İlerici bir akım olarak sosyalizm, insanın hem doğa üzerinde hem de kendi yarattığı toplumsallık üzerinde kontrolünün artması gerektiğine işaret eder. Hedefe ulaşabilmek için ise dini referansların değil bilimsel bilginin temel alınması, aklın ve mantığın ışığında hareket edilmesi zorunludur.

Laiklik Türkiye’de önemli bir kavga başlığı. Bu kavga yalnızca laikliğin tarafında ya da karşısında olmak üzerinden de yürütülmüyor. Kavga aynı zamanda laikliğin tanımıyla da ilgili.

Kullanılan genel tanım, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması şeklinde. Oysa tüm ideolojiler gibi inançlar da insanlık tarihinin belirli aşamalarında yine belirli ihtiyaçlara yanıt olarak ortaya çıkmış ve toplumsal karşılığı olan; topluma etkisi ölçüsünde de varlığını sürdüren akımlar. Dolayısıyla din işlerinin devletten ayrılması kulağa ne kadar hoş gelse de işin toplumsal yönü hesaba katılmadığı sürece eksik kalıyor. Yetersiz ve eksik olan tanım, gericilerin elinde laikliğin dini özgürlükler bahanesiyle devlete tarikatların serbestçe örgütlenebilmesinin garantörlüğü görevinin verilmesi biçiminde algılanmasına kadar varabiliyor.

O halde laikliğin ne olduğu konusunda net olmak zorundayız: Laiklik (devlet ve hatta Diyanet İşleri Başkanlığı da dahil) toplumsal alanın tamamının dini ideolojiler tarafından değil, akıl ve mantık ile düzenlenmesi anlamına geliyor. Laik bir ülkede toplumsal alan bir bütün olarak yine toplum tarafından belirlenir, din ise varlığını bireysel alanda sürdürebilir. Cemaatlerin var olduğu, insanların nasıl yaşayacaklarını kerameti kendinden menkul tarikat şeyhlerinden öğrendikleri bir toplum ise asla laik bir toplum olarak değerlendirilemez.

Tanımda netleştiysek asıl tartışmamıza, Türkiye siyasetinde laikliğin sosyalistler açısından önemine geçebiliriz.

Laiklik Sosyalizmin Değişmez Bir İlkesidir

İlerici bir akım olarak sosyalizm, insanın hem doğa üzerinde hem de kendi yarattığı toplumsallık üzerinde kontrolünün artması gerektiğine işaret eder. Hedefe ulaşabilmek için ise dini referansların değil bilimsel bilginin temel alınması, aklın ve mantığın ışığında hareket edilmesi zorunludur. Ezelden beri aynı olduğu ve ebediyete kadar da aynı kalacağı iddia edilen bir toplumsal yaşamı temel alan dini ideolojiler, doğaları gereği ilerleme ile uyumsuzdur.

Var olana savaş açan, onu yıkıp yenisini kuracak olan sosyalizm ise yine doğası gereği laik, sosyalist özne ise yine kural gereği dünyevidir. Dünyeviliğin doğal bir sonucu olan dinsel referansları dışarıda bırakma durumunu ise din karşıtlığı ile karıştırmamak gerekir. Sosyalist özne din karşıtı değil din dışıdır. O, hamlelerine karar verirken dini inançları yok etmeyi hedeflemez, önemli olanın toplumsal yapıyı değiştirmek olduğunu bilir. Yapacağı hamlenin referansı tarihsel ve sınıfsaldır, dinsel ideolojilerin kutsalları tamamen konu dışıdır. Bu durum, özellikle Türkiye gibi ülkelerde sosyalizmin dezavantajı olarak değerlendirilir. Oysa durum tam tersidir.

Tüm toplumlar gibi Türkiye de farklı inançlara sahip insanlardan oluşuyor. Bu insanların farklı dinlere, mezheplere sahip olmadığı durumda dahi yetişme tarzı, aileden gelen düşünceler, farklı tarikatların ve cemaatlerin yaşanılan bölgedeki etkinlik durumu gibi faktörler bu insanların dinlerini nasıl yaşayacaklarına ilişkin beklentilerini birbirinden ayırıyor; bu alana dair iddiası olanları ise ister istemez inanç sahipleri ile belirli konularda kavgaya düşürüyor. Bu durumda laik bir toplumsal alan talebi, toplumda herkesin dini inançlarını bireysel düzeyde yaşayabilmesinin tek koşulu olarak değer kazanıyor. Sosyalist hareketin laik karakteri ise dini referanslara sahip herhangi bir alanda asla bir araya gelemeyecek toplumsal kesimlere aynı mücadelenin parçası olma kabiliyetini kazandırıyor. Öte yandan dinci gruplar, tarikatlar, yobazlar ise mutlaka toplumun bir kısmını dışlamak ve hatta detaya inildiğinde birbirleriyle kavgaya tutuşmak zorundadır.

