18 yılı aşkın süredir Türkiye’yi yöneten iktidar partisinin kendisi açısından birçok zorluğu atlattığı bu uzun dönemde kimi hamleleri alışkanlık haline getirdiğini, belirli alanlarda düzenli olarak tekrarladığı davranış kalıpları ürettiğini ve bunlar üzerinden belirli başarılar da elde edebildiğini söyleyebiliriz. Bunlardan üç tanesi geçtiğimiz haftalarda farklı görünümlere sahip olsa da özünü koruyarak yeniden gündeme alındı: Anayasa tartışmaları, uzay programı ve Gara operasyonu. Önceki dönemlerden farklı olan ise bu sefer öne çıkan başlıkların geçmişteki etkilerini yaratmaktan uzak oluşu idi.
İktidar partisi açısında yasalar her dönemde arkasına sığınılacak bir bahane olarak gösterilebildi. Ülkeye dair “vizyon”larını gerçekleştirmesinin önüne geçen, ellerini kollarını bağlayan kurallardan şikâyet etmek kimi başarısızlıkları buralara yıkmaya yaradığı gibi; bu alana ilişkin değişiklik önerileri de iktidarın toplumsal tabanını dinamikleştiren ve bir dava etrafında birleştiren önemli başlıklar olarak değer kazandı. HSYK’yı Fetullahçılara teslim etmek ve kirli ittifakın önündeki tüm yasal engelleri kaldırmak için gerçekleştirilen 12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği Referandumu bu sayede “vesayet”i ortadan kaldırmak olarak pazarlanabildi, ülkenin gidişatına ilişkin gerçeklik tersyüz edilerek sunulabildi. Başkanlık sistemi de yine benzer bir biçimde demokratikleşmenin önündeki engellerin kaldırılması oluverdi. AKP, hem iktidara geldiği günden beri 28 Şubat süreci üzerinden belirli bir düzeyde asker karşıtlığını barındırdığı hem de başkanlık sistemi konusunda en başından beri bir doğrultuya sahip olduğu için kadrolarını ve tabanını bu süreçlerde motive etmekte hiç zorlanmadı.
Bahsedilen dönüm noktalarından ilki toplumun gözünde ekonomik olarak başarılı görülen bir iktidar döneminde geçilirken, ikincisi ise kötü gidişattan çıkarma iddiasına sahip ve henüz inandırıcılığını koruyan bir AKP liderliğinde atlatıldı. Bugün ise hem kendi tabanı üzerinde dahi inandırıcılık sorunu yaşayan bir iktidar var, hem de Anayasa tartışmaları geçmiş dönemden farklı olarak programatik bir temelden yoksun. Dolayısıyla, AKP’nin davranış kalıplarına uyan bu değişiklik önerisi geçmişten farklı olarak nesnel zeminini yitirmiş, Türkiye’nin politik ihtiyaçları ile büsbütün uyumsuz hale gelmiş; öneriyi ortaya atana ise güven ciddi ölçüde zedelenmiş durumda. Şu haliyle Anayasa değişikliği tartışması basit bir matematik hesabına sıkışmış bir biçimde yarın öbür gün lazım olur düşüncesi ile masada tutulacak gibi görünüyor. Değişikliğin gerçekçilikten şimdilik uzak olması ise elbette tehlikeyi ortadan kaldırmıyor. Zaten Anayasa’ya uymamayı kural haline getirmiş bir iktidarın herhangi bir doğrultu ve önerme olmadan değişiklik talebini ortaya atmış olması, Anayasa fikrine zarar veriyor, Anayasasızlaşma sürecine hız kazandırıyor.
