GDO dâhil her türlü teknik ilerleme düşünülürken salt iyi mi kötü mü tartışmasından ziyade dikkat edilmesi gereken temel nokta, toplumsal düzenin, yani mülkiyet ilişkilerinin niteliğidir.
Genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) hayatımıza girmesi birçok tartışmayı beraberinde getirdi. Özellikle asılsız bilgilerin kamuoyunda sıklıkla yer alması, toplumu bilimsel temelden uzak, yanlış görüşlere sürüklüyor. Bu doğrultuda toplumda karşılık bulan iki zıt tutumdan bahsedebiliriz. Bir kesim GDO’nun dünyadaki açlığı ve kıtlığı bitirecek bir ‘kurtarıcı’ olduğunu öne sürerken diğer kesim ise GDO’nun insan sağlığına zararlı olduğunu ve bu nedenle toptan yasaklanmasını savunuyor. Kuşkusuz, her iki görüş de GDO teknolojisine indirgemeci bir yaklaşım sunuyor. Bu yüzden GDO üzerine yapılan tartışmaları bilimsel bir seviyeye çekmek ve GDO’nun ekonomik, sosyal, toplumsal tüm etkilerini içeren kapsamlı bir bakış açısı kazanmak bilgi kirliliğinin yaygın olduğu şu günlerde önümüzü daha net görmemizi sağlayacaktır.
GDO teknolojisi 70’li yıllarda geliştirilmiş ve toplumda geniş yankılar uyandırmış genetik alanındaki ilerlemelerden biridir. Canlılar arasında yapay yöntemlerle gen aktarımına izin veren bu yöntem tıptan endüstriye tarımdan evrimsel çalışmalara geniş bir yelpazede kullanılıyor. Örneğin, bakterilerde bulunan böceklere karşı direnç geninin bitkilere aktarılması (BT toksin), soğuğa dayanıklı domates elde etmek için Antarktika’da yaşayan canlılardan gen aktarımı, diyabet hastaları için insülin üretimi, protein oranı arttırılmış pirinç (golden rice) üretimi vb. GDO teknolojisinin uygulama alanlarından yalnızca bazıları.1S. Takeda ve M. Matsuoka, “Genetic approaches to crop improvement : responding to environmental and population changes,” Cilt: 9, Sayı: Haziran 2008. Bu nedenle marketteki gıda ürünlerinden, eczanelerden aldığımız ilaçlara kadar günlük hayatımızda GDO ile iç içe yaşıyoruz.
Bu kadar hayatımızın parçası olmuş bir teknolojiyi tüm boyutlarıyla anlamak hepimizin ihtiyacı. Fakat gerek medyadan, gerek konu hakkında bilgisi olmayan “uzman”lardan edinilen asılsız bilgiler toplumda hızlı bir kutuplaşmaya neden oluyor. Örneğin bir kesim dünyadaki açlığı bitirme, tarımda kullanılan ilaçları azaltma ve tarımsal verimliliği arttırma konusunda GDO’yu ‘kurtarıcı’ olarak görürken; bazı gruplar da GDO’lu ürünlerin alerjen veya kanserojen etkilere sahip olduğunu ve GDO’nun tamamen yasaklanması gerektiğini düşünüyor.2S. Blancke, “Why People Oppose GMOs Even Though Science Says They Are Safe.” [Çevrimiçi]. Kaynak: https://www.scientificamerican.com/article/why-people-oppose-gmos-even-though-science-says-they-are-safe/ [Erişim tarihi: 21Mart 2020].
Bu iddiaların arka planını ve yanlışlarını sırasıyla incelemekte fayda var.