Bir başka avantaj ise ihtiyaca yönelik olarak politika geliştirebilme yeteneği ile ilgili. Hâkim alandaki tartışmaların dinsel referanslarla belirlendiği bir toplumda gerçekçi ve işe yarayacak birçok öneri daha baştan düzen tarafından kapsanamaz hale gelecektir. Dolayısıyla sosyalistler yalnızca sınıfsal nedenlerle düzen dışı olan siyasal taleplerin yanı sıra, düzen içi aktörler dinci gericilik tarafından esir alınmış olduğu için temsil edilemeyen başka birtakım başlıkların da sözcüsü olabilirler. Dahası, tarihsel materyalist bir anlayışa sahip olanların olanı biteni kavrama yeteneği, her gördüğünü kafasındaki donmuş imgeler ile uyumu ya da uyumsuzluğu üzerinden değerlendirenlere göre çok daha fazla olacaktır.

Toplumsal Bir Gereklilik Olarak Laiklik

Türkiye’de laiklik güncel olarak da vazgeçilemez bir ihtiyaç. İmam Hatip’e mecbur bırakılarak bilimsel eğitim hakkından yoksun bırakılan öğrencilerin gelecek mücadelesi laiklik kavgası ile ortak. Her gün şiddete uğrayan, tacize ve tecavüze maruz kalan kadınların özgürlüklerini kazanması laiklik mücadelesinin başarıya ulaşmasına olan ihtiyaçtan bağımsız değil. Kültürel varlıklarımızın ve insanlığın ortak miraslarının gerici şovlara meze edilmemesini sağlamak için laiklik şart. Akademideki çürüme ancak kararlı bir aydınlanma yürüyüşü ile dağıtılabilir. İşçi sınıfının patronların üzerine yürümesi için sınıf düşmanları olan patronların din kardeşliği iddiasının önemsenmemesi gerek. Batık ekonominin faizin haram olması üzerinden değil, sömürünün ve neoliberal modelin yarattığı yıkım üzerinden tartışılabilmesi için laik bir zemin olmazsa olmaz. Bölgemizden emperyalistlerin kovalanabilmesi için ise onların İslam düşmanlığından ötürü değil, kapitalizmin yasaları gereği saldırganlaştıklarının görülmesi gerek.

Laiklik, yalnızca gericiliğe karşı mücadele edenlerin ihtiyaçlarını karşılayan önemli bir kavga başlığı olduğu için önemli değil. Laikliğe düşman olması, aynı zamanda gericiliğin zayıf karnı. Çünkü iktidarı ellerinde tutanlar her ne kadar dini referansları kendilerine dayanak olarak gösterseler de hayatın gerçeklerinden, maddenin yasalarından kaçamazlar. Kapitalizmin olduğu yerde, adına ister kâr payı desinler ister başka bir şey, faizle barışık yaşamalılar örneğin. Toplumu kontrol etmek için tarikatlara ve cemaatlere ihtiyaç duyarlar. Her biri birer çıkar odağı olan ve gündelik beklentileri düzenli olarak karşılanmak zorunda olan bu yapıların özgün ajandalarını tam olarak bilemezler. Her sabaha başka bir tarikatın darbe denemesi korkusu ile uyanırlar. Toplumu anlayamaz, sonlarını getirecek olanı göremezler. Yolsuzluklarını dinle akladıklarını düşünürken dinciliğin de mezarını kazarlar fark etmeden.

Dinci ideoloji, onu üreten çürümüş yılanı bile zamanla felç eden bir zehirdir. Bu zehir ki içki içmeyeni bile sarhoş eder. 500 yıl öncesine vardığını zanneder yılan. Eline kılıcını alır. Sallar. Ta ki sosyalizm ve laiklik mücadelesinde yoğrulmuş sert bir kayaya çarpana kadar…