Camiye dönüştürülen Ayasofya’nın açılışında Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ülkenin kurucusuna lanet okurken elinde olan kılıçtan bahsediyoruz. O kılıç gerçekte belki kınından çıkmadı ama, kadraja girmesi Cumhuriyet’e karşı savaş ilanı yani kılıç çekilmesi anlamını taşıyor. Hemen ardından AKP’nin gayrı resmi yayın organı olan Yeni Şafak’ın dergisinin “Hilafet için toplanın” manşeti ile çıkması da yaşananın basit bir densizlik olmadığının en büyük kanıtı niteliğinde.
Peki nasıl oldu da buraya geldik? Cumhuriyet’e meydan okumak, onun kurucusuna lanet etmek ne oldu da bu kadar kolaylaştı? 100 yıla yakın süreyi değerlendirmek bir yazıya sığmayacağı için bir kuralı hatırlatmakla yetinelim: Tarih asla yerinde saymaz. Ya ileri gidersiniz ya da geri. İşgalcilerle birlikte Osmanoğulları sülalesinden de kurtarılan ülke Cumhuriyet’e doğru ilerledi. Ancak o zaman için yeni bir sınıfın, patron sınıfının egemenliği onun ilerlemesini durdurmuş oldu. Aynı anlama gelmek üzere geri gidiş başladı. Hikâyenin sonu ise AKP.
Gidişatın AKP’yle taçlanması yetmedi. Kalanın da bu duruma ayak uydurması gerekirdi. Önce ayak dirediler. Ancak ileriyi hedeflemeyen gerilemeyi de durduramazdı. Baktılar olmuyor, “Laikliğin tehlikede olduğuna inanmıyorum” dediler. Sandılar ki kavgadan kaçınca yenilmemek mümkün. Sonra yobazlarla gericilik yarıştırmaya kalktılar.
Bir Fatih efsanesi aldı yürüdü. Döneminin görece ilerisinde olan tavırlarıyla gericileri kendisine düşman eden padişah bu dönemin geriliğinin simgesine dönüştü. Fetihler kutladılar. Birisi de çıkıp diyemedi:
Neyi, kim için, kimden alıyorsunuz?
Uzayın fethedildiği, hanedanların tarihe karıştığı bu çağda fetih konuşmak aptallıktır.
Başkalarının yurduna göz dikip insanları vatanından etmenin emperyalizme hizmet ettiği, bu boş hayalleri kuranların kendi halklarını yıkıma götürdüğü bu devirde fetih güzellemek hainliktir, alçaklıktır.
Yurdunda sömürüyü bitirmek, emeğiyle geçinenleri iktidara ve refaha kavuşturmak kavgası dururken geçmişle övünmek aşağılık kompleksidir, bayağılıktır.
Ama hayır, gericilikle sidik yarıştırmak kolaydı. Belediyenin milyonlarca lirasıyla alınan tabloyla gol attıklarını düşündüler. Oysa gericilere harika bir pas vermişlerdi. Pası alan insanlığın ortak mirasına dönüşen, Türkiye laikliğinin simgelerinden biri olan Ayasofya’ya saldırıya geçti. Yanıt hadi aç olunca, direnç gelmeyince gerici fantezi gerçeğe dönüştü. Zaten camiydi ne olacak ki dediler. Halısını tartıştılar, davetini tartıştılar. Yine kaçarak çözeceklerini sandılar.
Meydanı boş bulan yobaz, Ayasofya’nın yanına bir tik attı. Ajandanın bir sonraki sayfasına geçiverdi. Önce en tepeden daha karmaşık cümlelerle etti laneti. Tepki gelmeyince mahalle kavgasında önden küfür etmeye yollanan çocuk gibi gönderdi Fetullah’la geçmişi bilinen memurunu. Özenle giydirdi sünnetliğini, verdi eline kılıcı. Sonrasını biliyoruz.
Tepkiler geldi. Ajandaya bir not eklendi: “Daha değilmiş, biraz daha vakit var.” Onu kast etmedik. Ölüye beddua okunmaz. Hangi şartlarda müze yapıldığı çok da önemli değil. Şimdilik nokta.
Ancak o kılıç bir kere çekildi Cumhuriyet’e. Açıktan ve doğrudan…
Tıpkı Çehov’un Silahı gibi o kılıç da eninde sonunda kesecek.
Ya Cumhuriyet’i kesecek ya da gericiliği.
Ya kılıcı çekenden hesap sorulacak ya da kılıcı çeken onu kafamıza indirecek.
Laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı haline gelmiş diyanet… Ya başımızı eğip onu da yerinden etmelerini bekleyeceğiz. Ya da isyan edeceğiz.
Ya Ali Erbaş’a görevden el çektireceğiz ya da önce hilafet sonra saltanat…
Ortası yok.
Ya ilerleyecek ya da düşeceğiz.
Ya Cumhuriyet sosyalizmle yeniden doğacak ya da karanlık, zifiri karanlık…
Cumhuriyet İçin Toparlanın!
Sosyalizm İçin Örgütlenin!