Dünyadaki Açlık Sorunu ve GDO
Açlık uzun yıllardan beri insanlığın çözmek için uğraştığı en büyük sorunlardan biridir. Teknolojinin ilerlemesi, hayat koşullarındaki iyileşme kısmi olarak açlığa çözüm olsa da açlık sorunu hâlâ kanayan yara olmaya devam ediyor. GDO teknolojisiyle birlikte özellikle tarımsal ürün verimliliğinin arttırılabileceği görüldü. 1995-2014 yılları arasındaki verileri inceleyen araştırmacılar GDO’nun tarımsal ürün verimliliğini %22 arttırdığını, GDO tohum eken çiftçilerin ekmeyenlere göre %69 daha fazla kâr ettiklerini hesaplamışlardır.3W. Klümper ve M. Qaim, “A meta-analysis of the impacts of genetically modified crops,” PLoS One, Cilt: 9, Sayı: 11, 2014. Fakat bu gelişmelerin topluma ne kadar etki ettiği, açlığı azaltıp azaltmadığı hâlâ tartışmalıdır. Çünkü Birleşmiş Milletler (BM) ve BM’ye bağlı alt kuruluşlar bambaşka bir tablo sunuyor.
BM’nin 2015 yılında yayınlamış olduğu bilgilere göre dünyada yaklaşık olarak 736 milyon insan aşırı boyutlarda yoksulluk içinde yaşamaktadır. Açlık çeken insanların büyük çoğunluğu (416 milyon kişi) ise Afrika kıtasında. Ayrıca birçok insan günlüğü 1,9 doların altında çalıştırılmakta ve bu gelirle geçimlerini sağlamaya çalışmaktadır! 2018 verilerine göre ise dünya nüfusunun yaklaşık % 55’i sosyal güvenceden yoksun olarak yaşamaktadır.4“Ending Poverty.” [Çevrimiçi]. Kaynak: https://www.un.org/en/sections/issues-depth/poverty/. [Erişim tarihi: 15Mart 2020]. Söz konusu çocuklar olduğunda bu iç karartıcı tablo devam ediyor. UNICEF’in 2017 yılı verilerine göre 150 milyon çocuk yeterli beslenememektedir. Bu konudaki olumsuzluklar uzayıp gidiyor.
Madalyonun diğer tarafına yani petrol zengini Körfez ülkelerine, Avrupa’ya veya Amerika’ya bakıldığında bu ülkelerin dünya kaynaklarını oldukça müsrif bir şekilde kullandığı ortaya çıkıyor.5C. McDonald, “How many Earths do we need?,” BBC News. [Çevrimiçi]. Kaynak: https://www.bbc.com/news/magazine-33133712. [Erişim tarihi: 15 Mart 2020]. Kişi başına düşen karbon ayak izi hesaplarına göre eğer herkes dünya kaynaklarını Kuveyt’teki gibi tüketirse 5,1, ABD’deki gibi tüketirse 4,1, İngiltere’deki gibi tüketirse yaklaşık 3 dünyaya ihtiyaç oluyor. Bangladeş, Uganda gibi fakir ülkelerin tüketim oranlarına göreyse 1 dünyanın altında seyrediyor.
Aslında bu noktada taşlar yerine oturmaya başlasa da GTÖ (Gıda ve Tarım Örgütü)’nün yaptığı yoruma da kulak vermekte fayda var. GTÖ yaptığı açıklamada dünyadaki besin üretiminin tüm insanlara yeteceğini ve açlığın bitirilmesi için tarımsal verimliliğin arttırılmasından ziyade besinlere olan erişimin iyileştirilmesini, israfın azaltılmasını ön plana koyuyor.6“2018 World Hunger and Poverty Facts and Statistics.” [Çevrimiçi]. Kaynak: https://www.worldhunger.org/world-hunger-and-poverty-facts-and-statistics/#hunger-number. [Erişim tarihi: 21 Mart 2020]. Tabi ki sistem eleştirisi yapmaktan kaçınarak!
Bu verilerden de görüldüğü üzere, açlığın bütün dünya için büyük bir sorun olmasına rağmen sorunun ortaya çıkmasında her ülkenin aynı oranda sorumluluğa sahip olmadığı da bir gerçektir. Her ne kadar basit bir mantıkla tarımsal ürün artışının açlığı dünya çapında bitirmesi mantıksal olarak mümkün gibi görünse de, eldeki veriler kaynakların eşit dağılımının üretim artışından daha elzem olduğunu gözler önüne seriyor.
