Boğaziçi Üniversitesi’nde tarihi bir dönem yaşanıyor. İktidar işi gücü bıraktı, sabah akşam ülkenin bu köklü üniversitesiyle kavga ediyor. Atadıkları kayyum kontrolü iyice kaybetti, dört yıl boyunca yöneteceğini iddia ettiği kurumun bütün bileşenlerine savaş açıyor.
Şirin gözükme çabaları fayda etmeyince sesini kesip kendini unutturmaya bakan kayyum haftalar sonra yarattığı bir bahaneyle üniversite öğrencileri arasında nefret ve düşmanlığı kışkırtacak bir Tweet atıp insanları cinsel yönelimleri nedeniyle hedef gösteriyor.
Sonra Valilik ve İçişleri Bakanı devreye giriyor, ayrımcılık temelinde nefrete devam ediliyor, polis Güzel Sanatlar Kulübü’nde resim ve LGBT bayrağı arıyor.
Sonra AKP’li Cumhurbaşkanı’nın kapalı salonları “hınca hınç doldurdukları” için teşekkür ettiği, Beyazıt Meydanı’nda Boğaziçi’nin hedef gösterildiği bir eylemin yapıldığı saatlerde eyleme katılmak için kampüse giden öğrenciler “toplu yürüdükleri” gerekçesiyle polis saldırısına uğruyor. Tabii tek suçları bu değil, bir de aşağı bakmamışlar. Demek ki adrese teslim ihalelerle devletin kasasını hortumlamayı, oturdukları yerden sağa sola parmak sallayarak beş tane maaş almayı bilmedikleri gibi biat etmeyi, yalakalık etmeyi, boyun eğmeyi de bilmiyorlar, üniversitelerini savunmaya giderken başları dik yürüyorlar, suçları büyük!
AKP iktidarı ve kayyum Melih Bulu kontrolü kaybetmiş durumda. Üniversitenin abartısız tamamının karşı olduğu gayrimeşru bir atamayı kabul ettirmek için bir süre kulaklarının üstüne yattılar, olmayınca da yarattıkları bir bahaneyle tekrar saldırıya geçtiler. Bugüne kadar Boğaziçi direnişinin gücünü ve meşruiyetini zayıflatmak için birkaç kez denedikleri provokasyonlara bir yenisini eklediler.
Gelinen noktada hiç kimse Melih Bulu’nun rektörlüğü hak ettiğini, rektörlük için doğru kişi olduğunu söyleyemiyor. Bulu da dört yıl boyunca yöneteceğini iddia ettiği kuruma yanında polis ordusu olmaksızın girip çıkamaz halde.
Bulu üniversitede o kadar gayrimeşru ki, birlikte çalışacak insan bulamıyor. Kontrolü o denli kaybetti ki, birlikte çalışmaya sıcak bakan akademisyenler bile kendisiyle yan yana görüntü vermek istemiyor. Rektör danışmanlığına atandıktan sonra görevi kabul etmeyeceğini duyuran DEVA Partisi kurucu üyesi Oğuzhan Aygören’in açıklamasını dikkatli okuyun, kayyuma da onunla aynı yönetimde yer almaya da ilkesel bir itirazı yok. Kendisine rektörlük danışmanlığı önerilince “birçok kişi ile görüşüp istişare ettiğini” ve devamında “rektöre önce Senato ve ÜYK (Üniversite Yönetim Kurulu) üyeleri ile iletişim kurmasını ve sonrasında rektör yardımcılarını belirlemesini önerdiğini,” rektör diye andığı kayyumla “şeffaf ve samimi bir iletişimle diyalog kurmaya devam ettiğini” anlatıyor. Bu yazı yazıldığı sırada rektör yardımcılığına atandığı duyurulan Gürkan Kumbaroğlu’ndan ise henüz olumlu ya da olumsuz bir açıklama gelmemişti.
Dün itibariyle kayyum Melih Bulu’nun bu göreve devam edip etmeyeceği tartışması bitmiştir. Üniversiteyi yönetemeyeceği bir kez daha ortaya çıkan Bulu’nun o göreve devam etmesinin imkanı kalmadı. Mesele artık Bulu’ya görevden ne zaman ve hangi biçimde el çektirileceğiyle ilgili.
Boğaziçi’ndeki direniş, gençlik mücadelesinin ve ülkenin bütününe umut vermenin yanında üniversitenin tarihinde de bir kırılmaya işaret ediyor. “Eski Türkiye”nin dengelerinde Boğaziçi Üniversitesi özgün konumuyla daha ayrıksı kabul edilir, ülkenin genelindeki taraflaşmaların görece az karşılık bulduğu bu üniversite görece korunaklı bir alan olarak kalırdı. Üniversite kamuoyunda da bu korunaklı olma halinin hak ve özgürlük mücadelelerinin ülke genelindeki kazanımlarından ziyade Boğaziçi’nin demokratik kültüründen kaynaklandığı yanılsaması kabul görürdü. AKP iktidarında Türkiye’de hiçbir kurumun özerkliği kalmayınca Boğaziçi’nde de yanılsama ortadan kalktı.
Boğaziçililer üniversitenin tarihinde görülmemiş bir saldırıyı büyük bir akıl, cesaret ve kararlılıkla göğüslüyor. Üniversitenin mücadele geleneği adına önemli bir deneyim oluşuyor. 1 Ocak’tan bu yana devam eden mücadelenin sonucunda Boğaziçi Üniversitesi artık başka bir yerde. Tüm bileşenleriyle Boğaziçililer, artık Türkiye’nin genelinden kopuk, korunaklı, dokunulmaz bir fanusta olmadıklarının daha fazla farkındalar. Bunun onuru, dayatmalar karşısında teslim olmayan öğrencilere ait.
Öğrencilerin açtığı resim sergisindeki bir materyal bahane edilerek din istismarına dayalı bir provokasyon başlatıldı. Üniversite farklı mecralarda hedef gösterilip terörize edildi. Oysa sorun, toplumun bir bölümünün kutsallarının eleştirilmesi değil, kutsalların siyaseten istismar edilmesi, provokasyon için araçsallaştırılması, gayrimeşru bir atamayı ve gayrimeşru bir yönetim anlayışını topluma kabul ettirebilmek için zırh haline getirilmesi.
Bu noktada Boğaziçi’ne saldırının yasal kılıfı olarak kullanılan “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçunu tartışmak gerekiyor. Laik bir ülkede insanların inançlarından dolayı hedef gösterilmemesinin, ayrımcılığa uğramamasının güvencesi olması beklenecek bir yasa hükmü, bugün yargı tarafından bir tür şeriat kanunu olarak uygulanıyor. Toplumu dini kurallara göre düzenlemenin ve hakim olan dini görüş aleyhinde herhangi bir beyanda bulunmayı yasaklamanın aracı haline getiriliyor. Özgürlüğün ön koşulu olan laikliğin yeniden kazanılması adına fiili şeriat uygulamalarının tamamına karşı mücadele etmek gerekiyor.