Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın halkın oylarıyla seçildiği iki seçim geride kaldı.
2014’te yapılan ilk seçimlerde sosyalist solda iki ayrı yönelim ortaya çıktı: Boykot ve HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş’a destek verme.
Boykot tercihi, AKP karşıtı geniş kitleler içerisinde de somut bir karşılık bulmuştu. Ancak, sosyalist sol bu somut karşılığı örgütlü kılmakta ve politik olarak temsil etmekte yetersiz kaldığı ölçüde bu tablodan sol adına kalıcı bir bakiye üretilmesi mümkün olmadı.
Öte yandan, Ekmeleddin İhsanoğlu adaylığı nedeniyle ortaya çıkan tepki sadece boykot seçeneğine yönelmedi. HDP adayı Demirtaş da bu tepkinin bir bölümüne seslenmekte başarılı oldu. Bu başarı, HDP’nin bir sonraki seçimlerde yüzde 10 barajını aşmasının da zeminini hazırladı. Ancak, tek sonuç bu değildi. Demirtaş’ın yakaladığı rüzgar, sosyalist solun daha geniş bir kısmını HDP eksenine yakınlaştıran bir işlev gördü.
2018’de yapılan ikinci seçimlerde, herhangi bir sosyalist özne aday çıkarmaya bile yeltenmedi. Sonuç, sosyalistlere yönelebilecek oyların CHP adayı Muharrem İnce ile HDP adayı Demirtaş arasında bölüşülmesi oldu.
Üstelik bu ikinci seçim öncesinde yapılan 2017 Anayasa Referandumu ile hükümet sisteminde bir değişikliğe gidilmiş ve Cumhurbaşkanlığı yürütme yetkisini bütünüyle üstlenen bir makam haline getirilmişti. Dolayısıyla, sosyalistlerin 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde sergilediği atalet, doğrudan doğruya ülkeyi yönetmeye talip olmama anlamını da taşıyordu. Ülke siyasetinde tartışmasız olarak en kritik makama aday olmamak, sosyalizmin CHP ve HDP’nin dışında alternatif bir siyasal çizgi ve iktidar projesi olarak kavranmasını da güçleştiriyordu. Hem geniş kitleler hem de sosyalist solun kadroları nezdinde…
Sosyalistlerin aday çıkarma konusundaki çekingenliğindeki tek etken CHP ve/veya HDP’den ayrı bir çizgiye yerleşme arayışının yokluğu değildi. Cumhurbaşkanı adayı çıkarmak için gereken 100 bin imza da aday çıkarma yönünde mütereddit kalınmasına kapı aralamıştı.
Ancak, 2018 seçiminin hemen öncesindeki gelişmeler, sosyalistlerin tereddütte kalmayıp aday çıkarması halinde rahatlıkla gereken imza sayısını yakalayacağını gösterdi.
Sonuç olarak, sosyalist bir siyasetin halk kitlelerinde karşılık bulabileceğine olan inançsızlık ve bununla bağlantılı olarak ortaya çıkan özgüvensizlik kritik bir uğrağın daha boş geçirilmesine yol açtı.
Biri Haziran Direnişi’nin yalnızca bir, diğeri ise beş sene sonrasında gerçekleşen bu iki seçimde sergilenen başarısızlık, sosyalist hareketin bağımsız bir seçeneği ifade etme gücünü de giderek ortadan kaldırdı. Sosyalizm neredeyse Millet İttifakı ile HDP arasında salınan bir kenar süsüne indirgendi.
Sosyalist hareketin kendisini seçim düzlemine dayatamamış olması yalnızca hareketin kendisine değil, toplumsal muhalefetin bütününe da ciddi zararlar verdi. Sosyalistlerin bahsettiğimiz seçimlerde ayrı bir seçenek ortaya koyamaması, siyaset düzleminin tümüyle düzen içi seçenekler üzerinden şekillenmesi sonucunu doğurdu. Toplumda düzen dışı arayışlara olan ihtiyacın boğulması sürecini hızlandırdı.
Karşı devrimci iktidar, her koldan bastırırken muhalefet rolünün tamamen düzen içi aktörlere teslim edilmesi gerici dönüşümlerin kanıksanmasına yol açtı. Bu dönemde sendikaların örgütlülüğü azaldı, meslek örgütlerine yönelik dağıtıcı girişimler kanunlaştı, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı. Saldırılar giderek artarken, saldırılar karşısındaki toplumsal direnç, düzen muhalefetinin kuşatıcı etkisiyle potansiyelinin çok gerisinde bir etki yaratabildi. Bırakalım yeni kazanımlar elde etmeyi, eldeki mevzileri korumak dahi güç bir hale geldi. Gidişatı tersine çevirmeye yönelik bir irade, bu yöndeki beklentileri siyasal alana yeniden taşıyacak bir araç olarak da Cumhurbaşkanlığı seçimlerini görmek zorunda.
Türkiye’de sosyalizm mücadelesi, “düzen muhalefetinin radikal rengi” olmaya veya başka öznelerle dayanışmaya indirgenemeyecek kadar köklü bir birikime sahip. İhtiyacımız olan, bu birikimin hakkını verecek akılcı, cüretli ve kararlı bir yeniden kuruluş iradesi.
Türkiye’de sosyalist siyaset yapılır.
Ülkede tek yetkili makam haline getirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, kendi siyasi programımızı, iddialarımızı ve önerilerimizi örgütlemenin bir düzlemi haline getirerek.
Giderek önemsizleşen meclis ile ilgili hesaplara sıkışmadan, sosyalizmin ülkeyi yönetme iddiasına sahip bir iktidar projesi olduğunu hatırlayarak ve hatırlatarak.
Emekçi halk kitlelerini edilgen bir seçmene indirgeyenlerin karşısında seçimleri, seçmenden daha fazlası olmaya çağırmanın aracı kılarak.