Monsanto ve GDO gerçeği
GDO savunucularının öne sürdüğü bir diğer argüman ise tarımda kullanılan ilaç miktarının GDO sayesinde azaltılacağı ve böylelikle tarımın çevresel etkiler bakımından daha sürdürülebilir kılınacağıdır. Kısmi olarak doğruluk payı olsa da bu konuda dikkatlerden kaçan bazı noktalar bulunuyor. Bu noktada Amerikan tarım devi Monsanto üzerinden verilecek bir örnekle ilerleyebiliriz.
ABD’nin en büyük tarım tekellerinden olan Monsanto (geçtiğimiz yıllarda Alman ilaç şirketi Bayer tarafından satın alındı) 1974 yılında Roundup adlı bir tarım ilacını piyasaya sürdü. Normalde yabani otları temizlemekte kullanılan tarım ilaçları aynı zamanda ekili ürüne de zarar verebilir. Bu zararı ortadan kaldırmak isteyen Monsanto, GDO teknolojisiyle Roundup ilacına dirençli mısır üretti. Çalışma prensibi olarak tarlalara genetiği değiştirilmiş mısırlar ekildikten sonra Roundup ilacı uygulanıyor, böylece mısır haricindeki diğer zararlı olabilecek yabani otlar ortadan temizleniyordu. Tarladaki verimi arttırmak için iyi kurgulanmış bir çözüm! En azından ilk bakışta öyle görünüyor.
Fakat derinlemesine inildiğinde iki olumsuz etkiden söz etmek mümkün. İlk olarak, GDO teknolojisi sanılanın aksine tarımsal ilaç üretimini azaltmak bir yana Roundup gibi ilaç türevlerinin kullanımını arttırabiliyor. Nitekim istenilen tarımsal verimi sağlamak için yoğun bir Roundup veya türevi ilaç kullanımı gözlenebiliyor. Diğer noktaysa, en başlarda ilaca karşı dayanıksız olan yabani otların adaptif mekanizmalar sonucu (evrimleşme) Roundup’a karşı direnç kazanma tehlikesinin olmasıdır. Nitekim Purdue Üniversitesi’nden Dr. Bill Johnson’ın da içinde olduğu birçok bilim insanının da vurguladığı gibi dirençli otların gelişmesi an meselesidir.7Purdue University, “Farmers Relying On Herbicide Roundup Lose Some Of Its Benefit,” ScienceDaily. [Çevrimiçi]. Kaynak: www.sciencedaily.com/releases/2009/04/090414153529.htm. [Erişim tarihi: 15 Mart 2020].
Monsanto şirketiyle ile ilgili bir diğer sorun ise anlaşma yaptığı çiftçileri tamamıyla kendine kendine bağımlı hale getirmesidir. Örneğin, Monsanto tarafından üretilen verimli genetiği değiştirilmiş mısır tohumları çiftçilere verilip tarlalara ekim yapılıyor. Sonra tarladan elde edilen ekinin bir kısmı Monsanto tarafından alınarak piyasaya sürülürken diğer kısım ise çiftçilere bırakılıyor. Yalnız Monsanto’nun satış sözleşmesi gereği, çiftçiler ağır yükümlülükler altına girmek zorunda kalıyor. Çiftçiler şirketten aldıkları tohumları yalnızca kendi tarlalarında kullanabiliyor, diğer çiftçilere deneme amaçlı dahi veremiyorlar. Bunun yanı sıra Monsanto, çiftçilerin hangi GDO’lu ürünü nerede ve ne kadar ekeceklerine kadar karar verme hakkına da sahip. Bu nedenle kendi toprağında kendi kaynakları ile ekim yapan çiftçiler, Monsanto’nun ürünlerini eken birer üretici olmaktan ziyade Monsanto’nun çalışanları haline gelmeye başlıyor.8R. S. Singh, C. B. Krimbas, D. B. Paul, ve J. Beatty, Thinking About Evolution: Historical, Philosophical, and Political Perspectives, Cilt: 2. Cambridge: Cambridge University Press, 2001.
GDO yasaklanmalı mı?
GDO’nun fanatik savunucuları olduğu gibi bu teknolojinin hepten sakıncalı olduğuna inanan karşıt bir kesim de bulunuyor. Bu kesimin argümanları incelendiğinde özcü yapı anlayışı, dini inanışlar ve ön yargılı davranışlar dikkati çekiyor.
