyona gelmeyincileri de unutmamalı… Üniversite bileşenlerine danışmadan kayyum atayana, üniversite kapısına kelepçe vurana karşı kararlı mücadele en doğal hak ve görev. Yandaş medya, trol ve kolluk kuvveti marifetiyle çıkarılan provokasyonlara göğüs germek dururken öğrencileri provokasyonla suçlayan, reşit birer yurttaş olan üniversitelileri üstü kapalı ailelerine şikayet edip “Çocuğunuzu eyleme göndermeyin” imasında bulunan muhalefet anlayışı ise sırtımızdaki kambur. Yurttaşların örgütlenip kendi taleplerini oluşturmaları, oluşturdukları talepleri kamuoyuyla paylaşmaları ve bunun için gerekirse yönetimin haksız saldırılarına karşı fiili ve meşru direniş göstermeleri provokasyon değil, yurttaşlık görevidir. İçinde bulunduğumuz cendereden çıkışın anahtarı tam da buradadır.

Farz edelim, üniversite bileşenleri kayyumun görevden alınmasının ardından “Bakalım ne olacak” diye beklemektense bir araya gelip yeni bir yol haritası oluştursa… Atama usulünü baypas etmek için rektör adayları dosyalarını YÖK’e değil üniversite kamuoyuna sunsalar… Ardından üniversite bileşenlerinin önüne sandık konulsa ve üniversite bileşenleri, sandıktan çıkan rektör adayının arkasında dursa…

Üniversiteye takılan kelepçeyi sökenlere selam olsun. Darısı memleketin başına…

Notlar:

[1] Deniz Ali Gür, “Aşağı Bakmayanlar Tarih Yazıyor,” Dsosyal, 2 Şubat 2021, Kaynak: https://devri.me/i26gr