Birçok konuda tartışıyoruz. Kuralları, yasaları konuşuyoruz. Politikalar, hedefler öneriyoruz. Taleplerde bulunuyoruz. Ancak işin sonunda varacağı yer yönetenin kim olacağı oluyor. Çünkü o yasaları da yargıyı yönetenler yorumluyor. Politikaları hükümetler uyguluyor. Talepleri yönetenler hayata geçiriyor ya da bazen reddetme gereği bile duymadan hayata geçirmiş gibi yapıyor. Sonuç olarak gerçekten kaçamıyoruz: Kimin yönettiği önemlidir.
Boğaziçi Üniversitesi için de durum bu. Öğrencilerin ve akademisyenlerin haklı talepleri rektörün üniversite bileşenlerince seçilmesi yönünde. Bir önceki rektörlük atamasında da Boğaziçi’nde yine aynı tepki ortaya çıkmış ancak bu denli kitleselleşememişti. İktidarın üniversite özerkliğine katlanamadığını, Türkiye’deki her alan gibi burayı da kurutmaya niyetli olduğunu hepimiz biliyorduk oysa. Dedik ya yöneten önemli. Koskoca Boğaziçi Üniversitesi’ni kuralların işlediği bir ülkede bırakın rektör olmayı, üniversitede adı dahi anılamayacak bir intihalciye yönettirmeye kalkarsanız tepkisi de ona göre olur.
İçişlerini ise tek vasfı ona buna hakaret etmek olan “sapkın” bir kabadayı yönetiyor. Yönetenin ülkesine alabildiğine uzak ve gençlerin düşünce dünyalarını kavrama yeteneği kıt olduğunu dikkate alınca yaşadıklarımız daha da rahat anlaşılıyor. LGBTİ+ düşmanlığı üzerinden kurduğu vahşi denklemin toplumda beklediği karşılığı göremeyeceğini bilmeyen yönetici, üç beş sarıklı meczubun hayatına mana katarken toplumun büyük bir kesimini gözünü kan bürümüş cahillere hedef gösteriyor. Baskı bugünkü iktidarın bir gerçeği. Ancak şuursuzca öğrenci itip kakan polisin videosunu savunma olarak göstermeyi ancak bu düzeyde bir yöneticinin aklı kesebilir.
Ülkenin sağlığını bir patrona emanet ettiğinizde sonuç üç aşağı beş yukarı bellidir. Koruyucu önlemlerin yerini özel hastanelerin ihtiyaçları alırsa salgına hazırlık yapılamaz. Derdi müteahhit kollamak olan yöneticiler kaynakları şehir hastanelerine gömerler. Uluslararası tekellerin şahsi “hediye”lerine pek düşkün olanlar kamuya ait aşı ve ilaç endüstrisini yok ederler. Planlamaya ölesiye düşman olanların yönettiği sağlık alanı, elbette her gün yalan söylemeyi ve bilgi saklamayı bir de üstüne vatandaşa nasihat çekmeyi gerektirir. Paradan başka hiçbir değeri olmayanlar salgını yönettiğinde iktidar partisinin kapalı mekân toplantıları ve gerici mitingler aksatılmazken emekten ve aydınlanmadan yana her türlü çıkış salgın gerekçesiyle yasaklanabilir.
Sahte diplomalı yobazların yönettiği ülkede üniversite kurumu varlığını uzun süre devam ettiremez. Sahtekarlık ve bilim düşmanlığı merkezde olduğunda çürüme en büyüğünden en küçüğüne tüm alanları sarar. Emeğin, özverinin ve liyakatin yerini kayırmacılık ve tarikatlar alır. Anayasa tartışmalarını kimin yönettiği de önemlidir. 18 senede ülkenin tüm değerlerini kurutanlar için yeni yasalar keyfi hamlelerinin önündeki engellerin kaldırılması, karşı çıkmanın yasaklanması ve sömürünün katmerlenmesi dışında bir anlam taşımaz. İçeriğine görmeye bile gerek yok. AKP ve yancılarının yönettiği hiçbir tartışmadan bu ülkeye en ufak fayda gelmez.
Muhalefeti kimin yönettiği de önemlidir. Mevcut düzenle öyle veya böyle bağı olanların yönettiği muhalefet kendi başına pozisyon alamaz. Türkiye’nin umudu olan direnişe iktidar saldırdığında buyurun kafalarına vurun demeden geçemez. Hukuk tanımayanlar, seçim meçim dinlemeyenler ülkeyi idare etmeye devam eder eğer hâlâ oy hesabıyla yetinmeyi becerebilenler yönetiyorsa muhalefeti. Hak ve hukuk mücadelesi nedir bilmeyenlerin yönettiği muhalefet, iktidarla çarpışacağına 18 yaşını geçmiş yurttaşın ailesine çocuklarınızı eve çağırın telkininde bulunur ancak.
Direnişi kimin yönettiği de önemlidir, direnişçilerin ülkeyi yönetme iddiası da. Okullarına ve ülkelerine sahip çıkmayı her şeyin önüne yazanların söz sahibi olması sayesinde bu baskı döneminde ortaya konulabilirdi böyle bir çıkış, öyle de oldu. Tüm provokasyonlara rağmen duruşunu koruyabilenler sıyrılabilirdi sağlı sollu saldırılardan. Tam da bunu yaptı Boğaziçililer. Gezi’den öğrendiklerimizden birisi geleceğe dair hiçbir kişisel hesabı olmayan, temiz beklentilerle sokağa çıkmış yığınların bu saldırıları göğüslemekteki becerisiydi. Ancak aldığımız başka bir ders de bu yığınların örgütsüz oluşunun sonuca olan etkisiydi. Kendisini örgütleyemeyen, yönetmeye aday olamayanın talepleri de sallantıda kalabilirdi ancak.
Yalnızca Boğaziçi bileşenleriyle sınırlı kalmayan, Türkiye’nin çeşitli üniversitelerine ve şehirlerine yayılan bu mücadeleden kalıcı ve düzenin dışına uzanan bir birikim elde etmek için örgütlenmeye ve ülke yönetimine talip olmaya ihtiyaç var. Akademi için olduğu kadar ülkemiz için de… Aşağı bakmayı reddedenler ancak bu sayede mücadeleyi iktidarın sıkıştırmak istediği kültürel ve dini çatışma ekseninin ötesine taşıyabilir; eşitlik, özgürlük ve laiklik kavgasını zafere bir adım daha yaklaştırabilirler.