Özcü görüşe sahip olanlar, aktarılan gen ile birlikte canlının diğer özelliklerinin (tat, koku vb.) de canlıya geçeceğini düşünüyor. Hatta GDO’lu besin yemenin insanların genetik yapısını bozacağını düşünüp işi komplo teorisine vardıran insanlar da var. Örneğin, ABD’de yapılan bir ankette katılımcıların büyük çoğunluğu balıktan domatese aktarılan bir genin domatese balıksı tat vereceğini söylemiştir. Anket sonuçlarındaki bir diğer ilginç noktaysa, benzer türler arasında (ottan domatese) yapılan gen aktarımının uzak türler arasında (balıktan domatese) yapılan aktarımdan daha kabul edilebilir olduğunun ortaya çıkmasıdır. İkinci olarak dini görüşler de GDO’ya karşıt görüşlerin oluşmasına neden olmaktadır. Özellikle kökten dinci topluluklarda canlıların genleriyle oynamanın tanrının işine karışmak olduğu varsayılarak GDO en baştan kötülenmektedir. Bu insanların diyabet olduklarında tedaviyi reddedip etmeyeceği merak konusudur çünkü insülin üretiminin temelinde GDO bulunmaktadır. Son olarak ön yargılı davranan birçok grup GDO’nun tamamıyla sağlıksız olduğunu, kansere vb. hastalıklara neden olduğunu düşünmektedir.9S. Blancke, F. Van Breusegem, G. De Jaeger, J. Braeckman ve M. Van Montagu, “Fatal attraction: The intuitive appeal of GMO opposition,” Trends Plant Sci., Cilt: 20, Sayı: 7, s. 414–418, 2015.
Özcü ve dini yaklaşımlar bilimsel zeminden uzak olduğu için bu konuda bilimsel bir açıklama yapmaya çalışmak havanda su dövmek olacaktır. Fakat yine de bazı temel noktalara değinelim. Gen aktarımı sırasında nükleotitlerden oluşan genler işleme tabii tutulur. Nükleotitlerin yapıları her canlıda aynı olup sadece sayısı veya sırası farklıdır. Yani gen seviyesine indiğimizde eğer ki elimizde karşılaştırma yapacak araçlar yoksa bakteriyi, bitkiyi ya da insanı yalnızca gen dizilerine bakarak birbirinden ayırmak mümkün olmayacaktır. Ayrıca balıktaki hangi genin balık tadını oluşturduğu da başlıca bir merak konusu!
Bu inanışla paralel olarak GDO ürünü yemenin insanların genetik yapısını bozacağına inanan kesimler de bulunmaktadır. Batıl inanış seviyesinde kalan bu görüşün cevabı sindirim sisteminde gizlidir. Çünkü bilindiği üzere yenilen besinler ağızdan başlamak üzere sindirim sistemi boyunca yapı taşlarına ayrılırlar. Yani aktarılan gen dâhil tüketilen besin tamamen parçalanmış hale gelir. O nedenle ortada insan genomuna girecek gen dizisi dahi kalmayacaktır.
‘GDO kansere neden olur’ savı da çokça dile getirilen yanlışlardan biri. Fareler üzerinde yapılan bir deneyde GDO’lu mısır ile beslenen farelerin kanser olduğu iddia edilmiştir. Kurgulanan deneyde bir grup fareye Roundup dirençli GDO’lu mısır verilirken diğer grup ise (kontrol amaçlı) GDO’suz besinlerle beslenmiştir.10G. E. Séralini vd., “Republished study: long-term toxicity of a Roundup herbicide and a Roundup-tolerant genetically modified maize,” Environ. Sci. Eur., Cilt: 26, Sayı: 1, s. 1–17, 2014. Sonuç olarak GDO ile beslenen farelerde tümör oluşumu raporlanmış. Yayımlandığı zaman büyük bir fırtına koparan bu çalışma bilimsel alanda da ön yargıların çalışmaları nasıl etkileyebileceğine dair bir ders oldu. Çünkü kullanılan fareler kanser araştırmaları için özel olarak tasarlanmış tümör geliştiren farelerdir. Yani GDO’lu mısır yemeseler dahi kanser geliştirecek olan canlılardır.9S. Blancke, F. Van Breusegem, G. De Jaeger, J. Braeckman ve M. Van Montagu, “Fatal attraction: The intuitive appeal of GMO opposition,” Trends Plant Sci., Cilt: 20, Sayı: 7, s. 414–418, 2015. Dolayısıyla düzenek her şekilde kanser sonucunu verecektir. Bunun dışında, birçok uzman bu çalışmanın istatiksel verilerinde de hatalar olduğunu belirtmiştir. 2014 yılında yeniden yayımlanan bu makaleye dair tartışmalar sürmektir.
