“Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm!
Paranın padişahlığını,
karanlığını yobazın
ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm!”
Nazım
Yarın 1 Mayıs.
İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününde emekçilerin kendi günlerini kutlaması bir yana şöyle bir nefes almak için dışarı çıkması dahi yasak. 1 Mayıs veya önceki ya da bir sonraki gün fark etmez. Hepsi aynı. İşçilerin, o da halen çalışacak bir işleri var ise tabi, çalışmaları yani patronlar için işe gitmeleri serbest. Açık havada kendileri ve aileleri için dolaşmaları yasak.
Mahalledeki parkta hiçbir risk taşımadan iki tur atmak yasak. Sabahın köründe hınca hınç dolu otobüsle işe gitmek serbest, hatta zorunlu.
Tam kapanma deniyor ama dişliler dönüyor. Fabrikalar açık. Mesai sonunda ise alışveriş yapamaz işçi. O saatte marketler kapalı.
İşsiz kaldıysa ne yaptığını soran yok elbette. Otursun evinde. Tabi eğer oturabileceği bir evi varsa. O da yoksa hemen ceza kesilir.
“Salgın zengin fakir ayırt etmiyor” romantizmi biteli çok oldu. Salgından kendisini koruma şansı olmayan emekçi, yakalandığında doğru düzgün sağlık hizmeti alamayan yine emekçi.
Bir çırpıda sayabildik. Salgın tabloyu berraklaştırdı: İşsizlik ve kârlar birlikte rekor kırıyor.
Bir sömürü düzeni olan kapitalizm, toplumun çoğunluğunun yaşamı pahasına varlığını sürdürüyor. “Bizi pandemi değil bu düzeniniz öldürüyor.” Paranın padişahlığı salgını önlemek bir yana yangına benzin döküyor.
Salgın, emekçilerin tepesine daha fazla binmek için bir bahaneye dönüşüyor ve belki de çoktan dönüştü bile.
Dolayısıyla 1 Mayıs’ın yasaklanmasına karşı verilen mücadele yalnızca yılın bir gününde eylem yapma yasağına karşı mücadele anlamına gelmiyor. Yasağınızı tanımıyoruz demek aynı zamanda işçilere reva görülen modern kölelik koşullarına karşı bir başkaldırı çağrısı olarak da değer kazanıyor.
1 Mayıs ve Laiklik Mücadelesi
AKP’nin aldığı tüm kararlar patronların ihtiyaçlarını karşılamaya yarıyor. Üstelik sağlanan yalnızca bugünü kurtarmak değil, yarını da güvence altına almak istiyorlar aynı zamanda. Bu hedef için en önemli silahları ise gericilik.
Her gün başka yalan söylüyorlar. Bir gün bir tanesi açığa çıkıyor, öbür gün diğeri. Hiçbirinde sorumluluk kabul etmiyorlar. Suçu atacak birilerini bulurlarsa ne ala. Olmadı konu hiç açılmamış gibi davranıyorlar. Bu sahtekârlığın bugün olmasa bile yarın düzen açısından büyük sorunlara yol açacağı kesin. Şimdi devlet aygıtının gücü ile idare ediyorlar belki, ya sonra?
Sonrası için başka bir araca ihtiyaç var. Yobazın karanlığı burada devreye giriyor. İşçiler olan bitenin sorumlusunu anlayamasın diye dinci gericiliği pompalıyorlar. Durumu fark eden işçi mücadeleye atılamasın, örgütlenemesin diye tarikatları besliyorlar. Emekçileri her koldan sarmaya yarayacak hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. Toplumu kendi dinci ideolojilerine uygun hale getirmekten bir an olsun vazgeçmiyorlar.
“Tam gibi” kapanmanın bayram öncesine denk getirilmesi, konuyla hiçbir alakası olmamasına karşın içki yasağı ilan edilmesi işte bu yüzden önemli. Ve yine bu nedenle, iktidarın aklı “muhalefet” gibi çalışmıyor. “Zaten zor durumdayım, bir de insanların yaşam tarzına karışırsam onlardan hiç oy alamam” demiyor. Tam tersine basıyor gaza. Çünkü adı gibi biliyor. Çizgiyi ne kadar ileri çekerse, ne kadarını bu topluma dayatabilirse; sömürü düzeni de kendisi de o kadar kalıcılaşacak. Tersine emekçiler nerede dur derse, nerede geri adım attırırsa bu düzenin zayıf karnı orası haline gelecek.
Emeğin ve aydınlanmanın düşmanları aynı olduğu gibi ikisinin geleceğe uzanabilecekleri rota da aynı. Emeğin iktidar olması, işçi sınıfının bu dünyada iktidarı fethetme kararlılığı olmaksızın mümkün değil. Artık iyice belli oldu ki laikliğin varlığı da, emeğin iktidarı için, yani sosyalizm için verilen mücadelenin zaferine sıkı sıkıya bağlı.
O halde,
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın Laiklik!
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!