Uzay araştırmaları da yine geçmişten gelen başka bir yöntemin, projeciliğin uzantısı olarak görülebilir. Deprem vergileriyle yapılan duble yollar, kentsel dönüşüm bahanesiyle yağmalanan değerli araziler, bütçenin hali hazırda en büyük gider kalemlerini oluşturan geçiş garantili köprüler, hasta garantili hastaneler, havaalanları ve niceleri… Neyse ki henüz hayata geçmemiş olan Kanal İstanbul ile birlikte bu çılgın projeler ülkenin geleceğini karartırken kısa vadede ekonomiyi de canlandırıyordu. Pastanın büyüğünü yandaş sermayedarlar yerken, yaratılan büyük balonlar ortalama vatandaş için işlerin iyi gittiği izleniminin oluşmasını sağlıyordu. Yasal değişikliklerin kitle için yarattığı manevi hedef, “en büyük” inşaatlar sayesinde elle tutulabilir, gözle görülebilir somut başarılarla tamamlanmış oluyordu.
Bugünün projesi de yine yandaşa açılacak ihaleler ile kaynak aktarımı, kısa vadeli de olsa ekonomik canlanma ve Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılanlar sonrası açığa çıkan bilim düşmanı karakteri gizleme amacı ile ortaya atıldı. Ancak zemin bu başlık için de müsait değil. Yıllardır bitmeyen yağmanın sonucunda ülke ekonomisinin durumu felaket. Projenin nasıl olacağı, yandaşa akıtılacak kaynağın finansmanının nereden elde edileceği belirsiz. Yarını nasıl çıkaracağını düşünmekle meşgul olan halk için ise bu tarz “müjde”ler uzun zamandır inandırıcılığını kaybetmiş durumda.
Gara operasyonun gündeme getiriliş biçimi de yine uzunca bir süredir AKP tarafından izlenen bir yöntemle örtüşüyor: Muhalefetin bir bölümünü kriminalize et, kalanını peşine tak. Ergenekon, Balyoz, Odatv, Devrimci Karargâh gibi davalarda HDP’nin öncüllerini yanına alarak çeşitli direnç odaklarını dağıtan AKP zaten bir süredir geçmişte düşman olduğu unsurlarla birlikte eski ortaklarına saldırı üzerinden alan kazanıyor; başta İYİP olmak üzere yer yer CHP’yi de yanına alarak iktidarının ömrünü uzatıyordu. İktidar tarafından muhalefetten alınan desteğin vahşice kullanımına ilişkin en yakın örnek için Boğaziçi Üniversitesi’nde Kâbe fotoğrafı üzerinden üretilen provokasyonu hatırlamak yeterli.
Diğer başlıklarda olduğu bu alanda da AKP istediğini alamadı. Düzen muhalefeti bu kez iktidara istediğini vermedi ve karşı saldırıya geçti. İktidar bloku içerisinde bir süredir kendisini açıkça gösteren yarılma, muhalefetin seçim merkezli stratejisinde HDP’nin taşıdığı özel önem ve bu başlıkta da iktidara yol verilmesinin ciddi sonuçlar çıkaracak olması, ABD’de yaşanan iktidar değişikliği gibi faktörlerin bu tavırda etkili olduğunu düşünebiliriz. Elbette çeşitli provokasyonlara ve terör tertiplerine açık bu başlıkta mevcut durumun devam edeceği konusunda muhataplardan herhangi birisine güvenmek mümkün değil. Ancak ekonomik olarak önünü göremeyen, siyasal olarak herhangi bir hedefe yöneltilemeyen Türkiye toplumunun bu başlıkta da iktidara istediği zemini sağlamaktan uzak kalmış olmasını önemsemeliyiz.
AKP bir süredir gerçeklikten kopmuş, ne yaptığını bilmeyen bir görüntü veriyor. Her gündeme gelişine saldırıyor, hangi imkânı bulursa onu deniyor. Ancak bu durum sıklıkla ima edildiği gibi Erdoğan-Bahçeli ikilisinin ya da iktidarın herhangi bir aktörünün aklını yitirmiş olmasından değil toplumsal zemindeki ciddi değişimden kaynaklanıyor. Özetle AKP bildiğimiz AKP olmaya devam ederken Türkiye onların bildiği Türkiye’ye artık pek de benzemiyor.