Nereden bakmalı?
GDO hakkında onca iddia ve yanlış düşünceler varken ‘Nereden bakmalı?’ sorusu kilit bir noktada duruyor. Yukarıda da örnekleri verildiği gibi hem GDO’nun savunucuları hem de karşıtları yanlış, çarpıtılmış veya eksikli bilgilerle hareket edebilmektedir.
Toparlayacak olursak: GDO dünyadaki açlığı bitirmede kurtarıcı bir teknoloji değildir. Çünkü verilerin de gösterdiği gibi dünyada herkesi tam anlamıyla doyuracak kadar besin vardır. Sorun besin kaynaklarının eşitsiz dağılımıdır. Diğer bir deyişle açlık toplumsal, ekonomik ve politik sorunların yarattığı bir durumdur.
GDO, tarımsal ilaç kullanımını azaltarak ekolojik dengenin korunmasını mı sağlamaktadır? Bu sorunun cevabı da hayırdır. Monsanto örneğinde olduğu gibi, bu teknoloji Roundup gibi çevreye zararı dokunabilecek ilaçların üretilmesine neden oldu. Ayrıca herhangi bir ilaç kullanılmasa dahi etki evrimsel tepkiyi doğuracaktır. Yani, ilk başlarda aktarılan gen sayesinde böceklere, yabani otlara, mikroorganizmalara vb. dirençli olan ürünler, evrimsel mekanizmalar sonucu dirençlerini kaybedebilir. Daha ileri senaryolarda, tarlada direnç kazanan mikroorganizmalar insanlarda hastalığa yol açabilecek biçimde evrimleşebilir.11S. E. Schoustra vd., “Environmental Hotspots for Azole Resistance Selection of Aspergillus fumigatus , the Netherlands,” Cilt: 25, Sayı: 7, s. 1347–1353, 2019.
Değinilen noktalara ek olarak GDO teknolojisi kullanan şirketlerin toplumsal yapıyı da etkileyen faaliyetlere imza attıkları da gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin, şirketlerin elde ettikleri verimli, genetiği değiştirilmiş tohumlarla alanlarında tekelleşerek çiftçileri kontrol altına almaları ve bunun sonucunda çiftçileri kendilerinin birer çalışanı haline getirmeleri, üzerinde durulması gereken noktalardan biridir.
GDO karşıtları da ne yazık ki bilgisizliğin altında eziliyorlar. Bilim dışı inanışlar gülünç çıkarımların oluşmasına neden oluyor. Bilimsellikten uzak olan özcü ve dini yaklaşımlarda bu durum net bir şekilde ortaya çıkıyor. Yine ön yargılarının kurbanı olan birçok insan yine ön yargılı olarak yapılan deneylerden etkilenerek GDO-kanser ilişkisini yanlış temellendiriyor.
Peki, GDO’nun hiç mi olumlu bir yanı yoktur? Elbette vardır. Örneğin, eğer GDO olmasaydı diyabet hastaları için hayati öneme sahip insülin hormonu yeteri kadar üretilemeyecekti. E. coli bakterisine insandan aktarılan insülin geni sayesinde hastalar rahatça bu hormona ulaşmıştır.12M. Zieliński vd.., “Expression and purification of recombinant human insulin from E. coli 20 strain,” Protein Expr. Purif., Cilt: 157, Sayı: Şubat, s. 63–69, 2019. Çevre dostu yakıt (biyoetanol) üretiminde genetiği değiştirilmiş yüksek verimli mikroorganizmalar kullanılmaktadır.13B. Bhadana and M. Chauhan, “Bioethanol Production Using Saccharomyces cerevisiae with Different Perspectives: Substrates, Growth Variables, Inhibitor Reduction and Immobilization,” Ferment. Technol., vol. 5, no. 2, pp. 2–5, 2016. Bunun yanında canlıların evrimsel mekanizmalarının çözümlenmesinde GDO önemli bir yere sahiptir. Ve daha birçok çalışmada GDO’nun az ya da çok katkısı bulunmaktadır. Bu nedenle GDO’yu hepten reddetmek veya kurtarıcı olarak görmek yüzleşilen sorunların çözümünü engelleyecektir.
Şu unutulmamalıdır ki, bir teknik nasıl bir bağlamda ve hangi toplumsal düzen içerisinde kullanılırsa onun özelliklerini yansıtır. Bu nedenle GDO dâhil her türlü teknik ilerleme düşünülürken salt iyi mi kötü mü tartışmasından ziyade dikkat edilmesi gereken temel nokta, toplumsal düzenin, yani mülkiyet ilişkilerinin niteliğidir.
Notlar:
[1] S. Takeda ve M. Matsuoka, “Genetic approaches to crop improvement : responding to environmental and population changes,” Cilt: 9, Sayı: Haziran 2008.
[2] S. Blancke, “Why People Oppose GMOs Even Though Science Says They Are Safe.” [Çevrimiçi]. Kaynak: https://www.scientificamerican.com/article/why-people-oppose-gmos-even-though-science-says-they-are-safe/ [Erişim tarihi: 21Mart 2020].
[3] W. Klümper ve M. Qaim, “A meta-analysis of the impacts of genetically modified crops,” PLoS One, Cilt: 9, Sayı: 11, 2014.
[4] “Ending Poverty.” [Çevrimiçi]. Kaynak: https://www.un.org/en/sections/issues-depth/poverty/. [Erişim tarihi: 15Mart 2020].
[5] C. McDonald, “How many Earths do we need?,” BBC News. [Çevrimiçi]. Kaynak: https://www.bbc.com/news/magazine-33133712. [Erişim tarihi: 15 Mart 2020].
[6] “2018 World Hunger and Poverty Facts and Statistics.” [Çevrimiçi]. Kaynak: https://www.worldhunger.org/world-hunger-and-poverty-facts-and-statistics/#hunger-number. [Erişim tarihi: 21 Mart 2020].
[7] Purdue University, “Farmers Relying On Herbicide Roundup Lose Some Of Its Benefit,” ScienceDaily. [Çevrimiçi]. Kaynak: www.sciencedaily.com/releases/2009/04/090414153529.htm. [Erişim tarihi: 15 Mart 2020].
[8] R. S. Singh, C. B. Krimbas, D. B. Paul, ve J. Beatty, Thinking About Evolution: Historical, Philosophical, and Political Perspectives, Cilt: 2. Cambridge: Cambridge University Press, 2001.
[9] S. Blancke, F. Van Breusegem, G. De Jaeger, J. Braeckman ve M. Van Montagu, “Fatal attraction: The intuitive appeal of GMO opposition,” Trends Plant Sci., Cilt: 20, Sayı: 7, s. 414–418, 2015.
[10] G. E. Séralini vd., “Republished study: long-term toxicity of a Roundup herbicide and a Roundup-tolerant genetically modified maize,” Environ. Sci. Eur., Cilt: 26, Sayı: 1, s. 1–17, 2014.
[11] S. E. Schoustra vd., “Environmental Hotspots for Azole Resistance Selection of Aspergillus fumigatus , the Netherlands,” Cilt: 25, Sayı: 7, s. 1347–1353, 2019.
[12] M. Zieliński vd.., “Expression and purification of recombinant human insulin from E. coli 20 strain,” Protein Expr. Purif., Cilt: 157, Sayı: Şubat, s. 63–69, 2019.
[13] B. Bhadana and M. Chauhan, “Bioethanol Production Using Saccharomyces cerevisiae with Different Perspectives: Substrates, Growth Variables, Inhibitor Reduction and Immobilization,” Ferment. Technol., vol. 5, no. 2, pp. 2–5, 2016.